16 Mart 2010 Salı saatler Tsi 16.50 civarı idi. Kaptan pilot Medine hava limanına iniş için emniyet kemerlerinin kontrolünü istiyordu. Yani Medine-i Münevvere’nin üzerindeydik ve aşağı inmek için alçalmaya başlamıştı uçağımız. Uçak alçaldıkça ruhumdaki irtifanın arttığını hissediyordum. Zira bizim uçağımızın, güneşin, ayın, bütün kâinatın, bütün varlıkların onun için yaratıldığı Efendiler Efendisine (sav) yaklaşıyorduk.
Ve artık selam vakti idi. Essalatü vesselam aleyke ya ResulAllah, essalataü vesselam aleyke ya HabibAllah, essalatü vesselam aleyke ya seyyidel el evvelin vel ahirin.
Kalp atışlarımızın ritmi salâvatlara göre hızlanıp, yavaşlıyordu. Uçaktaki bütün yolcuların yüzünden bu duyguları okumak mümkündü. Yanımdaki koltukta mukaddes topraklara ilk defa ayak basacak olan Güven Usak vardı. Yüzü, kulakları nar gibi kızarmış. Bir şeyler söyleyecek oluyorum, beni duymuyor bile. Kendi dünyasında, kendi hülyalarında, Efendiler Efendisine selam ve bağlılığını bildirmekte.
Sol tarafta kendini Risale-i Nur hizmetine vakfetmiş 72 yaşında Bitlisli molla Yusuf var. Molla Yusuf Risale-i Nura olduğu kadar Cevşen-i Kebir’e ve Cevşendeki diğer duaların esrarına vukufiyetini sınıyor gibi bir hal içinde. Delail’in Nurdaki salâvatlar dilinde sıraya girmişler. O da cezbeye düşmüş bir derviş adeta. Uçağımızda iyi bir ressam bulunuyor olsa idi salâvatın cismini insanların görebileceği şekilde çizebilirdi.
Nihayet uçak yere dokunuyor. Arka koltuktaki hanımefendinin hıçkırıkları duyuluyor. Başımı çevirip ona bakıyorum. Ellerini açmış yaşlarla dolu gözlerini havaya dikmiş “Sana geliyorum Ya ResulAllah” nidasını duyuyorum.
İşte böyle yoğun ve karışık duygular içerisinde uçaktan iniyoruz. İstanbul’da gerçekten soğuk bir hava bizi uğurlamıştı. Ama Medine’de sıcaklığını yalnız iliklerimizde değil ruhumuzda da hissettiğimiz bir hava ile karşılandık. Bu öyle coğrafi konumla, çöl ortamı ile açıklanabilecek bir sıcaklık değildi. O coğrafyayı ısıtan ve o ısı ile yumuşatan ve o yumuşaklık ile şereflendiren en Şerefli Mahlûkun sıcaklığıydı.
Aprondan gümrüğe oradan da çıkış kapısından dışarıya çıkınca bu ziyaretimizin ne kadar rahat, bereketli ve verimli olacağının ilk alametleri ile karşılaştık. Çünkü karşımızda eskimeyen ve eskitilemeyen vefakâr, cefakâr dost Hasan Özbey ailesi ile birlikte bizi karşılamaya gelmiş. “Haliliye”yi kendine meslek ve düstur ittihaz ettiğinden Bediüzzaman hazretlerinin İhlas Risalesi’nde ifade ettiği “en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş” ifadesi Hasan Özbey’de kendini buluyor. Onun için çok şey yazılabilir. Ama bütün yazılacaklar onu kendi soyadı gibi net ve sade tarif edemeyeceği kanaatini taşıdığım için onunla yaptığımız röportajı okuduğunuzda soyadını unutmamanızı tavsiye ederim.
Hasan Özbey, eşi Nurefşan Hanım ve küçük kızı Besna. Ben Hasan Özbey ailesini tanıdığımda Besna henüz yeni doğmuştu. Annesinin kucağında Medine-i Münevvere’yi ziyaret edenlere hizmet ediyordu. Şimdi 8- 9 yaşlarında hizmetine devam ediyor. Vahdet Abi ile birlikte bizi kendi arabalarına alıyorlar. Salâvatlar ile Medine havaalanından otelimize doğru gidiyoruz.
Çantalarımızı otele yerleştirip hasrete bir son verebilmek için Mescid-i Haram’a yöneliyoruz. Yolda Hazret-i Ebubekir’in, hemen ondan sonra Hazret-i Ömer’in mescidini görüyoruz. 150 -200 metrelik yol bitmek bilmiyor. Varlık eleminin Efendisine (sav) ulaşmak, huzurunda dua etmek ruhumuzdaki ihtizazı bir nebze dindirir mi acaba? Habib-i Hüda’nın huzuruna vardığımda duygularımı kontrol edip Risale Haber okuyucularına aktarmayı hedefliyordum. Huzur-u Nebeviden çekilince anladım ki gaşyet halini yazmak şöyle dursun, hatırlamak dahi imkânsız.
Medine-i Münevvere. Evet, gerçekten münevver. Sakinleri münevver, zuvvarı münevver, havası münevver, taşı toprağı münevver, hayvanatı münevver... Yediden yetmişe bütün nesil münevver. Asr-ı saadette Güzeller Güzeli Sevgili (sav)’nin huzuruna cahil girip bir dakika sonra âlim, aydın, fazıl çıkılıyordu ya bu tasarrufu devam ediyor Habibullahın. Medine’nin münevver kalışı sükkan ve zuvvarının medeni oluşu işte ondandır. Orada Rahmet Peygamberi (sav) var. Orada sıdkın, ilmin aşkın hikmetin Peygamberi yaşıyor. Orada ensar var, orada ruh var.
İşte böyle münevver bir vasatta Risale-i Nur hizmeti nasıl yapılmakta, kiminle yapılmakta, ilk defa Medine’ye giden nurcular kimler? Bediüzzaman’ın 1948’de Medine’ye giden ilk talebeleri kimler? Medine’ye götürmeleri için Üstadımız onlara ne verdi? İnşallah önümüzdeki yazıda değineceğiz. Sağlık ve muhabbetle kalmanız duasıyla...