Siirt Valiliği, Siirt Üniversitesi, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen "Medreseler ve Din Eğitimi Sempozyumu" açış konuşmalarında dikkat çekici mesajlar yer almıştır.
AKAV Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, Medrese eğitimlerinin Peygamberimiz (asm) ile başladığını, o günden bu güne medreselerde yapılan çalışmaların tüm insanlığın mirası olduğunu, dünyada bir çözüm arayışı olduğunu, çözüm için de din eğitimi istediğini, Medresetüzzehra projesinin çözüm için bir çıkış önerisi olacağını, dünyanın din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu böyle bir projeye şiddetle ihtiyacının olduğunu, bu nedenle Akademik camianın Medresetüzzehra programına önem vermesi gerektiğini, dünyanın zihnî yaklaşım ve paradigmalarını ancak bu şekilde değiştirilebileceğini belirtmiştir.
Risale Akademi Kurucu Üyesi Dr. İsmail Benek, “Biz matematik ve fen alanında ürettiğimizi din ve sosyal alanda üretemedik. Yeni inşa edici bir gelişme kaydedemedik. Bu nedenle Said Nursi'nin ortaya koyduğu medrese-mektep-tekke birlikteliğine ihtiyaç var. Özel veya vakıf fark etmez, müstakil din bilimleri üniversitesi kurulmalıdır. Sorgusu olmayanın sorusu olmaz. Dolayısı ile kalıplarımız, paradigmalarımız sorgulanmaya, tartışmaya muhtaçtır. Aksi halde dinin Batı felsefesi karşısında girdiği kompleksten kurtulması mümkün değildir. Bediüzzaman 1911'de Şam'da Arap ulemasının önünde 35 yaşında bir genç olarak İslam dünyasının 6 ahlaki probleminin olduğunu söylemiştir. Said Nursi medresesine, neden Medresetüzzehra "Zehra" demiştir? Zehra, kadın adıdır. Çünkü bir kadın şefkatine ihtiyaç vardır. Doğurgan ve müşfik bir yapıdır o. Talebelerini eşit düzlemde görür. ‘Kardeşlerim’ der. Din eğitiminin daha özel ve daha bağımsız olması gerekir. Said Nursi bize külliyen reddetmek yerine muhakemeyi, kıyaslamayı öğretmiştir. Gelin hep birlikte Medresetüzzehra’yı akademik zemine aktaralım ve bunu da tevhid, tecdid, tefekkür ve teknoloji birlikteliği ile gerçekleştirelim.” şeklinde konuşmuştur.
Siirt Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Galip Bakır, “Dünyanın kusursuz mimarları annelerdir. Kendimizi inşa edenleri unutmamamız gerekir. Aslında biz onları ihmal edince kaybettik. Bunun için gelişemiyoruz. Biz kendimizi güncelleyemedik. Medreseler, Hz. Ali’nin ‘Çocuklarınızı geleceğe göre yetiştirin’ mesajını sanıyorum iyi alamadılar. Misafir gelince çocukları susturduk. Konuşmayan, soru sormayan bir nesil yetiştirdik. Hepimiz ebeveyn-okul-imam-çevre tezgâhından geçiyoruz. Eskiden bunlar birbirini tamamlardı. Şimdi çocuğu tv’ye, öğretmene, çevreye ve medyaya havale ediyoruz. Hepimiz bir yerlere takıldık kaldık. Fatih’in İstanbul’u fethetme ruhunu, aşkını kaybettik. Kendimizi yenileyemedik. Bu nedenle Kur’an ve Sünneti iyi anlamamız, eğitime önem vermemiz, derdi olan insan olmamız, kendimizi eleştirmemiz gerekiyor. Siirt üniversitesi ilahiyat fakültesini Tillo'ya kurmak istedik ama istenmedi. Maddi ve manevi ilimler bir arada okunacak belki marka olacaktı. Biz ilahiyatçılar çağın gerisinde kaldık.” şeklinde konuşmuştur.
Görüldüğü üzere İslam âleminin durumu bellidir. Her köşede cehalet, sefalet, kan ve savaş var. Bunlar hep zamanı iyi okuyamamanın, yenilenememenin, artı düşman oyununa gelmenin neticesidir. Aslında Batının saadeti İslam âleminin saadetine bağlıdır. Batı bugün sömürü düzeni, çeşitli savaş oyunları ile çok dehşetli ve kanlı bir dalavere çeviriyor. Bundan da kârlı çıktığını sanıyor. Çok küçük yaşlarda uyuşturucu, sefalet ve huzursuzluk gibi çağın çok sessiz ve derin hastalıkları ile boğuşan Batı dünyası, yaptıklarının faturasını, kendi gelecekleri olan çocuklarının gözleri önünde eridiklerini görme bahtsızlığına düşerek ödemekte ve acı acı düşünerek çözüm aramaktadır. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kurdukları düzenin ellerinde patlaması, ister istemez onları da İslamın saadet düzenine yüzlerini çevirmelerine mecbur edecektir.
İslam toplumlarına büyük iş düşmektedir. Ellerindeki hazinenin kıymetini anlamak, hem kendilerine, hem de insanlığa ışık vermek, gelişmenin, özgürlüğün, sağlıklı düşünmenin, düşünce üretmenin, yenilenmenin önündeki bütün engelleri kaldırmak zorundadırlar.
Özgür düşüncenin, yenilenmenin ve üreticiliğin beşiği, medreseler ve üniversitelerdir. Sempozyumun sonuç bildirisinin 4. maddesinde yer alan “3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanununu müteakip çıkarılan ve medreseleri, tekke ve zaviyeleri yasaklayan kanun veya genelgelerin kaldırılması-iptal edilmesi” şeklindeki önerinin yankı bularak Meclis’te bazı milletvekillerince kaldırılması için teşebbüste bulunulması, bu kapalı kapıların açılacağının güzel işaretleri olarak görülebilir.
1924 yılından bu yana görmezden gelinen medrese ehlinin, bir sempozyumda kendilerini ve problemlerini ifade etmesi, kendi bilgi dağarcıklarını aktararak çalışmalarını anlatmaları, akademisyenlerimizle tanışarak bilgi alışverişinde bulunmaları, normalleşmenin ve birbirini anlamanın çok güzel bir örneği, bazı akademisyenlerimizin medrese hocalarının tebliğlerini dinledikten sonra, anlayamadıkları konuları anlamanın sevincini paylaşmaları ayrı bir güzelliğin ifadesi olmuştur.
Sonuçta herkes birbirine muhtaç olduğunu ve biri birisiz gelişmenin ve kalkınmanın olamayacağını anlamamıza vesile olan çok dolu, güzel ve doyurucu konuşma ve tebliğlerle ilim dünyasına iyi bir manevi ziyafet çeken Siirt Valiliğine, Siirt Üniversitesine, Risale Akademiye, Akademik Araştırmalar Vakfına, çok kıymetli müderrislerimize ve akademisyen hocalarımıza teşekkür ediyoruz.