Bediüzzaman bir düşünür, bir müfessir, bir ilim ve din yorumcusu olarak hayata atıldığı zaman daha o gencecik yaşta Horhor’da bir üniversite hayali ile etrafındaki talebelerine büyük üniversitesinin ilkokul düzeyinde derslerini verir. Daha sonra Barla’da bu üniversitenin hem izah hem program mahiyetinde eserlerini verir. Risale-i Nur Medresetüz Zehra’nın hem program, hem de uygulamasıdır. Onun çekirdeklerini ihtiva eder, talebeleri bu çekirdekleri ağaca çevirmek görevini üstlenmişlerdir.
Bediüzzaman çok programlı ve ne zaman ne yapacağını bilen, uygulamayı zamanında yapan bir yazardır, fikir adamıdır, Bediüzzaman’dır. Zehra kelimesi hem Medresetüz Zehra’nın ikinci kelimesidir, hem de Ehhüccetüz Zehra isimli eserin ikinci kelimesidir. Bu tesadüfi bir benzerlik değildir. Bediüzzaman’ın son eseri sayılır Elhüccetüzzehra. Birinci kelimesi hüccet kelimesidir. Bu eser zehranın delilidir, ilerde kurulacak veya uygulama örnekleri verilmiş üniversitenin delilidir. Bediüzzaman bu yazdığı eserinden sonra bir eser vermediğine göre tezinin delilini bu eseri ile ortaya koymuştur. O zaman bu eserin iyiden iyiye gözden geçirilmesi gerekir. Burada o büyük üniversitenin neleri gizlidir, neler nazara verilmiştir? Bediüzzaman Zehra üniversitesinin hücceti, delili ve uygulamasını Afyon’da vermiştir. Muhakkak Zehra kelimesini bu eserin ikinci kelimesi olarak seçerken bu benzerliği düşünmüştür, eserini onun delili olarak göstermeyi de düşünmüştür.
Milli mücadelenin önemli mekanlarından olan Afyon ve çevresi savaşlara mekan olmuştur. Oralarda bir millet yedi düvele karış istiklalini kazanmak için savaşmıştır. Aynı şehirde savaşlardan bir süre sonra yine savaşlar olmuştur, Afyon Hapishanesi ve Afyon Cezaevi bu savaşların mekanlarıdır. Hapishanede yüzyıllarca cihanın dört bir yanında İslamın bayrağını dalgalandırmış, temevvüc ettirmiş bir milletin fen ve felsefe karşısında dinini korumaya çalışan bir büyük adamın sayesinde dini istiklali için çalışılmıştır. Ateizm ve natüralzm ve yolundan sapmış bilimlerin tahriplerini bu son eserinde de Bediüzzaman değişik perspektiflerden tamir etmiştir. Bu yüzden bu eser ve zaman çok önemli bir mahiyet arzeder. Bediüzzaman büyük projesini bu eserinde örneklemiş ve talebeleri örnek metinler vermiştir.
Şimdi Elhüccetüzzehra’da Medresetüz Zehra izlerini takip etmek gerekir. Bunun için yetmiş sahifeyi aşkın olan bu eserin iyice nazar-ı müdakkikane ile yorumlanması ve gözden geçirilmesi lüzumludur. Bu eser aynı zamanda Risale-i Nur’un bir özetidir. Ama çok nezih ve etkileyici bir üslupta özetidir. Hapishanenin o kadar zalimane düzenlenmiş zulüm atmosferinde Bediüzzaman’ın kafası yine eseri ile meşguldür. Ne gariptir ki o şiddetli baskı altında hedefine dönük bir şekilde yaşar. Zulme rağmen hiçbir şey yokmuş gibi hedefine doğru adım adım gider. Tezinin en son ve en harika bir örneğini verir Zehra üniversitesinin delilini ortaya koyar.
Risale-i Nur’un bütün temaları bu eserde yeniden farklı noktalardan anlatılmıştır. Tevhid, nübüvvet, namaz, haşir, değişik boyutlarda değerlendirilmiş ortaya bir hülasa konmuştur. Bediüzzaman son eserini ondan önceki eserlerinin bir hülasası olarak düşünmüş ve bunu gerçekleştirmiştir. Eserin üçüncü bölümünde hüccet kelimesi ve şehadet kelimesi konuların ana cümlelerinde esas cümlelerinde tekrar edilir. Üçüncü bölüme başlarken kullandığı cümle hüccet kelimesi eksenindedir. ”On bir halattan çıkan bir hüccet-i risalettir” der. Eserin adı ile eserde tekrar edilen kelime anahtar ve vurgu kelimesi olarak hüccettir. Yine nübüvvet bahsinde Kur’an’dan hareketle hüccet kelimesini kullanır. “Kur’an-ı Muciz ül Beyan hadsiz hakikatler ve hüccetleriyle risaletine sadıkiyetine şehadet eder.” Buradaki nübüvvet bahsinde daha öncekilerde olmayan bir farklılık ve çeşitlilik vardır. Ondokuzuncu Mektup ve Ondokuzuncu Söz’de olmayan farklı cümleler ve bakış açıları esere yüklenmiştir. Özellikle olaylarla birlikte nübüvvet bahsinde şahıslar ağırlık kazanmıştır.
Eserin bir başka özelliği Medresetüz Zehra’nın teknik olarak bir özelliği batı bilimleri, müsbet ilimler gibi gözleme dayanarak düşünmek ve dini gözlemlerden sonra değerlere esaslara varmaktır. Risale-i Nur’da bunun en önemli temsili eseri Ayet’ül Kübra’dır. Bediüzzaman, Hazreti Ali’nin (ra) mehdine mazhar olmuş olan bu eserine burada yeni bir alan ve boyut ilave eder. Bu bağlantıyı izah eder, eserin ikinci makamının başında. “Ayet’ül Kübra risalesinde dünya seyyahı Halıkını aramak bulmak, tanımak için bütün kainattan ve enva-ı mevcudattan sorduğu otuz üç yol ile kati bürhanlarla halıkını ilmel yakin ve aynelyakin bildiği gibi o aynı seyyah asırlarda ve arz ve semavat tabakalarında akliyle, kalbiyle, hayaliyle gezen yorulmaz, tok olmaz, bütün dünyayı bir şehir gibi görüp, teftiş ederek, kah Kur’an’ın hikmetine, kah felsefe hikmetine aklını bindirip geniş hayal dürbünü ile en uzak tabakalara bakarak hakikatleri vakide olduğu gibi görmüş, bizlere Ayet’ül Kübra’da kısmen haber vermiş.”
Bediüzzaman aynı temsili burada devam ettirir. “O dünyaya sırf Halıkını tanımak, bulmak için gelen seyyah aklına dedi. “Biz her şeyden Halıkımızı sorduk, güzel, tam cevap aldık. Şimdi “Güneşi güneşten sormak lazım darb-ı meseli gibi bir dahi halıkımızı ilim ve irade ve kudret gibi kudsi sıfatlarının tecellileriyle ve meşhud eserleri ile ve isimlerinin cilveleriyle tanımak, bulmak için seyahat daha yapacağız, diye dünyaya girdi.”
Bediüzzaman mukayeseli bir yol izler, dalaleti suçlamaz onun iptalini gözlemlerde anlatır. Bu Zehra üniversitesinin ders sisteminin teorisidir. Bediüzzaman’ın da isbat vadisinin teorisidir. Örneklerle iptal etmek. Bürhan ile teyid etmek, mücerredden kaçmak. Hıristiyanlığın da İslamın da fen ve felsefe karşısında tutunamaması mücerredin içinden skolastikten çıkamamaktır. Bu yüzden Bediüzzaman ikili bakış açısını kullanır. Bir oraya bakar bir buraya bakar.
Dünyaya giren adam yoluna devam ediyor. “Ve ikinci bir cereyan olan ehl-i dalalet gibi birden küre-i arz sefinesine bindi. Hikmet-i Kur’an’iyeye tabi olmayan fen ve felsefe gözlüğünü takdı. Ve Kur’an okumayan coğrafya fenninin programıyla baktı gördü ki. nihayetsiz bir boşlukta bir senede yirmidört bin senelik bir dairede top güllesinden yetmiş defa süratli bir hareketle gezer. Yüzbinler nevi biçare aciz zihayatları içine almış, eğer bir dakika yolunu şaşırsa veya bir serseri yıldıza çarpsa parçalanarak hadsiz fezada sukut ile bütün o biçare zihayatları ademe, hiçliğe boşaltacak, dökecek diye anladı. Gayrilmeğdubi aleyhim cereyanının dehşetli manevi musibetini evkezulumatin fibahrinlücciyyin’in boğucu karanlığını hissederek “Eyvah ne yaptık? Bu dehşetli gemiye neden bindik? Bundan kurtulmak çaresi nedir?” diye o kör felsefenin gözlüğünü kırdı.”
Burada bugün lise ve üniversitelerde okutulan fen, felsefe ve coğrafya derslerinin bakış açıları söz konusu ve onlar hala okunuyor. Alternatif Zehra üniversitesinin hüccetidir. Bunu bu ilimlere uygulamak bu örnek metinleri şumüllü ve kapsamlı ve kitaba dönüştürecek kadar eserler vermekle olur. Kitabı da Bediüzzaman yazacak değil ya, büyük adamlar örnek metinler yayınlar diğerleri onları genişlendirir. Rahat ve rehavet devri ama iş bitmedi ki, daha çok daha bilimsel ve gayretli çalışmak gerekir, işte hüccet ortada.
Şimdi vahşi batının bakış açısını eyvah ve dehşetli kelimeleri ile anlatın Bediüzzaman oradan vahşetten kurtulmak için Kur’an’ın hikmetinin imdadını kabul eder. Gemideki adam birden bire kör felsefenin gözlüğünü kırar ve ellezine enamte aleyhim cereyanına girer. Birden Kur’an ın hikmeti imdadına gelir. Ona işin hakikatını gösteren bir dürbün verir. Aklına bir dürbün verdi der. Yeni bakış açısını tasvir eder. “Zemini gayet muntazam ve selametli bir gemi ve zihayatları rızıklarıyla beraber içine doldurmuş kainat denizinde çok hikmetler ve menfaatler için seyahatle güneş etrafında gezdirip mevsimlerin mahsulatını erzak isteyenlere getirir ve Sevr ve Hut namlarında iki meleği o sefineye kaptan yapmış, gayet güzel ve muhteşem memleket-i Rabbaniyede Halık-ı Zülcelal’in mahlukat ve misafirlerini keyiflendirmek için gezdiriyor.”
Şimdi seyyah gemiden iner hayvanat ve insanlar alemine girer. Tam tiyatro ve sinema gibi bir anlatım, bu da medresenin Zehra üniversitesinin anlatımı içinde. Hareketli kurmaca, romansal veya temsili ne dersen de, hikaye, roman, temsil, tiyatro, dramatizasyon bunların hepsi yine insan, değişen isimlendirmeler. Yoksa insanlar anlatmayı tahkiyeyi her yerde her ülkede her dilde yapıyor. Dillerin değişmesi insanın anlatmasını iptal etmez. Tebeddülü elfaz ile hakikat değişmez. Şimdi bizim arkadaşlarımız Bediüzzaman gibi kurmaca ile tahkiye ile fenni hakikatleri anlatabilirler. İşte Zehra üniversitesi.
“O seyyah kürei arz gemisinden çıkıp hayvanat ve insanlar alemine girdi. Dinden ruh almayan hikmet-i tabiiye gözlüğü ile o aleme baktı, gördü ki : O hadsiz zihayatların hadsiz ihtiyaçları ve onları inciten ve hırpalayan hadsiz muzır düşmanları ve merhametsiz hadiseleri var iken o ihtiyaçlara karşı sermayeleri binden belki yüzbinden ancak bir olabilir. Ve o muzır şeylere mukabil iktidarları milyondan ancak birdir. Bu çok dehşetli ve acınacak vaziyette rikkat-i cinsiye ve şefkati neviye ve akıl alakadarlığı ile onların haline o derece acıdı ve mahzun ve meyus ve cehennem azabı gibi elemler alırken ve o perişan aleme girdiğine bin pişman olurken birden hikmet-i Kur’an’iye imdadına yetişti.”
Bundan sonraki bahisler fen ile kozmoğrafya ve felsefenin bakış açıları ile Kur’an‘ın bakış açısının karşılaştırması devam eder. İşte Elhüccetüz Zehra’da Medresetüz Zehra’nın hüccetlerinden görebildiğim kadarı ile bir nebzecik. Mutlu olsun Afyon böyle bir üniversitenin temel argüman ve temalarının yazıldığı mekan olmakla. Bediüzzaman’ın bu büyük eserlerinin yazıldığı mekanları ona layık hale getirmek gerekir.