Medresetüzzehra, batının meydan okumasına karşı üretilmiş bir çözümdür

“Medresetüzzehra Müzakereleri”nin konuğu Doç. Dr. Ahmet Yıldız

Röportaj: Serdar Bilgi-Risale Akademi

“Medresetüzzehra Müzakereleri” kapsamında Doç. Dr. Ahmet Yıldız’la konuştuk…

Medresetüzzehra ile ilgili farklı tanımlamalar var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Farklı bakış açıları fıtridir. Biliyoruz ki din değişmez ama bizim dini anlama biçimimiz değişir. Çünkü kendi zamanımızın çocuklarıyız hepimiz. Aynı şekilde Risale-i Nur metinleri esas itibariyle erişimimize açık. Bizim risaleyi anlama biçimlerimiz farklı farklı olabilir. Bunlar düşüncenin gıdalarıdır. Medresetüzzehra müzakerelerini bu bağlamda önemsiyorum, çünkü düşünceyi tahrik edecek, harekete geçirecek, besleyecek fikriyatla aksiyonun birleştiği bir noktada belki de bu gün bölgesel, ulusal ya da uluslararası ölçekte insanlığın karşı karşıya olduğu bazı problemlerin çözümü noktasında önemli ipuçları yakalamış olacağız.

Son derece tarihi bir meseleden bahsediyoruz. Bunu ne ateşlemişti? İngiliz siyasetçi Gladiston’un muhtemelen 1876’da Osmanlı Devletinin Bulgar isyanını kanlı bir şekilde bastırmasından sonra Avam Kamarasında yaptığı bir konuşmayı, 1898’de o dönemdeki gazetelerden birinde okuyunca, tepki olarak Bediüzzaman’ın “Ben Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim” sözünün arkasından gelen bir fikir olarak ortaya çıktığı söylenir.

Medresetüzzehra’yı nasıl anlamalıyız?

Medresetüzzehra’yı düşündüğümüzde elbette aklımıza ilk anda bir eğitim modeli gelecektir. Bununla birlikte, Medresetüzzehra aynı zamanda bir medeniyet ufkudur. Bize ait bir modernliğin nasıl inşa edileceğine dair bir tefekkür ve aksiyon penceresidir. Medresetüzzehra’yı bu açıdan değerlendirdiğimizde karşımıza çok daha zengin bir yelpaze çıkacaktır. Mederesetüzzehra yaklaşık yüz yılı aşan bir tarihe sahip bir düşünce, aynı zamanda da bir aksiyonun yansımasıdır.

İkinci bakış açısı da sanırım Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra’nın manevi olarak gerçekleşmesi diye nitelediği ve Risale-i Nur’la somutlaşmış anlayışın ancak medrese içinde gelişebileceğidir. Çünkü Bediüzzaman Emirdağ Lahikasında Risale-i Nur’a ilişkin olarak şu tesbitte bulunur: Risale-i Nur medreseden çıkmış, ilim içinde hakikate bir yol açmıştır. Tasavvufu da elfazına lübb yapan bir tefekkürdür.

Risalenin Medreseden çıkması, “medreseli olması” ne anlama geliyor?

Öncelikle Risale-i Nur ilim geleneği içinde ortaya çıkmıştır. İslam düşünce geleneğinin üç büyük mecrası var: Felsefe/kelam, ulemanın temsil ettiği İslam fıkıh geleneği ve tarikatler ve tekkeler şeklinde somutlaşmış bir akım olarak, hakikatin estetik boyutu diyebileceğimiz boyutunu yakalayan, sözelleştirilemeyen ama irfani tecrübe olarak yaşadığımız bir olgu olan tasavvuf. Risale metinleri, tasavvufun beraberinde getirdiği hakikatin estetik tarafını yakalayan ama ilim içinde ortaya çıkmış, tasavvufu lafızlarına yedirerek sözel olarak aktarabilen metinlerdir. Bu açıdan Medresetüzzehra’nın temsil ettiği, idealize ettiği hedefi Risale-i Nur metinlerinin gerçekleştirdiğini ve somut olarak ortaya koyduğunu söylememiz mümkündür; yani üç büyük geleneği birleştirerek mektebi de yeni bilimleri de bunun içine katarak onları bir üniversitenin ayrı ayrı bölümleri, ya da bir evin ayrı ayrı odaları olarak kabul edip mecma-ı küll olarak adlandırdığı salonda bir araya getiren, bu geleneklerin hepsini birleştiren ve bunu da Risale-i Nurla ortaya koyan büyük bir sentez görüyoruz.

Bediüzzaman, Medresetüzzehra ideali ile neyi hedeflemiştir?

Hedeflediği üç şey var. Evet, ittihat ve terakkiyi, yani birlik ve ilerlemeyi çokça duyarız. Ama bütün toplumların talep ettiği şey budur. Dirlik ve düzen içerisinde bir arada yaşamanın, beraberinde ilerlemeyi getirdiği var sayılır. Dolayısı ile ittihat ve terakkiye hepimizin ihtiyacı var. Toplum olarak bir arada yaşamanın amacı da bu ikisinin beraberinde getireceği sonuçtur. O da nedir? Barıştır. Dolayısı ile biz Medresetüzzehra’yı genel dünya barışı, ittihad ve terakki eksenlerinde bölgesel, Osmanlı ve İslam ölçeğinde boyutları olan, hem bir düşünce, hem de aksiyon olarak değerlendirebiliyoruz.

Medresetü'z-Zehra’yı din ve bilim ilişkisini harekete geçirme hareketi olarak tanımlarsak böyle bir hareketin tarihte ve günümüzde örnekleri var mıdır? Bu hareketin evrensel değeri nedir?

1986’da şehit edilen İsmail Raci el-Faruki’nin, Filistinli Müslüman bir âlimin, öncülük yaptığı bilginin İslamileştirilmesi tezi tam olmasa da iyi niyetli bir örnek olabilir. Bilginin İslamileştirilmesi tezi yarım kalmış, tamamlanmamış, çok da başarılı olamamıştır ama son derece iyi niyetli ancak politik niteliği de olan bir projedir.

Bilginin İslami tefekküre dönüşebilmesi nasıl mümkün olacak? Bilginin İslamileştirilmesi nasıl mümkün olacak? 

Risale-i Nur, anlayışımıza tevhit ışığını tutarak ve her şeye Mana-yı Harfi perspektifi ile nasıl bakacağımızı göstererek bunu gerçekleştirir. Kâinata kendisi için ve kendinde bir varlık olarak bakmaz. Yaratıcısını anlatan bir kitap olarak bakar. Dolayısı ile topluma da bu açıdan bakar. Tarihe de bu açıdan bakar. Bizim hayatımız da bir kitap. Fert olarak bir kitap, toplum olarak da öyle. Biz başımıza gelen her şeyle kaderin ilişkisini kurarız. Ve biliriz ki “her şey ya bizzat ya neticesi itibariyle güzeldir.” Öyle ise biz bu açıdan baktığımızda yaşadığımız her şeyin kâinatla, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerin, Esma-i Hüsna temelinde nasıl nurlanabileceğini, nasıl İslami tefekkürün konusu haline gelebileceğini, nasıl Allah’a götüren birer ayet, birer remiz haline gelebileceğini niyet, nazar, mana-yı ismi, mana-yı harfi ölçülerinden kolayca çıkarabiliyoruz.

Modernliğin ürettiği ilerleme fikri ve menfi milliyetçiliğin beraberinde getirdiği yeni toplumsal yaşama biçiminin ortaya çıkardığı problemler karşısında nasıl bir yaklaşımı temsil ediyor Medresetüzzehra?

Medresetüzzehra’nın fikri arka planının modern bilim karşısında nasıl bir pozisyon aldığını ve diğer büyük meydan okuma olan menfi milliyetçiliği İslami anlayış açısından nasıl nötralize ettiğini Risale-i Nur metinlerinde rahatlıkla izlemek mümkündür. Bu nokta

önemli. Örnekleyerek bu izah edeyim. Fransa laikliğin ana vatanıdır. Laikliğin Fransa’nın bütününde uygulandığını düşünüyorsak yanılırız. Çünkü Fransa’nın Almanca konuşan bir Alcase-Loren bölgesi var. Bu bölge Fransa’ya katılırken, katılım plebisitinde burada laiklik ilkelerinin uygulanmamasını şart olarak koşmuştur ve bugün de bu bölgede laiklik devlet-toplum ilişkilerini yöneten temel bir prensip değildir.

“Müminler ancak kardeştir” ilkesi ile bu toplumu meydana getiren farklı etnik gruplardan insanların birbirini kardeş bilerek yaşamasını istiyorsak, o zaman kader-i ilahinin bir işaretiyle ortaya koyduğu gibi şark toplumlarını ayağa kaldıracak ve onların ilerlemesine esas oluşturacak olan zembereğin din olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Dini temel yapmak zorundasınız. Diğer bölgelerde ladiniliği esas ittihaz etseniz bile bu bölgede fünun-ı cedideyi değil ulum-ı diniyeyi esas ittihaz kabul etmek ve bunun üzerinden hareket ederek de İslam kardeşliğini toplumsal örgütlenme ve ilişkilere esas olarak görmek zorundasınız. Medresetüzzehra’nın böyle bir zemini ve arka planı vardır. Bunu hatırlamakta yarar olduğu kanaatindeyim.

Seküler bir ortamda, Allah’ın olmadığı ya da tasarrufunun bulunmadığı bir tarih, tabiat ve toplum anlayışından hareket edilerek üretilmiş bir bilim zorunlu olarak materyalist bir bilimdir. Bu bilim anlayışının, sizi ya agnostisizme ya da ateizme götürmesi beklenir. Dolayısı ile modern bilimin çıkış noktası Yaratıcının varlığını yok sayma, yokluğunu kabul etme üzerine kuruludur. Bu imkânsızın ispatını içerir, yokluğu veri olarak almak anlamına gelir.

İnsanların çoğunluğuna -bugün de öyle- yoksulluk getiren, şiddet getiren, onları bu dünyaya mahkûm eden, tek dünyalı hale getiren, hayatı yaşanmaz kılan, zorluklar karşısındaki sebatlarını ve sabırlarını ortadan kaldıran bir inancın bize terakki olarak sunulması, terakki değildir. İnsanın sonsuzluk arzusuna hitap etmeyen hiçbir düşünce biçimi insanı insanlaştırmaz. En büyük insanlığa doğru giden yolda bir mesafe teşkil etmez. Batı medeniyetinin bu açıdan çok büyük günahı vardır ve Bediüzzaman bunu net bir şekilde ortaya koymuştur.

Medresetüzzehra, XVII. yüzyıldan itibaren dünyaya üstünlüğünü kabul ettiren ve süreç içerisinde bütün dünyayı sömürgeleştirerek kendi çıkarları için alet haline getiren batı modernliğinin zorunlu hale getirdiği iki büyük meydan okumaya karşı üretilmiş pozitif bir cevap ve çözümdür. Materyalist zemine oturtulmuş modern bilimlerle terakki, ilerleme fikri arasında kurulan zorunluluk ilişkisi, yani “Modernlik zorunlu olarak beraberinde ilerlemeyi de getirir. Eğer siz ilerlemek istiyorsanız modern olmak zorundasınız. Modernlik de öyle her yerde ortaya çıkan bir şey değildir. Hele şark Müslüman toplulukları modernliği kendisi üretemez. Birilerinin gelip onlar adına modernliğin ne olduğunu onlar için anlatması ve üretmesi gerekir, o da sömürgeci efendilerdir” şeklinde ifade edebileceğimiz bir yaklaşım. Terakkiden anlayacağımız şey de elbette manevi terakki değil, dünyevi terakkidir. Dünyevi terakkinin ne anlama geldiğini de bu gün rahatlıkla sorgulayabilecek durumdayız. Dolayısı ile böyle bir zorunluluk ilişkisi ve yeni bir toplumsal tahayyülün temeline din yerine milliyetin yerleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan menfi milliyet akımının beraberinde getirdiği meseleler olarak karşımıza çıkıyor.  

Bediüzzaman bu meseleye karşı müspet harekete dayalı, teslimiyetçilikten uzak, bilgi, ahlak ve davranış ilişkisini Batı modernizminin yıkıcı etkilerini ortadan kaldıracak ve bize ait modernliğin inşasına imkân verecek tarzda yeniden üreten bir bakış açısı, hareket tarzı ve çözüm sistematiği ortaya koyar.

Medresetüzzehra idealinin evrensel yönünü değerlendirebilir misiniz?

Medresetüzzehranın tarihi serencamına baktığımızda aslında ilginç şeylerle karşılaşıyoruz. Medresetüzzehra hem bir düşünce, hem de bir proje olarak, hem bölgesel, hem Osmanlı ölçeğinde bütün Müslüman dünyaya hitap eden boyutlar taşır. Dolayısı ile Medresetüzzehra idealinin evrensel yönü vardır. Bediüzzaman’ın bölgesel açıdan baktığımızda son derece önemli bir noktaya vurgu yaptığını görüyoruz.

O vurgu nedir?

Maarif adı verilen Tanzimat’la ortaya çıkan ve batıda gelişen yeni bilimlerin, fünun-ı cedidenin medrese yoluyla bölgeye girmesini sağlamak. Kürt coğrafyasındaki eğitimsizliğin, yoksulluğun ve bunun beraberinde getirdiği aşiret yapısına dayalı tarafgirlik ve çatışmacı ilişkilerin yol açtığı pozisyonel tavır almaları, çatışmaların çözümü açısından değerlendirdiğimizde yeni bilimlerle medrese yoluyla tanışmanın büyük önem taşıdığını biliyoruz. Modern bilginin seküler karakterini ifşa eden, üzerindeki objektiflik perdesine sarılı materyalizm örtüsünü yırtıp atan ve mana-yı harfi perspektifiyle “nurlandıran” bakış açısı ise tüm insanlığın bilincine tevhidi fısıldayan bir marifet anahtarıdır.

Medresetüzzehra idealinin bugüne dönük tazammunları nelerdir?

Birincisi, medresetüzzehra yeni bir bilgi anlayışını, İslami bilgi anlayışını temsil eder. Medrese-mektep-tekke ya da kelam-fıkıh-tasavvuf-bilim geleneklerinin tevhidini ihtiva eder. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Şu medrese ukûl/akıllar yanında en âlâ bir mektep, kulûb/ kalpler yanında en ekmel medrese, vicdanlar nazarında en mukaddes zaviyeyi temsil edecektir.”

Hemen not edeyim, Bediüzzaman’ın kurulu medreselere dönük çok önemli eleştirileri var. Bunları yeri olmadığı için belirtmeyeceğim. Ama medreseleri veri olarak alması üzerinde soru olarak da ifade ettim. Bu çok önemli bir şey. Kapıyı açmak istiyorsanız doğru anahtarı seçin. Kapıyı açtıktan sonra içeriden dışarıya atacağınız, ortalığı temizlemeniz gereken bir sürü muzahrafatla karşılaşabilirsiniz. Muhakemât, bunu ifade ve temsil eder. İkincisi, menfi milliyetçiliğin İslam kardeşliği temelinde nötralize edilmesi.

Medresetüzzehra’nın ortadan kaldırmak istediği bölünmeler sadece milli bölünmeler de değil. Şii-Sunni bölünmesinin de aşılması ve bu açıdan da tevhid eksenine Ehl-i Beyt muhabbeti temelinde ulaşılması, yine Medresetüzzehra’nın tazammunları içerisindedir diye düşünüyorum. Çünkü Medresetüzzehra’nın kuşattığı coğrafya içerisinde İran da var. Müslümanların bir kısmı Kum’dan, bir kısmı Ezher’den, bir kısmı da Medine’den beslense bile hepsi suyun ortak bir çeşmeden geldiğini fark etmek zorunda. O zaman karşılıklı ünsiyet, karşılıklı muarefe gerçekleşebilir. Medresetüzzehra böyle bir muarefenin, karşılıklı anlayışın beraberinde getireceği kardeşliğin beşiği olarak düşünülmüş ve formüle edilmiştir.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Özel Haberleri