19 Nisan Cumartesi günü Risale Akademi’de Medresetüzzahra çalıştayı düzenlendi. Çalıştayın içeriği bir makaleye sığmayacak kadar zengin olmakla beraber çalıştaydan bazı notları, kendi baktığım pencereden, paylaşmak istiyorum.
Medresetüzzehra ittihad-ı İslam için bir araçtır, amaç değildir. Amaç İttihad-ı İslamdır. İttihad-ı İslam sadece Müslümanları ilgilendiren bir netice de değildir. Bütün insanlığı ilgilendiriyor, kâinatı ilgilendiriyor. Avrupa dahi kendi çıkarları için bu ittihadı isteyecek ve taraftar olacaktır. Bugün Batı insanının Risalelerin hakikatlerine ihtiyacı var fakat biz onların anlayışına Risaleleri ne kadar sunabiliyoruz?
Medresetüzzehra nasıl tecessüm edebilir? Bir binası, mekânı mı olmalı? Yoksa e-üniversite gibi internet üzerinden insanlara ulaşılıp ihtiyaçlarına ve isteklerine göre cevap verilebilir mi? Elbette bir kurum, tecessüm etmiş bir yapılanma Medresetüzzehra’nın ilham verdiği bir yapı olabilir. Ama tümü ile Medresetüzzeha’yı taşıması beklenemez. Ancak ona hizmet edebilir. Medresetüzzehra’yı bir model olarak kabul edilse, o modele münasip çok çeşitli ve bölgesel ihtiyaçlara cevap verecek tarzda yapılanmalar olabilir.
Bunlar yapılırken temel prensiplerin korunması hayatî önem taşır. Risale-i Nur’da Medresetüzzehra’nın olmazsa olmazlarından bazıları şunlardır:
· Dikey yapılanmalar hiçbir şekilde Medresetüzzehra’da söz konusu olamaz. Bir kişi müderris gibi ders veren konumda da olsa ve manen çok yüksek de olsa istibdat uygulayamaz, bir makam ve mertebe sahibi olamaz. Üstad bize “kardeşlerim” diye hitap ediyor ve “omuz omuzasınız, takaddüm ve tahakküm işimizi bozar” diyor.
· Medresetüzzehra’da aynı kişi bir yandan ders veren, bir yandan ders alan olmalı ve olabilmelidir. Bir konuda ders verirken başka konuda ders almalı ve “beşikten mezara kadar ilim yapınız” emr-i Nebevîsine riayet edilmelidir.
· Medresetüzzehra her insana danışmanlık hizmeti verebilmelidir. Ona, ulaşmak isteyen herkes ulaşabilmeli ve kendi ihtiyacına uygun olanı alabilmelidir. Elbette bunun için ne istediğini anlatacağı ve ona ihtiyacı olanı Risaleler içinde gösterebilecek bir uzmanla muhatap olabilmeli.
· Medresetüzzehra, kişinin şahsi kemalatına hizmet etmeli, ömür boyu kendini eğitmesine ve iki günü birbirine eşit olmamasına hizmet edebilmeli.
· Tecdid, tefekkür ve inşa, eğitimin temelinde olmalı.
· Medresetüzzehra, klasik din eğitimine veya klasik fen eğitimine hizmet etmez daha aşkın bir misyonu vardır.
· Sivil olmalı ve hiçbir otoritenin yönlendirmesi altına girmemelidir.
· Medresetüzzehra içinde hiçbir şahıs veya hiçbir cemaat kendini yaşatma, varlığını devam ettirme derdine düşmemeli, hedefe kilitlenmeli, “ben yapamazsam liyakatlı biri yapar” diyebilmeli.
· Arapça vacip, bölgenin resmi dili lazım, yöresel dil ise caiz olmalıdır. Elbette bölgeye göre bu değişiklik arz edecektir. Günümüzde bilim dilinin İngilizce olduğu gerçeği de göz ardı edilemez bir gerçektir. Üstadın “fünun-u cedide” tabiri içinde bunu değerlendirebiliriz.
· İhlas, uhuvvet risalelerindeki ve lahikalardaki düsturların yekunu Medresetüzzehra’nın olmazsa olmazlarıdır. Bunlara uygunluğu sağlayabilmek, sürdürülebilirliğin şartıdır.
Mevcut Risale-i Nur hizmetleri elbette Medresetüzzehra’nın icracısıdırlar, fakat bazı vazifeler üzerine eğilmek gereği var. İttihad-ı İslam ve Şeriat-ı Garra her Nur Talebesinin gayret alanı değil midir? Çevremizdeki her insanın, hangi dinden ve ırktan olursa olsun bu hakikatler ihtiyacı yok mudur? Peki biz bunları onlara gerektiği gibi servis edebiliyor muyuz? Kaç gayr-ı Müslim ile arkadaşız? Bilmeyen kaç yabancıyı Risalelerin hakikatleri ile tanıştırabildik? İnternet üzerinden dünyada ulaşılamayacak yer kalmadı sayılır. Peki biz dünyanın ne kadarı ile Risaleler üzerinden irtibatlıyız? Mesela kaç Ermenî Nur Telebesi var? Üstadımız onların yüksek seciyelerinden bahsediyor ve davalarına ne kadar sadık insanlar olduklarını nazarımıza veriyor. Böyle iken ne kadarına Risalelerin hakikatlerini ulaştırabildik? Yoksa onları ötekileştirdik mi?
Medresetüzzera’nın tecessüm etmesi ihtiyacı var. Öncelikle zihinlerimizde, hayallerde tecessüm etmesi gerekiyor ve bu çalışmalar da bu zihnî tecessüme hizmet ediyor.
Medresetüzzehra, klasik medreseye fen bilimleri eklemek demek değildir. Fen bilimlerinin Allah’tan ötürü tarifi ve belki Risalelere göre bu bilimlerin yeniden tasnifi gerektir. Mesela “fenn-i iaşe” diyor. Bunun içine hem bitkiler, hem hayvanlar, hem de insanlar giriyor. Günümüzde modern bilim, bu üçünü bir ilim dalı altında bir araya getirememiş, tek bir hakikati sadece akıl ile baktığı için bölüp parçalamıştır. Şimdi bazı bilim dallarının iç içe geçmesi ile yeni alanlar çıkıyor, fakat bitki, hayvan ve insanın üçüne birden taalluk eden bir bilim dalı pek yok. Hâlbuki Risalelerde insan, küre-i arz ve kâinat üçlüsü daima nazara veriliyor. Belki de bilimler bu noktadan yeniden tasnif edilmelidir. Tevhid nazarı ile kâinata, dünyaya ve insana bakmaya yol açacak tarzda bilimler yeniden tasnif edilmelidir.
Mesela Medresetüzzehra’nın Fettahiyyet bölümü ya da kürsüsü (adı ne olacak ise) tomurcukların açması, yumurtadan civciv çıkarılması ve insanın istidatlarının inkişafını bir arada ele alsa? Modern bilim camitleri, bitkileri ve hayvanları bölüp parçalamış, kendisi hemcinsleri ile muavenet etmediği gibi, bunlar arasındaki teavünü de gizlemiş, üstünü örtmüştür. Küfür, zehrini bu ilimler üzerinden zihinlere şırınga etmiştir.
Bunların yanında Medresetüzzehra’yı eğitim tarihi açısından da değerlendirmek mümkündür. Nizamiye Medreseleri, Ezher, Humbolt, üçüncü kuşak üniversiteleri ile bir kritiği yapılabilir. Mesela Aristo ve Platon’daki ferdî eğitim modeli ile Medresetüzzehra’nın bir karşılaştırması yapılabilir.
Başka bir mesele de Üstadın hayat evreleri ile “iman - hayat - şeriat” eşleştirmesidir.
İman; İkinci Said’e tekabül ediyor. İmanın erkânına saldırı var. Din ve dinle ilgili her şeyin yakılıp yıkılmaya çalışıldığı bir dönem ve İkinci Said, sadece iman kurtarmak üzerinde duruyor. Hayat ise, Üçüncü Said dönemine denk geliyor. Yeni kurulan Cumhuriyetin insanı devlet ile İman ve İslam çerçevesinde Avrupa ile nasıl ilişkiler kuracak? Bunu gösteriyor. Şeriat ise, Birinci Said dönemine bakıyor. Üstad için birinci olan dönem yani Birinci Said dönemi bizim için üçüncü dönem oluyor.
Biz önce İkinci Said sonra üçüncü Said ve onun arkasından Birinci Said’i okursak bizim için daha anlamlı ve yol gösterici olabilir. Birinci Said döneminde İslam Halifesi var, Şeriata muvafık hareket var (elbette aksaklıklarla beraber). Bizim için Birinci Said dönemi henüz gelmedi. İttihad-ı İslam ve Şeriat-ı Garra ile bu dönem mümkündür. Burada şu sorun da karşımıza çıkıyor ki; biz Birinci Said’i ne kadar biliyoruz? Anlamak bir yana kullandığı kavramların günümüz terminolojisindeki karşılıklarından bile belki haberdar değiliz. Âlemimizde karşılıkları yok. Mesela Birinci Said döneminde Müslüman olmayan komşuları var. Yaşanan kültürün içinde, Rumlar ile bir arada yaşamak var. Ama bizim hiç bu kültürler ile irtibatımız var mı? Bir gayr-ı Müslim hasbelkader komşumuz olsa, evine gidiyor muyuz, kültürünü paylaşıyor muyuz, onu ötekileştirmeden hayatımızın bir parçası kılabiliyor muyuz? Sanırım henüz cemaatler arasında bile bu mutabakata erişemedik.
Başta da belirttiğimiz üzere bu çalıştayın notları bir makaleye sığmaz. Son olarak sadece birkaç noktaya kısa başlıklarla değinmek isteriz:
*Üstad Darü’l-Hikme eleştirisi yapıyor.
*Gazali ile Bediüzzaman’ın karşılaştırmalı okunması çok önemlidir.
*Medresetüzzahra bir sertifikasyon sistemi kurarak yaygınlaşabilir. Özel yasa ile bir düzenleme yapılabilir. “Risale-i Nur Eğitim Kurumları” bu ruha uygun olarak vücuda gelebilir.
* Üstad Muhakemat’ta Ebu’l-İz’i misal getiriyor. Farklı biri gerçekten. Kendi ana dili Kürtçe, yaşadığı yerde resmi dil Türkçe ve eğitim aldığı medresede eğitim dili Arapçadır. Nizamiye Medreselerinde eğitim almış, bir prototip olmuştur.
* Bir işin başında “bu işin sahibi benim” diyen bir tek adam olmadığında o iş daha yaygın hale gelir. İnhisar altına alınmamış olur. Bu yüzden Medresetüzzehra bir genel çerçeve, bir model, genel prensipler manzumesi olup, bu prensiplere uygun olarak herkes kendi bölgesinde, kendi çevresi ve çerçevesi içinde, bu modeli gücü yettiğince uygulayabilir. Risale-i Nur eksenli cemaatler hal-i hazırda bu işin bir ayağını yürütüyor, fakat boşluklar var. Bunların uygun şekilde doldurulması ve her ihtiyacı olanın rahatça ulaşabileceği evrensel bir sistem kurulması gerekir.
*Kimsenin tek başına “ben Medresetüzzehra’yım ve onun temsilcisiyim deme şansı yoktur. Bu model, şahs-ı maneviyi önümüze koyuyor.
Son olarak bir mücessem semere belki de ders baklavası diyebileceğimiz ve katılımcıların mutabakatı ile kabul edilen projeyi zikredelim: Piyasadaki tezsiz ders uygulamasının aksine “derssiz tez” uygulaması yapılacak. Altı kişiden oluşan bir eş danışmanlık grubu kurulacak (ve katılımcılar arasından kuruldu), herkes kendi alanında çalışarak Risale-i Nur’dan bir tez hazırlayacak. Bu grupta herkes diğerleri için hem hoca, hem de talebe olacak ve üç ay sonra bir araya gelip birbirlerine sunumlarını yapacaklar. Böylece her katılımcı kendi konusunu çalışıp diğerlerine dersini sunmuş ve uzman olmadığı beş konuda da derinlemesine bilgi edinmiş olacak. İnşallah bu model çalışma ile farklı grupların kendi alanlarında devam ettirmesiyle ciddi bir eğitim zinciri başlamış olacaktır.