Bilimin ve fenlerin incelediği her mevcudu istisnasız ve şek ve şüphesiz Allah yaratmıştır. Müessire olan kudret ve muhassısa olan irade ve mümeyyize olan ilim ile ademden vücuda çıkarmıştır. (Hulusi Ağabeyin 9. Lema ile ilgili ders notlarına nazaran ilim sıfatının evvel zikredilmesi daha münasib olur. Risale-i Nurun bahisleri nokta-i nazarında dahi böyledir.)
Madem hakikat budur öyle ise fenleri anlatan ders kitapları ve bilimsel çalışmaların kâffesi Allah’ı anlatır ve anlatmalıdır. Çünkü sanat elbette sanatkârını gösterir.
Öyle ise bir bilim adamı ve mütefennin “ben nasıl ilmim ile Allah’ı anlatırım” cümlesini kurması bile bir cihette abestir. Zira üzerinde çalıştığı her ne ise işte o Allah’a aittir.
Demek mesele bilim ve fenlerin alakadar olduğu mevcudâtı hakikati ile görmek ve bu hakikatı usulü münasib ile anlatmaktan ibarettir.
Bunun için elbette bilim ve fenlerin ilgilendiği alanın mevcudâtının mahlûkatının hakaikini görmek gerekir.
Demek evvelki vazife kainatın mahlûkâtının hakikatine nüfus edebilen bir nazarı kazanmaktır.
Bu nazarı kazanan bir nur talebesinin ilgi alanı olan konuda ders kitabı yazması çok da zor olmasa gerek.
Binler mesâilinden bir meselesine temas etmeye çalıştığımız Medresetüzzehrâ’nın mevcud ruhunun, o ruha münasib bir libas ile telebbüsünü Hayy-ı Muhyi olan Zât-ı zülcelal’e yalvararak isteriz.