Medresetüzzehra kurulmadı ama Risale-i Nur ile manen gerçekleşti

‘Medresetüzzehra Müzakereleri’nin konuğu Prof. Ali Bakkal

Röportaj: Serdar Bilgin-RİSALE AKADEMİ

Prof. Dr. Ali Bakkal ile Medresetüzzehra’yı konuştuk.

MEDRESETÜZZEHRA KAİNAT KİTABINI OKUMAYI SUNUYOR

Medresetüzzehra’yı nasıl anlamalıyız?

Peygamber Efendimiz (asm), nübüvvetin geldiği sıralarda on bin nüfuslu Mekke’de ancak yirmi dolayında kişinin okuma-yazma bildiği bir toplumdan binlerce insanın –fazla- okuma-yazma bildiği bir toplum çıkarmış, özellikle mescitler bir mektep gibi çalışmaya başlamıştır. Nerede bir mescit varsa, orada bir okul var demekti. Öyle ki hicrî dördüncü asrın ortalarına gelinceye kadar hariçte okul kurma ihtiyacı hâsıl olmamıştı. Eğitim; şuurlu bir kalp için elzemdir. Cenâb-ı Allah “Hiç düşünmüyorlar mı?”, “Hiç akletmiyorlar mı?”; “Hiç tezekkür etmiyorlar mı?” buyurmak suretiyle bizi aklımızı çalıştırmaya teşvik etmektedir. Tefekkür, taakkul ve tezekkür hiç şüphesiz hayal etmeyi değil, aklın ilkeleri doğrultusunda doğru düşünmeyi gerektirir. Madde ötesi bir varlığa sahip olan Yüce Allah, esmâ ve sıfatlarının anlaşılması için nazarları mahlûkata çevirmiş olup Kur’an’ın yaklaşık olarak üçte biri Bediüzzaman’ın Kitâb-ı Kâinat dediği maddî âlemden bahsetmektedir. Şu halde Allah Teâlâ’nın varlığı bilmek, esmâ ve sıfatlarının mahiyetini anlamak için kâinat kitabını iyi okumak mecburiyetindeyiz. Bireysel ve toplumsal sorunlarımızı da ancak kâinat kitabını iyi okuyarak çözebiliriz. Medresetüzzehra böyle bir okumayı bize sunuyor aslında.

ÖĞRENCİLER GENELLİKLE BATI HAYRANI VE İSLAM’A KARŞI LÂKAYD OLDU

O dönemdeki eğitim anlayışı bu okumayı sağlayamıyor muydu?

Bu sorunuzu Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşadığı, içinde bulunduğu dönem itibari ile değerlendirmeliyiz. Elbette bu okumayı sağlayamıyordu ki medreselerin yetersizliğini gören Osmanlı bu sefer onlara dokunmadan XVIII. asrın sonlarından itibaren mühendishaneleri ve mektepleri açmaya başlamıştı. Mektepler Batı rüzgârının tesiriyle ve bu zihniyetle açılmıştı. Dolayısıyla buradan mezun olan öğrenciler genellikle Batı hayranı ve İslam’a karşı lâkayd insanlar olmuşlardır. Medreseler de daha çok içine kapanarak daha mutaassıp insanlar yetiştirmeye başlamış, XVII. asırda medrese-tekke çatışmasına bir üçüncü boyut eklendi ve böylece medrese-tekke-mektep çatışması doğmuştur. Dine karşı lâkaydlığı dolayısıyla mekteplerin, fen bilimlerinin açılımından faydalanamayıp dinî konularda taassuba girmeleri sebebiyle medreselerin olumsuz bir yapıya dönüşmesi karşısında Bediüzzaman Said Nursî çözüm olarak mekteplerde daha fazla din derslerinin, medreselerde de fen bilimlerinin okutulmasını tavsiye etmiştir.

DİN İLİMLERİYLE FEN BİLİMLERİNİN BİRLİKTE OKUTULMASINI ARZU ETTİ

Bediüzzaman Said Nursî dinî ilimlerle müspet ilimlerin fonksiyonlarını ve her ikisinin birbirine karşı olması gereken durumu şöyle açıklıyor: “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir, aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder”. “Fünûn-u cedîdeyi, ulûm-u medâris ile mezc ve derc ” etmenin gerekli olduğu da esasen bu demekti.” Bu ifadelerinden açıkça anlaşıldığı üzere Bediüzzaman din ilimleriyle fen bilimlerinin birlikte okutulmasını arzu etmektedir. Gerek mekteplerin gerekse medreselerin arzu edilen yere gelmeleri bu şekilde olacaktır. Medreselerde fen bilimlerinin okutulmasıyla öğrencinin aklı nurlanacak, o ilmin gereklerini yapma konusunda öğrenci aşk ve şevke gelecek, sadece dini ilimleri okumaktan kaynaklanan taassuptan kurtulacaktır. Mekteplerde de dinî ilimlerin okutulması öğrencinin vicdanını aydınlatacak, dini ilimlerin gereğini yapma konusunda aşk ve şevke gelecek, sadece fen bilimlerini okumaktan kaynaklana şüphe ve dinin getirdiği sorumluluklardan kaçma çaresi aramaktan kurtulacaktır.

MEDRESETÜZZEHRA, MEKTEP-MEDRESE-TEKKE ARASINDAKİ PROBLEMİ ÇÖZER

Bediüzzaman henüz mektepler yoluyla şarktaki öğrencilerin kafalarında hile ve şüphe belirmeden önce medreselerin ıslahı yoluna gidilmesinin daha uygun olduğunu düşünmekteydi. Bu maksatla şarkın yalçın kayaları arasında doğup yetişen ve 1907 yılında İstanbul’a gelen Bediüzzaman Said Nursî Mektep-Medrese-Tekke arasındaki problemi çözmek üzere önemli tekliflerde bulunuyordu: “Medresetüzzehra’yı kuralım.”

Din derslerinin yanı sıra fen derslerinin okutulacağı bu medrese Mısır’daki Câmiu’l-Ezher ayarında bir üniversite olacaktır. Bediüzzaman’ın bu teklifi ve çabası Mustansıriyye ve Süleymaniye medreselerinin de ilerisinde bir teklifti. Eğer bu düşünce gerçekleşseydi şarkta Mısır’daki Câmiü’l-Ezher benzeri bir okul kurulmuş olacaktı, belki oradan daha parlak öğrenciler yetişecekti. Bu olmadı.

MEDRESETÜZZEHRA KURULMADI AMA RİSALE-İ NUR İLE MANEN GERÇEKLEŞTİ

Medresetüzzehra adında Van’a ya da doğu illerinden birine bir üniversite kurmakla Üstadın gaye-i hayalini gerçekleştirmiş olur muyuz?

Medresetüzzehra kurulmamış olabilir ancak Medresetüzzehra’nın şuurlu altyapısının tezahürleri elbette vardır. O nedenle Üstad, gaye-i hayalini aslında gerçekleştirmiştir. Eski Said” diye adlandırdığı dönemde bu medreseyi kurma imkânı bulamamış belki ama manen bu maksadını Risâle-i Nurlar’da gerçekleştirmiştir. Risale-i Nurun oluşturduğu manevi atmosfer, “Risale-i Nur ile mücessemleşmiş her yer ya da her talebe Medresetüzzehra olarak karşımıza çıkar. Medresetüzzehra’nın misyonuna uygun olarak Risale-i Nur talebelerinin dini konularda taassubu olmadığı gibi fen bilimlerine karşı da son derece açıktırlar. Onlar Kitâb-ı kâinat’ı Kur’an gibi Allah’ı –fazla- anlatan bir eser olarak tanırlar.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Özel Haberleri