Medresetüzzehra’ya, klasik bir üniversiteden; Kafkas, Diyarbekir, Bitlis ve Van arasında sıkışmış bir coğrafya için kurgulanmış bir dar’ül fünundan daha fazla bir anlam yüklenebilir mi? Bediüzzaman’ın gençlik yıllarında hayalini kurduğu ve gerçekleştirmek için padişahlık makamına kadar çıkmayı göze aldığı bu sevdasının; bir sevdadan daha fazla olarak bir medeniyet projesine, bir fütürizme, koca bir ümmeti ilgilendiren bir gelecek tasarımı haline dönüştürülmesi mümkün olabilir mi?
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında, medresenin yapımı için devlet tahsisatı çıkartabilen genç Said, I. Cihan Harbinin patlak vermesiyle sevdasını tehir etmek zorunda kalır. Ankara Hükumeti’nden 150.000 Banknotluk bir ödenek çıkartabilmiş, fakat yine durum fiiliyata geçememiştir. Şualar adlı eserinde iki defa şifre ile Van vilâyetinin eski valisi ve dostu Tahsin Bey’in vasıtasıyla, neşrettiği Hutuvât-ı Sitte’ye mükâfaten taltif için Ankara’ya çağrıldığını, böylece Ankara’ya gittiğini anlatarak şöyle devam eder: “Ben Beşinci Şua aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. …dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim”.
Görüleceği üzere, Said Nursi bir dönem, Medresetüzzehra hayalini zorunlu olarak tehir etmiştir. Hatta öyleki o zamana kadar heyecanla devam ettirdiği siyasi ve sosyal faaliyetlerini terk ederek tek bir konuya, “imani meselelerin tahkiki bir surette açıklanması”na yoğunlaşmak durumunda kalmıştır. İmani meselelerin tahkiki surette açıklanması ve yüreklerde yaygın şekilde yer bulması Medresetüzzehranın büyük hedeflerinin temelini oluşturur. Medresetüzzehranın büyük hedeflerinin gerçekleştirilmesi, öncelikle, ümmetin temel imani meselelerininin halledilmiş olmasına bağlıdır. İşte Risale-i Nur’un yazılması, kader-i ilahinin büyük bir remzi olarak bunu ifade eder. Üniversitelerin olmazsa olmazları olan ve kuruluş maksatlarını ifade eden manifestoları vardır. Risale-i Nur mektebinin ve Medresetüzzehra üniversitesinin iskelet yapısı “iman meseleleri” üzerine müessestir. Sair konular bu imani paradigma üzerinden değerlendirilir.
Bediüzzaman, harpten sonra tehcire, hapis ve sürgünlere maruz kalmış; ancak 1945 sonrası üzerindeki baskıların nispeten azalmasıyla, medrese sevdasını tekrar dile getirmeye başlamıştır. Maarif Vekili Tevfik İleri’nin gündeme getirmesiyle alevlenen Şark Üniversitesi fikri, gerçekleşmemiş; ömrünün hitamında talebelerine bir vasiyet-i mühimme olarak kalmıştır.
İlk iptidai şekli Van Kalesi’nin altındaki Horhor Medresesi’nde ortaya çıkan Medresetüzzehra’nın bir türlü gerçekleşmeyişinde kader-i İlahinin bir işareti olmalıdır. Said Nursi’nin Medresetüzzehra’ya yüklediği yüksek manalar ve âli hedefler ile bölgesel bir dar’ül fünundan ortaya çıkacak sonuçlar arasında kıyas kabul etmez bir fark vardır. Medresetüzzehra, klasik bir fakülteden daha çok; ümmet boyutunda bir tecdit ve şura bilinci oluşturmaya yönelik evrensel bir tartışma ortamına işaret etmektedir.
İlginçtir ki, Medresetüzzehra’nın maddi tahakkukunu hayatında göremeyen Bediüzzaman, Risale-i Nur’un telifi zamanında, Nurları tetkik ve teksir işleri ile meşgul olan Risale-i Nur talebelerini “Medresetüzzehra’nın şakirtleri olarak” olarak tavsif ve tesmiye etmiştir. Buradan yola çıkarsak, Nursi’nin Medresetüzzehra’ya yüklediği mana ve form; gençlik yıllarında ona yüklediğinden çok daha farklı bir şekle bürünmüştür denilebilir. Kurumsal yapının kuramsal bir projeksiyona dönüşmesi; üniversitenin bölgesel bir kurgudan kurtulup evrensel hedeflere matuf bir şekle tebdilini ifade eder. Bediüzzaman’ın bölgesel bir ulema formatından ümmete yön verecek bir müceddit haline gelişi; Medresetüzzehra fikrindeki dönüşümle ve kaderin bir cilvesi olarak bu fikrin defalarca tehiriyle mümkün olmuştur.
Nursi, Medresetüzzehrayı bir kavram olarak şöyle tarif eder : “İslâmiyet hariçte temessül etse, bir menzili mektep, bir hücresi medrese, bir köşesi zaviye, salonu dahi mecmaü’l-küll, biri diğerinin noksanını tekmil için bir meclis-i şûrâ olarak, bir kasr-ı meşîd-i nurani timsalinde arz-ı dîdar edecektir. Ayna kendince güneşi temsil ettiği gibi, şu Medresetü’z-Zehrâ dahi o kasr-ı İlâhîyi haricen temsil edecektir.” Yani Medresetüzzehra, mana olarak bütün İslami meselelerin konuşulduğu büyük bir akademya ve İttihad-ı İslamın rükünlerini ortaya çıkaracak bir şura, ışık saçan ve temelleri sağlam bir saray olarak tezahür edecektir. Görüleceği üzere, Nursi’nin Medresetüzzehra’ya çizdiği resim, bir üniversiteden çok daha fazla şeylere işaret etmektedir.
Başlangıçta Medresetüzzehra var olan bir İslam Devleti ve henüz dağılmamış bir ümmet içerisinde kurulacak bir ilim-irfan yuvası olarak kurgulanmıştır. Ümmetin ve İslam Devletinin dağılması sonrasında hedefi ve çerçevesi büyük inkılâpların getirdiği yeni bir “şimdi ve gelecek” yapısına göre şekil değiştirmiştir. Risale-i Nur’da bu mana “İMAN, HAYAT VE ŞERİAT” olarak çerçevesi çizilen ve İslam’ın tekrar şevketli bir duruma yükselmesine ilişkin yüksek ilmi, siyasi ve içtimai dönüşüm planı olan bir yaklaşımı ifade eder. İman, Hayat, Şeriat kavramları ise, esasında tabir caizse “Müslüman Rönesansı”nın dönemlerini anlatır. Rönesans, nasıl tarihte Hümanizm denilen bir tür okulu ortaya çıkarmış ve bu okul da şimdiki modern Avrupa’yı meydana getiren süreci başlatmıştır; aynen öyle de Medresetüzzehra da, birbirine kuvvet verecek ve destek olacak ilim, bilim, sanat ve fikir adamlarının oluşturacağı büyük teatral yapıyı ifade etmektedir. Modern Avrupa Hümanizm ideali üzerine oturmuş bir bilim, sanat ve felsefe ortamında ortaya çıkmışken; Müslüman Rönesansı hurafe ve İsrailiyyat’tan arınmış din-i İslam üzerine müesses bilim, sanat ve felsefe atmosferinde gerçekleşecektir. Avrupanın Rönesansı ile Müslümanların Rönesansının tam bir mütekabiliyetini, mükemmel şekilde üst üste oturmalarını beklemek hayal olacaktır; ihtiyaç kavramı üzerinden tarif edilirse bir benzerlik vardır.
Bediüzzaman, Nur Risalelerinde, imani meseleleri modern bilim ve pozitif aklın sorgulamalarına da cevap verebilen bir şekilde, tahkiki bir yapıda ele almış; İslamiyyet’te, Avrupa ve Hıristiyanlık’ta olduğu gibi bir Reforma gerek olmadığını etkileyici bir şekilde göstermiştir. Fakat, içtimai unsurların tahakkuku için Rönesans’a ve Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren ruha ve gayrete ihtiyaç olduğunu; benzer bir çabanın İslam dünyasında da yaşanması gerektiğini düşünür. “Medresetüzzehra” yaklaşımı bu anlamda bir projenin adıdır. Bu projenin esas çerçevesi zamane Müslüman’ının ve insanlığın ihtiyaçlarına cevap veren, ticaret, miras, bireysel hak ve vazifelerin tarifi gibi hukuki ve sosyolojik çözümler ile tahakkuk eder. Aynı zamanda Müslümanların aralarındaki iletişimin doğru ve kesintisiz devam etmesi; ümmetin arasında güven ortamının tahakkuku ve aralarındaki yardımlaşma ve dayanışmanın kolaylaşması gibi evrensel huzurun sağlanmasına katkıda bulunacak bir takım hedefler de bu çerçeveyi tekmil eder.
Bediüzzaman, daha genç yaşta Fransız İhtilali’yle beraber dünyayı istila etmiş bir ruh halini gözlemler. Bu ruh halinin iki yönü vardır. Bir tarafta 19. Yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve esasında fazlasıyla insanî hususiyetler taşıyan Sosyalizmin dinsizliğe yenik düşerek Komünizme dönüşmesi vardır. Burjuvazinin Kapitalizme evrilmesiyle mal ve servetin dağılımındaki dengenin fazlasıyla bozulması da diğer tarafta yer alır. Bediüzzaman bu iki yönlü ve tehlikeli değişimin, Fransız İhtilali’nde ortaya çıkan anarşist düşünceye güç kazandırdığını görmüştür. Anarşist düşünce, şimdiye kadar kazanılmış tüm beşeri varlıkları vandalist bir ruhla dağıtmaya ve ortaya konulmuş tüm medeni yapıları acımasızca yıkmaya fazlasıyla heveslidir. Bu heves o kadar ileri gidecektir ki, İslam dünyasının inkırazına ve iki dünya savaşının yaşanmasına sebep olacaktır.
Anarşist düşüncenin Avrupa’yı ve Asya’yı sardığını; dinsizliğin bu anarşist ortamda kolayca yeşerdiğini ve “din” olgusunun tarihte hiçbir zaman rastlanılmamış bir şekilde büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını söyleyen Eski Said; Ye’cüc ve Me’cüc’den daha büyük ve tahrip edici bu salgının, ancak onun kullandığı pozitif bilimler ve maddi terakki unsurları vasıtasıyla yıkılabileceğini düşünmektedir. Bu küresel boyuttaki tamir ve tecdit hareketinin motoru olacak kurumsal ya da teorik bir bilimsel yapının ortaya çıkarılması ve bu yapının şahs-ı manevisi ile “anarşi” düşüncesinin yenilgiye uğratılması gerekmektedir. Silahla yapılacak her türlü müdahale hem suçsuz ve masum pek çok insanın hakkına tecavüze sebep olacak hem de anarşinin beslendiği terör ve kargaşa ortamının canlılığına katkıda bulunacaktır. İki dünya savaşı bize bunu açık şekilde göstermiştir. Medresetüzzehranın, anarşi fikriyle olan mücadelesi işte böyle bir çerçeveye oturmaktadır.
Klasik bir medresede klasik bir eğitim almaktan mahrum kalmış Bediüzzaman’ın ortaya koyacağı dar’ül-fünun formatının mevcut yapılardan farklı olması beklenebilir. Medresetüzzehra’nın; Eflatun’un ünlü Akademya’sına; Sokrat, İmam-ı Azam ve İmam-ı Gazali gibi şahsiyetlerin kendi şahsiyetleri etrafında değil de daha çok kuramsal bir entelektüel yapı üzerinden devam eden ekolleri’ne benzer şekilde; ümmet düzeyinde sorunları ele alan ve çözüm önerileri getiren canlı bir yapıyı ifade etmesi gerekir. Bu üniversitede, temel İslami konulardan daha çok; bilim, sanat, teknoloji ve felsefe üretilecektir. Risale-i Nur’da önerilen tefsir ve din eğitimi yaklaşımına uygun şekilde ortaya konulacak yeni faaliyetler kültürel düzeyde din eğitiminin verilmesini sağlayacaktır. Medresetüzzehranın birinci basamağı olan İMAN hakikatlerinin yaygın şekilde talimine başta Risale-i Nur talebeleri olmak üzere bütün cemaat ve cemiyetler sorumludur. Medresetüzzehranın üniversite manasındaki diğer yüzü, ikinci basamak olan HAYAT evresinin tahakkuku ile ilgilidir. Bu evrede siyasal, sosyal ve ekonomik yapının düzeltilmesine yönelik olan akademik çalışmalar yapılacak ve paradigmalar geliştirilecektir.
Anarşist düşüncenin İslam ümmeti içinden sökülüp atılması, kafalarda zayıf düşmesi, edebiyat ve kültür âleminde etkinliğini kaybetmesi “Hayat devresi”nde yapılan çalışmalarla gerçekleşecektir. Bu çalışmaların ümmetin her tarafında yaygınlaşması, Medresetüzzehra’nın bir model olarak her yerde ortaya çıkması İttihad-ı İslam’ın gerçekleşmesine yol açacaktır. Medresetüzzehra’ya içkin üçüncü mana olarak ŞERİAT, böylesi bir İttihat düzleminin oluşmasını ifade eder. İttihad-ı İslam, Hakiki İsevilik dininin mensuplarıyla olan stratejik ortaklıkla, dinsizliği ortadan kaldıracak bir güce ulaşabilecek ve Ahirzamanda müjdelenen saadet devri böylece ortaya çıkacaktır. Bediüzzaman’ın kemal manadaki şahsiyet-i manevisi Medresetüzzehra’nın böylesi aşamalarla tam tahakkuk etmesi ile ortaya çıkacaktır.