Ahmet Ay Beyin “Biz tasavvufun nesi oluyoruz?” başlıklı yazısını okuyunca (https://www.risalehaber.com/biz-tasavvufun-nesi-oluyoruz-14533yy.htm) “ben Risale-i Nur’a göre kimim, Risale-i Nur’un nesi oluyorum" diye kendime sormuştum. Bu sorunun kendimce bir cevabı vardı ama bu cevabın gerçeği tam yansıtmadığını hissediyordum: “Risale-i Nur talebesi değil ama muhibim” açıklamam durumu biraz izah etse de tam olarak ifade edemiyordu.
Yanlış bir şey yapmak, söylemektense sükût ederek cevabı zamana bırakmak en iyisiydi.
Geleceğin inşasında Risale-i Nur’un oynayacağı merkezi rolün farkındaydım ve payıma düşen sorumluluğu anlamaya, algılamaya çalışıyordum.
İlkokulda iken Zafer Dergisi vasıtasıyla tanıştığım Risaleler ve Bediüzzaman’ı, lisede iken Şahin Yılmaz Hocaefendinin oğlu Safvet ile olan dostluğumuz vasıtasıyla daha yakından tanımıştım. Üniversite yıllarında kaldığım Risale-i Nur’un farklı cemaat evleri, arkadaşlıklara rağmen ülkücü-mutasavvıf koordinatlarda karar kıldığım bir çeyrek asır vardı. Erkan Bey kardeşimizin daveti üzerine İbrahim Akgün Bey ile birlikte katıldığımız, Risale Akademi tarafından geçen sene Şubat ayında Kızılcahamam’da yapılan Hutbe-i Şamiye Sempozyumu ile çeyrek asırlık farklı duruşlar sona ermeye başlıyordu.
Risale Akademi'deki Cuma akşam buluşmaları, adını hakkıyla teslim eden münazaralara şahit oluyordu. Mardin, Van, Isparta’daki sempozyumlara aktif olarak katılmalar dahi ilişkinin adını aklımda ve gönlümde netleştirmemişti. Adı önemli değil tadı, huzuru ve zihin açıklığını aşikâr olarak hissederek yolculuğa devam ediyorduk.
Mardin’deki “İslam Dünyası ve Küresel Barış” Sempozyumunun son gününün sabahında uyandığımda bu ilişkinin adı belirdi, gönlümün hoşuna gitti, aklım tatmin oldu; “Medresetüzzehra’nın öğrencisiydim.” Oturum Başkanı sizin özgeçmişiniz elimde yok, sizi nasıl tanıtayım diye soracak olsa artık cevabım hazırdı: Medresetüzzehra öğrencisi.
Bediüzzaman’ın yeni medeniyet kurgulamasında merkezi bir rol alan Medresetüzzehra’da öğrenci olmak için doğrudan Risale-i Nur talebesi olmaya gerek yoktu, hatta Müslüman olmaya bile gerek yoktu. Katolik rahip olan Prof. Dr. Thomas Michel dahi (dahi ibaresi sadece bir tespit amaçlı olarak kullanılmıştır, yoksa kimin ne olduğunu ve ne olsa bile hayat yolculuğunu nasıl tamamlayacağını Allah bilir) Risale-i Nur’un tesbit ve tavsiyelerinden istifade etmek için Medresetüzzehra’nın bir öğrencisiydi.
Yeniden dirilişimizin gerçekleşme sürecinde pay almak isteyen herkesi hulusu kalple ve gönül rahatlığı ile Medresetüzzehra öğrencisi olmaya davet ediyorum. Meşrebinizi, mezhebinizi, cemaatinizi, tarikatınızı (perşembelerimize devam edelim ama bir gün de mevcut muhitimizi terk etmeden ve kaybetmeden kollarımızı ve gönlümüzü herkese açalım), sivil toplum örgütlenmelerimizi, partimizi terk etmeden Medresetüzzehra’nın ve onun bir şubesi olan Risale Akademinin öğrencisi olabiliriz.
Prof. Dr. Gürbüz Aksoy Hocamız ve Dr. İsmail Benek Beyin başkanlığında bir heyet ile Mardin Belediye Başkanı Av. Mehmet Beşir Ayanoğlu’nu ve Mehmet Emin Değer Bey ile Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk’ü sempozyuma davet için yaptığımız ziyaretlerin ben de oluştuduğu izlenimi de paylaşmak isterim.
İki Başkanı ziyarette de siyasete hiç girilmedi, siyasi parti adı zikredilmedi, hiç kimse hak etmediği bir övgü ile methedilmedi, yerilmedi, tespit ve eleştirilerden çekinilmedi, maddi hiçbir şey - Medresetüzzehra için bir mekân, para- istenmedi, üyelik talep edilmedi. Hiç kimseyi Risale-i Nur talebesi olmaya zorlamadan, herkesi Medresetüzzehra’yı anlamaya ve öğrencisi olmaya davet edercesine tebliğ görevinin “O”nuru, mütevazı ama rahat ve müdanesiz tavırları takdire şayandı.
Risale Akademi’nin, Akademik Araştırmalar Vakfı ve diğer sivil toplum örgütleri, üniversiteler, belediyeler, valilikler ile birlikte gerçekleştirdiği ve toplumun bütün kesim ve katmanlarına hitap eden, onları kucaklayan etkinlikleri ve sergiledikleri bu tavırları (Yusuf Kaplan’ın tanımlamasıyla) herhangi bir kişiye, zümreye, partiye göre veya karşı değil veraseti risalete uygun düşen, ona karşılık gelen ve istikameti temsil eden “rağmen” tavrıydı. Daha başka bir şey demeye gerek var mı?