بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Rabbimiz (cc) Saf Suresi 8. ayette şöyle buyurur:
"İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak!"
يُرٖيدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ .
Rad Suresi 7.ayette ise şöyle buyrulur:
"Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır."
اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ
Bunlar 6 hadis kitabında yer alır. Ancak bu hadisler özellikle son dönemde çok eleştiriye uğramış, hatta çoğu zayıf ve mevzu olarak suçlanmış.
Üstad Bediüzzaman Şualar'da, "Hem, her zayıf veya mevzû hadisin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir. İttifak olmadığına, bin seneden beri ehl-i hadis ve ümmetçe bu hakikatin devamı kat'î bir delildir" demiştir.
Yani ittifak olmamış ama 1444 senedir de, hakikat oluşu genel kabul görmüştür.
Ahirzaman hadislerinin kritiği ve zayıf suçlamasında birçok sebeple beraber, Mehdilik konusunda şu prensipleri önemle zikrediyoruz.
1- Bu mesele şii ulemasınca çok aşırı, çok mübalağalı hikaye ve efsane şeklinde anlatılmıştır.
2- Bazı Sünni ulema da, buna tepki göstererek tefrite düşmüştür. Kadiyanilik gibi sapık kollar ise cihatsız ve küfrü yok sayan bir mehdiyet öne sürmüşler.
3- Bu gibi ahirzaman uyarı ve haberleri imandan bir cüz olmadığı halde imanın bir parçası gibi anlatılıp, ihtilaf sebebi olmuştur. Çünkü müteşabih/temsilli ayet ve hadisler, tevil ve tabire yani yoruma muhtaçtır. Hüküm ayet ve hadisleri olmadığından doğrudan imanı ilgilendirmez. Kabul etmeyen dinden çıkmaz.
4- Tarih boyunca mehdilik meselesi çok suistimal edilip, sayısız cinayet ve zulümler işlenmiş ve sınırsız dalaletlere sebep olmuştur.
5- En önemli sorun ise mehdiliğin ehl-i sünnet müslümanların kader inancına ters ve zararlı şekilde algılanmasıdır. Kısaca müslümanlarda sakat tevekkül, tembellik ve hazırcılığa sebep olmasıdır.
Üstad Said Nursi, "mehdi geldiğinde bizi hizmetimizin başında çalışırken bulsun" diyerek bu yanlışı kökten reddetmiştir.
6- Kimlerin Mehdi-Mesih olduğu ancak, iddia edilen kişiler dünyadan göçüp gittikten sonra anlaşılabilir. Bir kimse yaşarken bu tip bir yakıştırmada bulunmak, iyimser bir ihtimalle ancak o kişiyi aday adayı yapabilir.
Amma o zat öldükten sonra, eser ve imani, İslami hizmetleri devam ediyor, en iyi müfessir olan zaman, çaba ve ürünlerini tasdik ediyorsa, o zat ve cemaatini sağlıklı değerlendirme imkanı ortaya çıkar.
Hadis-i Şerifte, "innemeal avalimi bilhavatım" buyrulur. Yani işler sonuçlarına değer kazanır. Ürün ve netice tartışmasız ortaya çıkıp, zaman imtihanını kazanmadan kimseye bu sıfat verilemez.
Çünkü Allah Resulü (asm) "Allah'ım, ölünceye kadar beni nefsimin eline bırakma" diye niyaz edip yakarmıştır. Peygamberimiz bile ölünceye kadar nefsinden emin değilse yeryüzünde hiç kimse, nefsinden ölene kadar emin olamaz.
Yaşarken müslüman bilinirken ölüm anında, küfrünü veya münafıklığını itiraf eden tanınmış kişiler çoktur.
***
Şimdi, Emirdağ Lahikası 206. mektup metninden devam ediyoruz.
1- Birçok nur talebesinin de sorduğu üzere, bir nur talebesi üstada, Bediüzzaman'a "ahirzamanda beklenen Ali beyt soyundan gelecek, büyük mürşid/ mehdi sen misin" diye soruyor.
Üstad ise bu tip meselelere bütüncü bir cevap veriyor: "O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım."
Üstad kendisiyle ilgili bağlantıyı reddetmiyor amma hem tabir hem tevil gerek diyerek, bu ilişkiyi çift yönlü şekilde düzeltip, hakiki gerçeğini ortaya koyuyor.
"Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var" demektedir.
Özetle söylersek, Âl-i Resul sülalesinden gelecek mehdi, bir temsilcidir. Ahirzamanda vazife alacak, İslami kudsi cemaatin sembol kişiliği ve temsilcisidir.
Yani mehdilik, 3 halkalı bir zincir, manevi tüzel bir şahsiyettir.
Önce ve özellikle, bu gerçeğin iyi anlaşılıp, bu düğümün çözülmesi şarttır.
Zincirin her halkasını oluşturan bir cemaat ve o cemaatin bir şahs-ı maddisi, lideri de vardır ve olacaktır.
Nasıl, başsız vücut olmazsa öndersiz, kılavuzsuz cemaat, şahs-ı manevi de olmaz.
İkinci bir esas ise mehdilik tüzel kişiliğinin 3 temel vazifesi vardır.
"Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.
Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek.
O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
En büyük, en mühim, en kıymettar, bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir.
Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar."
2- Demek ki, mehdinin esas davası; iman temeli üzerine Hilafet-i Muhammediyi dirilitip, ittihad-ı İslamı gerçekleştirme misyonudur.
Üstad Nursi,
"Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek.
Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez.
Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife (bir topluluk), bir cihette görecek" demektedir.
"O zât, (yani mehdi) o taifenin (cemaatın) uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri, kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi, (yani imanı temelllendirip vazifesini) tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar."
Önce ve ehemmiyetli esas; iman temelinin mehdi gelmeden önce bir tayfa, bir cemaat tarafından gerçekleştirilmesidir.
Bu büyük işi yalnız ve sadece "ihlas (yalnız ve yalnız Allah rızası), sadakat, (hakka bağlılık) ve tesanüd (taş duvar gibi kenetlenme) özelliklerine tam sahip, bir kısım şakirtler yerine getirecek ki, bunları rakam ve sayıdan bağımsız, manevi bir ordu kuvvet ve kıymetinde saymak gerekir.
İşte bu şakirtler 1926 ve 1960 arasında üstadın etrafında, can, mal, geçim, şeref, korku, her türden maddi manevi makamı yere atan ve canını nur davasına siper ve enerji yapan nur talebeleri ve bugünkü devamcılarıdır.
Ayrıca ve özellikle büyük mehdi ve cemaati, milyonlarca fedaileriyle, dünya hakimiyeti, ittihad-ı İslam ve hilafeti Resulü kurmakla uğraşırken bile, nur talebelerinin esas davası yine iman kurtarma davası olacaktır.
Çünkü iman, İslamın temeli ve ana dinamosudur.
Ancak bu dinamonun ürettiği enerji ile 2.ve 3. görev olan; hilafet ve İslam birliği kurulabilecektir.
Büyük Mehdi, öncüsü olan mücahid cemaatin, uzun tetkiklerle yazdığı nurlu eserleri, hazır bir program yapacak ve o nurlu eserleri pratikleştirip, birinci görevi olan imanı temellendirme ve kurtarma görevini yapmış olacak.
Mehdiyet şahs-ı manevisinin, pişdarı, öncüsü olan, nurlu bir cemaatın yaptığı iman hizmeti, büyük mehdinin, yani mehdiyet zincirinin, ilk, en ehemmiyetli ve azam vazifesi yerine geçecek. Bu esas üzerine diğer görevlerini yürütecek.
Büyük mehdinin:
"İkinci vazifesi:
Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir.
Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır.
Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır."
Kısaca söylersek; Nur talebelerinin inşa ettiği zemin üzerinde, Muhammedi halifelik (asv) ünvanıyla; İslami şiarları/ sembolleri diriltmektir.
Yani; İslam dünyasının birliğine dayanarak, tüm insanlığı maddi manevi tehlike ve İlahi gazaptan kurtarmaktır.
Bu misyonun esas dayanak noktası ise, yardımcılar ve milyonlarca ordularla olacaktır.
Büyük mehdinin 3.davası
"Üçüncü vazifesi:
İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla,
o zât (mehdi), bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.
Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatini ifade ettiği için, Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden,
ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telâkki ediyorlar.
Demek iki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi: Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller;
fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde, herkeste hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.
Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdi unvanını almamışlar."
Altını çizmemiz gereken bir gerçek daha var.
Üstad Bediüzzaman bu üç görevin birincisi olan iman hizmetini, hakkıyla ve tamamen yaparken 2. ve 3. görevi de hülasa ve düsturlar çerçevesinde yapmıştır.
Risalelerde ve üstad Nursi'nin hayatında iman görevi asıl, hayat, şeriat, hilafet ve İtihad-ı İslam vazifesi de özet ve prensipler dairesinde yaşatılıp gösterilmiştir.
Said Nursi'nin kendi tanımladığı Üç Said dönemi bu gerçeğin ana başlıklarını temsil eder.
“Hazret-i Hasan radıyallahu anhın, altı aylık hilafetiyle beraber,
Risale-i Nur’un Cevşenü’l-Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle, vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında,
Hazret-i Hasan radıyallahu anhın kısacık müddetini,
uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz." (Emirdağ Lahikası)
Büyük Mehdi'nin 3. vazifesini özetlersek;
1- Büyük mehdi bütün müminlerin mânevî yardımlarıyla ve İslam birliğinin desteğiyle, tüm alim ve evliyanın, özellikle Alibeyt neslinden, çağımızda da bulunan milyonlarca fedakar seyyidlerle, İttihad-ı İslam gibi vazife-i uzmayı (en büyük farz vazifeyi) yapmaya çalışır.
Burda tekrar bir parantez açalım.
[Peki seyyidler kimlerdir?
"Resul-i Ekrem’in (asm) iki âl’i var. Biri: Nesebî âl; biri de şahs-ı manevî ve nuranîsinin risalet noktasında Âl’i var." (Lem’alar s; 120)
Kısaca; Resulü Ekrem'in iki ailesi ve sülalesi var.
Biri; soy akrabalık yönünden nesli, kuşağı, diğeri ise, manevi ve nurani kişiliği (Risalet) noktasından nesli ve sülalesi var.
Nur talebesi ve imana hizmet eden her mücahid mümin, Hz. Muhammed'in (asm) manevi ve nurani açıdan aile ve sülalesidir.
Allah Resulünün davası açısından, bu manevi, nurani aile ve sülale tekelleştirilemez ve sınırlandırılamaz.
İslami kazanım ve imani hizmetle orantıldır.
Kişi hem nesebçe, soyca, hem de nurani olarak seyyid olabilir.
Her seyyid İslam'a fıtri olarak taraf olmakla birlikte nurani ve manevi olarak seyidliğe tam layık olmayabilmektedir.
Öyleyse esas ölçü ve mihenk, manevi ve nurani alibeytten olmaktır diyebiliriz.]
Şimdi konumuza devam edersek;
Gerçek durum böyle olduğu halde; en birinci ve en yüksek meslek, imanı kurtarmak, araştırmacı bir şekilde herkese ders vermek, hatta avam-ı müminin de imanını tahkiki yapmak vazifesi, 96 yıldan beri apaçık görüldüğü üzere, Risale-i Nur hizmetiyle görülmüştür.
Risaleler, hem manen, hem hakikatan hidayet vesilesi ve mürşid manasını ispatlamış olduğundan, Nurcular bu birinci vazifeyi Sözler'de görmüşler.
Bundan ötürü hilafet ve hükümranlık meselesi, imanı temellendirme ve imanı tahkiki yapmaya göre; 2. 3. derecede kaldığından nurcular, haklı olarak, Risale-i Nur cemaatinin temsilcisini, bir nevi mehdi görüyorlar.
Demek ki, Risale-i Nur talebelerini yaptığı iman kurtarma ve sağlamlaştırma hizmeti, büyük mehdinin yapacağı birinci ve en yüksek iş olduğundan, Nur talebeleri ve üstad da bu görevi tam yaptığından, nurculara, mehdi ve büyük mehdiye zemin hazırlayan öncülerdir diyebiliriz.
Amma ve fakat iki noktada iltibas/karışıklık var, yorumlayıp izah gerekir.
Hilafet ve egemenlik görevi, hakikat ölçüsüyle, yani keyfiyet ve nitelik bakımından, iman davasının derece ve kalitesinde değildir.
Fakat Hilafet-i Muhammedi (asm) ve İttihad-ı İslam ordularıyla, yeryüzünde İslamı hakim kılmak gerçeği, herkeste, özellikle avamda, özellikle siyasetçilerde, bilhassa çağdaş insanın düşünce dünyasında, iman hizmetinden bin derece daha geniş ve cazip görünüyor.
Yani iman hizmeti ile hilafet ve İslami hakimiyet bakış ve algısı, tüm insanlarda ters orantılı ve birbiriyle çelişik görülmektedir.
İşte bu yüzden, büyük mehdi, hem iman, hem hayat, hem şeriat, hem hilafet, hem de yeryüzünde İslamın hakimiyetini temsil eden zata dendiği için,
Üstad büyük mehdi değil, onun 3 görevinden birincisini, en büyük ve kıymetli iman hizmetini, cemaatıyla yapan bir mehdi ve önaçıcı bir kılavuzdur.
Bu yüzden, Bediüzzaman'a, ahirzamanın 3 vazifesinden birini, bir cihetle yaptığından ahirzamanın Büyük Mehdisi ünvanını vermek doğru değildir.
[Burda bir parantez daha açıp; 5. Şua'da tam 5 yerde aynen "büyük mehdi" kavramı geçmektedir.
5. Şua'da, üstadın 5 yerde Büyük Mehdi yazması da, ahirzamanda 3 büyük görevi beraberce yapacak, bir şahsı maddi ve maneviye, Büyük Mehdi demenin doğru olduğunu göstermektedir.
"Hem büyük Mehdi'nin halleri, sabık Mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık/uyumlu çıkmıyor, hadisi müteşabih hükmüne geçer. İmam-ı Ali (ra) yalnız İslam Deccalından bahseder." 5.Nokta.
"...başkumandanları olan Büyük Mehdinin, kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri, gayet makul olmakla beraber; gayet lazım ve zaruri ve hayat- ı içtimaye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır." Ondokuzuncu Mesele.
Ayrıca 5. Şua'da tam sekiz yerde, Büyük Deccal kavramı da geçer ki, Büyük Mehdi ve Büyük Deccal'in de, (önceden yaşamış mehdi ve İslam Deccali süfyan gibi) eşzamanlı olarak, yeryüzünde yaşarken savaşacaklarını gösterir.]
Allah Resulü şöyle buyurdu:
"Mehdi bizdendir, Allah onu bir gecede mürşid olarak donatır." (Ahmed b.Hanbel, 1. cilt.)
“'Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder, tâbi olur' diye (hadis) rivayeti, (Hristiyanlarla Müslümanlar arasında yapılacak) bu ittifaka ve hakikat-ı Kur'aniyenin metbuiyetine (tâbi olunan) ve hâkimiyetine işaret eder.” (5. Şua.)
"Hz. İdris ve İsa (as) 3. tabaka-ı hayatta, adeta temsili bir beden letafetinde, ışıktan nurlu bir beden (avatar gibi!) cismi dünyevileriyle/ dünyada yaşadıkları bedenle semavatta bulunurlar."
"Ahirzamanda Hz. İsa (as) gelecek, şeriat-ı Muhammediye ile amel edecek" mealindeki hadisin sırrı şudur ki; ... Hz. İsa, İsevilik şahs-ı manevisini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevisini temsil eden (büyük) Deccali öldürür. Yani (ahirzamandaki) Allah'ı inkar fikrini Hz. İsa yeryüzüne bizzat inip öldürecek?" (Kaynak; Sahihi Buhari 4.cilt, Sahihi Müslim 1.cilt ve Fethulkebir 2.cilt.)
***
Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, Rahmet-i İlâhiyeden bekliyebilirsiniz.” (Hutbe- i Şamiye)
“Madem âdeti öyle cereyan ediyor.
Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb–u âzam olarak bir zât–ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl–i beyt–i Nebevîden olacaktır.
“…Kadîr- i Zülcelâl, Mehdî ile âlem–i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır.” (29.Mektup)
"Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa o vazifeleri, onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz."