Üniversiteyi daha yeni bitirdiğimiz yıllardı. Trabzon'un Araklı ilçesinde bir esnaf arkadaşa uğramıştık. Sonradan Araklı'nın eski müftüsü olduğunu öğrendiğim, başında fötr şapka olan yaşlıca biri, etrafına topladığı küçük bir cemaate 'eşrat-ı saat' dediğimiz kıyamet alametlerini anlatıyor ve kendince yorumlar yapıyordu. Bir yorumunda, boyu uzun bir adamın denizde yolculuk yapacağını ve ayağını vurduğu yerden altın çıkacağını da anlatarak, bunun Araklı'ya da uğrayabileceğini de nakletti. Devamında ise, "İşte bu adam deccaldir, bundan uzak olun" diye de tembih etti. Böyle birkaç şey daha anlatınca, araya girip itiraz ederek "Hocam, bu anlattığınız şeyler, imtihan dünyası sırrına da uygun değil; böyle bir sahih rivayet varsa da mutlaka bunun bir izahı, tevili olmalı değil midir?" dedim. Buna benzer, mecaz ya da müteşabih sahih hadislerin izahının olduğunu ve bunların bir kısmının Bediüzzaman'ın Beşinci Şua ve muhtelif risalelerinde izah edildiğini de naklettim. Hakperest hocamız bu sefer "Ey cemaat, bu çocuk doğru söylüyor; beni değil, bunu dinleyiniz" deyiverdi.
Aklına güvenen, zahirperest, ilgili ilgisiz birkısım insanlar, ahir zaman olay ve kişileri ile ilgili sahih hadîsleri ve birkısım rivayetleri, yine ehlince yapılan tevil ve izahlarına bakmadan, inkâr ediyorlar. Birkısmı da gerçekten imtihan sırrına da aykırı birtakım rivayetleri olduğu gibi nakledip akla ziyan izahlarda bulunuyorlar. Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Mesnevi'sinin yine Şadi Eren çevirisini okurken, bu meseleyi özetleyen bir kısmını notlarıma almıştım. Bu izahları okuyup tam anlayan bir insan, hem bu konuda bilgi sahibi oluyor hem de konuyla ilgili izahların doğru olup olmadığının ölçüsünü elde etmiş oluyor. "Rivayetlerin Farklılığı" başlığıyla verilen 61. Dersi aynen aktarıyorum.
"Mehdi, kıyametin yaklaşması ve gelecekte yapılacak savaşlar gibi meselelerde çok farklı rivayetlerin oluşundan vesveseye düşen kişi! Bil ki:
Her bir meselede, hatta itikadın zaruriyatından olmayan, fer'i meselelerde, zarurî bir iman mı istiyorsun? Halbuki böyle fer'i meselelerde teslimî bir kabul ve reddetmemek kâfi gelir. Maddi, yakînî ve iz'an gerekmez ki kat'i bürhan (delil) talebine muhtaç olasın.
Bilmez misin, Kur'an'ın müteşabihatı tevile muhtaç olduğu gibi, böyle müşkil haberler de tabir ve tefsire muhtaçtır? Senin zahirî nazarında, vakiye muhalif bir rivayete rastlarsan,
- Bu, israiliyattan olabilir.
- Ravilerin sözlerinden olabilir.
- Nakledenlerin çıkardığı bir mâna olabilir.
- İlhama mazhar evliyanın tabire muhtaç keşiflerinden olabilir.
- İnsanlar arasında duyulup bilinen şeylerden olabilir. Hz Peygamber Aleyhisselam bunu, tembihte bulunmak gayesiyle örfî bir maslahat için zikretmiştir. Yoksa semavî bir tebliğ olarak değil.
İşte, bu rivayetlere bakan kişinin zahire nazar ile takılıp kalmaması, onu irşadî bir maksat için sevk olunan kinaî bir temsili şeklinde tevil etmesi gerekir. Yoksa uyanık hâldeki birinin gördüğünü rüyada tabiriyle çalışan naim gibi olacaktır.
Ey uyanık kişi! Nasıl ki uykudaki kişinin gördüğü rüyayı tabir ediyorsun. Öyle de ey bu hayat içinde gaflet uykusunda olan kişi! Kalbi hiç uyumayan ve "Göz şaşmadı ve sınırı aşmadı" âyetinin mazharı olan Zâtın (Aleyhisselam) sözlerini yapabiliyorsan tabir et! Anlamaya çalış.
Sonra kişinin şahsî eceli ve ölümünün müphemliğindeki "daima ölüme muntazır olması ve ahireti için çalışması" hikmeti, dünyanın ölümü olan kıyametin müphemliği için de geçerlidir. Tâ ki dünyanın sakinleri ona muntazır olsunlar. Yani kıyameti beklesinler, her an ölüme hazır olsunlar.
Bu sırdandır ki umumi gafleti def eden bir hikmet olarak, Asr-ı Saadetten şimdiye kadar her asrın ehli onu (kıyameti) bekledi.
İşte bu bekleme, bu hikmettendir. Yoksa vaktini belirleyerek vukuunu beklemeye hükmeden Nebevî bir irşattan değildir. Bilakis, gafleti def etmenin gerektirdiği müphemliktendir. Hikmeti illetten ayırmayan, yanılmış olur.
Mehdiye gelince:
-Kuvve-i maneviyeyi takviye için,
-dalâletin istilası zamanında, ümitsizliği yenmek için
-ve himmet sahibi müceddidlere, imamı ve başı Mehdi (r.a) olan nuranî bir güruha katılmaya teşvik için nazara verilmiştir. Bu hikmet de müphemliği iktiza eder, ta ki her zaman onu beklemek mümkün olsun."
Evet dostlar, Beşinci Şua'nın başında "Bu zamanda akide-i avâm-ı mü'mini vikaye şüphelerden muhafaza için" yazıldığı ifade ediliyor. Demek ki bu konu sıradan ve basit bir konu değil. Buradan giren bir şüphe, itikat bünyesine de sirayet edebiliyor. Aman dikkat!
Selam ve dua ile.