Bismillahirrahmanirrahim
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Evvelâ: Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: “Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrâne olarak, âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrâne onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat’î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, herhalde hallini istiyoruz.”
Ben de bu zâtın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:
O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzım.
Birincisi: Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.
Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.
Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zât, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır.
Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mânâsının tam sarahatini ifade ettiği için, Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar. O şahs-ı mânevînin de bir mümessili, Nur şakirtlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünkü ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemâl-i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden, onlara çok ilişmezdim. Hattâ eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi: Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset mânâsını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk mânâsını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdî olacağım diye dâvâ ederler. Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın Büyük Mehdî unvanını almamışlar.
Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki:
“Eğer Mehdîlik dâvâ etse, bütün şakirtleri kabul edecekler.”
Ben de onlara demiştim: “Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali’nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum” dedim, o ehl-i vukuf sustu. (Emirdağ Lahikası, 1. Cilt, 206. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
LÜGAT:
Âhir Zaman : Dünya Hayatının Kıyamete Yakın Son Devresi
Aziz : Çok Değerli, İzzetli, Saygın
Beşer : İnsan
Fütuhat : Fetihler, Zaferler
Hakikat : Gerçek, Doğru
Hâlis : İçten, Katıksız, Samimî
Has : Özel; Kıymetli Olan Ve İleri Gelen Mühim Yakınlar Topluluğu
Hâvi : İhtiva Eden, İçine Alan
Hemşire : Kız Kardeş
Hikmet : Gaye, Sebep
Hüccet : Kanıt, Delil
İntişar Etmek : Yayılmak
Kat’î : Kesin
Kıyamet : Dünyanın Sonu, Varlığın Bozulup Dağılması
Kudsî : Kutsal, Yüce
Leffen : Ekli, Bitişik
Leyali-İ Aşere : On Mübârek Gece
Maddiyun Fikri : Maddecilik, Materyalizm
Maddiyun Ve Tabiiyyun Tâunu : Her Şeyin Tabiatın Tesiriyle Meydana Geldiğini Ve Her Şeyi Madde İle Açıklamaya Çalışma Hastalığı
Mehdî-İ Âl-İ Resul : Resulullah’ın Neslinden Gelen, Âhir Zamanın En Büyük Mürşidi, Hidâyete Sevk Edicisi
Mesail : Meseleler
Musırrâne : Israrlı Bir Şekilde
Muvafakat Etmek : Razı Olmak, Onaylamak
Mürşid : İrşad Eden, Doğru Yolu Gösteren
Rabian : Dördüncü Olarak
Rahmet-İ İlâhiye : Allah’ın Her Şeyi Kuşatan Sonsuz Rahmeti
Ruh U Can : Ruh Ve Can; Bütün İçtenlik
Seyyid : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Torunu Hz. Hasan’ın Soyundan Olan Kimse
Sıddık : Çok Doğru Ve Bağlı
Şahs-I Mânevî : Belli Bir Kişi Olmayıp Bir Cemaatten Meydana Gelen Mânevî Şahıs
Şakirt : Talebe, Öğrenci
Tâbir : İfade Etme, Adlandırma
Tasallut : Sataşma, Baskı Kurma, Hâkim Olma
Tevil : Yorum
Tezat : Zıtlık
Ahkâm-I Kur’âniye : Kur’ân’ın Hükümleri, Esasları
Âlem-İ İslâm : İslâm Dünyası
Avam : Halk
Beşeriyet : İnsanlık
Bilhassa : Özellikle
Dalâlet : Hak Yoldan Sapkınlık, İnançsızlık
Efrad : Fertler, Bireyler
Ehl-İ İman : Allah’a Ve Allah’tan Gelen Her Şeye İnanan Kimseler, Mü’minler
Evliya : Allah Dostları, Velîler
Gazab-I İlâhi : Allah’ın Gazabı, Kahrı
Hâdim : Hizmet Eden
Hakikaten : Gerçekten
Hakikat-İ Hâl : İşin Aslı, Gerçeği
Hidayet Edici : Doğru Yola Eriştiren
Hilâfet-İ Muhammediye : Hz. Muhammed’den (A.S.M.) Sonra Onun Dâvâsının Temsil Edilmesi
İhlâs : İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah Rızasını Gözetme; Samimiyet
İhya Etmek : Canlandırmak, Kuvvetlendirmek
İktiza Etmek : Gerektirmek
İltihak : Katılma
İnkılâbât-I Zamaniye : Zamana Bağlı Olarak Meydana Gelen Değişimler
İrşad Edici : Doğru Yol Gösteren
İstinad Etmek : Dayanmak
İştigal : Meşgul Olma, Uğraşma
İttihad-I İslâm : İslâm Birliği
Kesretli : Pek Çok
Muavenet : Yardımlaşma
Nokta-İ İstinad : Dayanak Noktası
Sadakat : Bağlılık, Sebat
Sarahat : Açıklık
Seyyid : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Torunu Hz. Hasan’ın Soyundan Olan Kimse
Suret : Biçim, Şekil
Şakirt : Talebe, Öğrenci
Şeâir-İ İslâmiye : İslâma Sembol Olmuş İş Ve İbâdetler
Şeriat-I Muhammediye : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Getirdiği Din; İlâhî Kanun Ve Hükümler
Tahkikî : Araştırarak Ve Kesin Delillere Dayanarak
Taife : Grup, Topluluk
Tâtile Uğrama : Terk Edilme
Tedkikat : Tetkikler, Araştırmalar
Tesanüd : Dayanışma
Ulema : Âlimler
Umum : Bütün, Genel
Vahdet : Birlik
Vazife-İ Uzmâ : En Büyük Vazife
Âhir Zaman : Dünya Hayatının Kıyamete Yakın Son Devresi
Âhir : Son
Avam : Halk
Biçare : Çaresiz
Cereyan Etmek : Meydana Gelmek
Dâvâ Etme : İddia Etme
Denizli Ehl-İ Vukufu : Denizli Mahkemesi Bilirkişi Heyeti
Efkâr : Fikirler, Düşünceler
Ehl-İ Siyaset : Siyaset Adamları, Politikacılar
Evliya : Allah Dostları, Velîler
Hakikat : Asıl, Gerçek, Doğru
Hidayet Edici : Doğru Yola Eriştiren
Hilâfet-İ Muhammediye : Hz. Muhammed’den (A.S.M.) Sonra Onun Dâvâsının Temsil Edilmesi
Hodfuruşluk : Kendini Beğendirmeye Çalışmak, Övünmek
Hususan : Özellikle
Hüsn-Ü Zan : Güzel Düşünce
İhsas Etmek : Hissetmek, Hatırlatmak
İltibas : Karıştırma
İtikat : İnanç
İttihad-I İslâm : İslâm Birliği
Kemâl-İ İtikat : Tam Bir İnanç, Güvenme
Keramet-İ Gaybiye : Gelecekle İlgili Allah’ın Bir İkramı Olarak Verilen Haberler
Keşif : Mânevî Âlemlerde Bazı Olayları Ve Hakikatleri Görme
Makamperest : Makama Düşkün
Müceddid : Yenileyici; Sahih Hadis İle Her Yüz Senede Bir Geleceği Bildirilen, Dinin Hakikatlerini Asrın İhtiyacına Göre Ders Veren, Peygamber Vârisi Olan Âlim
Mümessil : Temsilci
Nevi : Çeşit, Tür
Nisbeten : Kıyasla, Oranla
Safdil : Saf Kalpli, Kolay Aldanan
Saltanat-I İslâmiye : İslâmiyetin Hâkimiyeti, Saltanatı
Sehiv : Yanılma, Şaşırma
Seyyid : Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Torunu Hz. Hasan’ın Soyundan Olan Kimse
Şahs-I Mânevî : Belli Bir Kişi Olmayıp Bir Cemaatten Meydana Gelen Mânevî Şahıs
Şakirt : Talebe, Öğrenci
Şöhretperestlik : Şöhret Düşkünlüğü
Tahkikat : Araştırmalar
Telâkki Etmek : Kabul Etmek
Temenni : İstek, Arzu, Dileme
Tereşşuh : Sızıntı, İz
Tesanüd : Dayanışma
Tevil : Yorum
Zemin : Yer, Dünya