Risale Haber-Haber Merkezi
1912 Kastamonu doğumlu olan Mehmed Feyzi ağabey (R.H.), 1938’den itibaren 1943 senesine kadar Kastamonu’da Üstad Bediüzzaman Hazretlerine hizmet etmiş ve Denizli ile Afyon Mahkemeleri sırasında Üstad’la beraber hapis yatmıştır. Lâhikalarda çok sayıda mektupları ve Şua’larda Afyon müdafaası vardır. Kastamonu ve çevresinin mânevî Mutasarrıfı “Mehmed Feyzi Pamukçu” senelerce etrafına feyz ve ilim saçmıştır. 4 Mart 1990 yılında vefat eden Feyzi Efendinin Kabri Kastamonu vilâyetindedir. Kabrine giden şehir yolları, Belediye tarafından, “Mehmed Feyzi Efendinin kabrine gider” şeklinde levhalarla, oklarla işâretlenmiştir.
Bayram Yüksel Ağabey (R.H) bir gün şöyle demişti: “Üstad derdi ki: ‘Bir talebem tek başına beni kaldıramaz, tek başına temsil edemez, her bir talebem bir sıfatıma sahiptir.” Böyle nakletmişti Bayram ağabey… “Üstadımızın üç Feyzi’sinden 1946’da vefat eden Denizlili Hasan Feyzi Yüreğil (R.H.) ağabeyi göremedik, ona yetişemedik. Fakat diğer iki Feyzi’yi yakından tanımak, onların ders ve sohbetlerini dinlemek nasip oldu, elhamdülillah… Hakikaten Aydın’ın Ortaklar Bucağından Ahmed Feyzi Kul (R.H.) bambaşka bir fıtrat ve kabiliyet. Kastamonulu Mehmed Feyzi (R.H.) ise tamamen başka bir fıtrat... Üstadımızın İlim, feyz ve takva veçhini tutmuş bir zat...
Vefatının 20. yılında Mehmet Feyzi Efendiyi rahmetle anıyoruz… Bu vesile ile kendisini ziyaret ettiğim sıralarda kaydettiğim notlardan bir kısmını ‘Risale Haber’ okuyucularıyla paylaşmak istiyorum.
Ömer Özcan
SORMADAN İÇİMİZDEN GEÇENLERİ CEVAPLARDI
Zonguldak’ta 1973-1984 seneleri arasında öğretmenliğimiz sırasında defalarca Kastamonu’ya gidip, Mehmed Feyzi ağabeyi kendi evinde ziyaret etmek nasip oldu. Ekseriya Zonguldak’ın Nur ağabeyi “Bilal İslamoğlu” ile giderdik. O bölgenin insanları, Nur talebeleri ve sair ehl-i iman sıkça Kastamonu’ya ziyaretler tertip ederlerdi...
Mehmed Feyzi Efendi öyle ilim ve feyz sahibi bir insan idi ki; ziyaretine bir kere giden, yanına birkaç kişi daha alarak tekrar giderdi. Oralarda herkes bilir, ben de hemen her seferinde şahid olmuşumdur ve her gidenden de duymuşumdur ki; Bu mübarek velî zat kalbimizdeki suallere göre konuşur, sual sormaya fırsat kalmadan içimizden geçenlerin cevaplarını verirdi. Bir değil, üç değil, beş değil; hemen her seferinde aklımızdan geçen, dışarıda sormaya karar verdiğimiz meselelere muhakkak temas ederdi. Evinde münzevi yaşayan Feyzi Efendi, hemen her geleni kabul eder, bazen saatlerce derin ilmî meselelerden anlatırdı. Ruh’u anlatır, Ahireti anlatır, İnsanı anlatırdı...
Sohbet bittiğinde tıpkı Üstadımız gibi, “Safa geldiniz kardaşım, siz safa geldiniz kardaşım” der... O zaman biz de sohbetin bittiğini anlar, elini öpüp ayrılırdık.
SİMASI ÇOK TE’SİRLİ İDİ
Mehmed Feyzi Ağabeyin siması, kıyafeti, ciddiyet ve vakarı herkes gibi beni de çok etkilerdi. Süt gibi bembeyaz bir sarık, cübbe, düzgün gür ve kırçıl bir sakal… Hele iri ve içleri devamlı nemli o çok te’sirli gözler; o gözlere bakabilmek kolay değildi. Gittiğimizde karşı divanda bağdaş kurup oturur, devamlı konuşur, gözlerini de karşısında yerde oturanların üzerinde gezdirirdi. Kalına yakın, tok ve vakarlı sesiyle bir konuşmaya başlayınca karşısındakiler hemen tesiri altına giriverirdi. Ben bilhassa ilk ziyaretlerimde karşısında oturur hiç kımıldayamazdım.
Bir kış günü yine “Bilal İslamoğlu” Ağabeyle beraber ziyaretine gitmiştik. İri yakalı hardal renginde bir pardösüm vardı. Onunla oturmuştum karşısına, birde baktım kocaman bir tahtakurusu pardösümün yakasında gezinip duruyor. Feyzi Ağabey de görüyor. O andaki mânevi tesirden elimi kaldırıp tahtakurusunu alamadım. O da bir şey demedi…
Bir keresinde birisi damdan düşer gibi münasebetsiz bir sual sordu. Feyzi Ağabey de biraz sitemkâr: “Kardaşım, göz yerinde güzeldir. Gözü yerinden çıkarıp bir tabağa koysan o güzelliği kalmaz” diye ince bir mesaj vermişti.
ÜÇ KİŞİ OLALIM DA CEMAAT OLSUN CUMA NAMAZINI KILABİLELİM
Yeis içinde olanlara 1950'den evvelki halkın vaziyeti ile şimdiki vaziyeti mukayese için: “Biz müezzinle beraber Cuma günleri, caminin bahçe kapısında beklerdik. Yoldan geçenlerden çok rica ederdik ki, gelsin abdest alsın, üç kişi olalım da, cemaat olsun, ta ki Cuma namazını kılabilelim. İşte böyle insan arardık. Bu memlekette o günleri de yaşadık.” Böyle demişti Feyzi Efendi.
BU MEMLEKET “DÂR-ÜL HARP” OLAMAZ”
Bir gün “Dâr-ül harp” meselesini işledi: “Ne olursa olsun minarelerinde günde beş defa “Ezan-ı Muhammediyye” okunan, camileri açık olan bu memleket ‘Dâr-ül harp’ olamaz” dedi.
MAYMUN, HAYVANAT İLE İNSANLAR ARASINDA; HURMA DA HAYVAN İLE BİTKİ ARASINDA BERZAHTIR
Dikkatimi çeken bir açıklaması da, canlı mahlûkat arasındaki berzah meselesi idi. Şöyle izah etmişti: “İnsana en çok benzeyen hayvan Maymundur. Maymun, hayvanat ile İnsanlar arasında berzahtır. Hurma da Hayvan ile bitki arasında berzahtır. Çünkü hurma, dalları birbirine sarılarak tozlaşır.”