بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ
Mehmed Kayalar 1946'da yılında Eğirdir Komando Okulu'nda Risale-i Nurlar ile tanışır.
1950’de ise Üstad Bediüzzaman'la Bingöl'den Emirdağ'a gelerek tanışır.
İlk görüşmesinde Kayalar ağabeyin ayakları titrer ve konuşurken kekeler.
Üstad Bediüzzaman, rahmetli Mehmed ağabeyin başını koltuğunun altına alarak sıkınca titreme ve kekemeliği geçer.
Celalli bir tabiata sahip olan Kayalar Abi, yüzbaşı rütbesinde iken Bingöl Alay Komutanı Cemal Tural'ın baskı ve tacizleri sonucu 1952 yılında emekli olur.
Üstadını ikinci ziyareti bu sırada gerçekleşir.
Cemal Tural 11 Temmuz 1960'ta Üstadın mezarı kırılıp naaşının Isparta Yukarı Mezarlıkta toprağa verilmesini bizzat sevk ve idare eden o günkü kara kuvvetleri komutanıdır.
General Tural, Üstadın mübarek bedenini taşıyan uçakta Urfa'dan Afyonkarahisar'a kadar 7-8 saat, rahmetli Abdulmecit Nursi ile beraber aynı uçakta yolculuk yapıyor.
Üstad, Kayalar abinin emekli olmasını istemediği halde gelen telgrafı okuyup ayağa kalkar. "İşte şimdi dünyayı ayağının altına aldın, maaşallah barekallah" diyerek takdirini coşkuyla ortaya koymuştur.
Toplamda Üstadı üç kere ziyaret eder. Üstada birçok mektup yazar ve rahmetli Tahsin Tola Bingöl'den milletvekili adayı olunca Üstad, Hulusi Abi ile kendisine Tola'ya yardımcı olması için mektup yazar.
Emekli olduktan sonra Demokrat Parti'nin açtığı serbestlik ve dini ferahlık ortamında Diyarbakır merkezli olarak doğu Anadolu'da çok cesurca ve kitlelere dönük hizmetleri olur.
Kendisi Diyarbekir Ulu Camii'nde olmak üzere hemen hemen tüm merkezi camilerde sabah namazından sonra kürsülerden Risale-i Nur dersleri yapar.
1950'lerin Diyarbekir müftüsü Halil Özaydın bu durumu Üstada şikayet eden bir mektup yazar, Üstad ise müftüyü bir mektupla teskin eder.
Emeklilikten sonra dört evde kiracı olduktan sonra 1959'da Dicle kenarında tarlaya inşa edilen 2 katlı evin altı Nur dersanesi olarak çok coşkulu ve kalabalık hizmetlerin merkezi olur. Yaz dersleri akşam namazından sonra başlar yatsıdan sonra biterdi.
Mehmed Kayalar dersleri iki dizi üstüne çökerek yapar herkes de öyle dinlerdi. Arkasında ise alim ve hocalar otururdu. Kayalar Abi'nin "korkuyu hedefe koyup 12'den vurduk" sözü çok meşhurdur.
Doğuda din ve maneviyat üzerine sinen istibdat korkusunu rahmetli Mehmed Abi kırıp parçalamıştır demek doğru bir sözdür.
Üstad şarkta "Hulusi Yahyagil ve Mehmed Kayalar benim yerimde hizmet ediyor, onlar olmasaydı ben onların yerinde olacaktım" demektedir.
Rahmetli Kayalar abinin adı Sözler'deki çeşitli mektuplarda geçmektedir. Bunlardan biri de Tahsin Tola'nın 1957 seçimlerini Bingöl'de Kayalar'ın da görevlendirdiği insanların desteğine rağmen kaybetmesi üzerine yazılan mektubta Nur talebelerinden, Mehmed Kayalar, Hüsrev, Tahirî, Sungur, Zübeyr, Ceylan, Bayram şeklinde geçmektedir. Üstadın birçok vekil listesinden biri olan 12 kişilik vekil listesi içinde yer alır.
Mehmed Kayalar emekli olduktan sonra Diyarbakır’da ikamet edip yöre insanlarına uzun yıllar Risale-i Nur ve Kur’an'dan tefsir, hadis, fıkıh dersleri verdi. Toplam 12 tane eser yazan alim ve edip bir şahsiyettir.
Mahkemelerde yaptığı savunmaları Tarık Aktekin tarafından İ’lân-ül Hak adlı bir kitapta toplandı.
Üstad, "Nurun muallimi, nurun kahramanı, nurun yüksek bir talebesi, hayatını Nur'a vakfeden" iltifatlarında bulundu.
Emekli yüzbaşı Kayalar Abinin İşaratul İ'caz'ın sonunda uzun ve gayet coşkulu bir müdafaası sonucu mahkeme beraatle neticelenmiştir.
Ayrıca Mektubat'ın sonunda, Hakikat Işıkları adlı basit, akıcı, anlaşılır bir şiiri bulunmaktadır.
Kayalar Ağabey, 23 Mart 1960 Perşembe günü ikindi namazı sonrası Üstad toprağa verilirken orada hazı bulunmuş, defin sonrası Mustafa Sungur Abiye dönerek yaptığı konuşmada, “Siz Üstad'ın hizmetinde olanlardan ben hariç aranızdan birini baş seçin, cemaat dağılmasın. Ben de seçtiğiniz o başa tâbi olacağım” demiş. Dört halifenin seçilmesini örnek vermiştir. Daha sonra Kadıoğlu Camii'nin bir odasında bu konu istişare edilmiştir.
İlkin üstadın avukatı Bekir Berk, "mesleğimiz uhuvvettir, pederle evlat şeyh ile mürit ilişkisi değildir" deyip çözümü şahsı manevi yönetiminde görür.
Zübeyr Gündüzalp ise "Üstad bize Risale-i Nur'u bırakmıştır. Üstad dünyevi bir vekil bırakmamıştır. Nur talebeleri bu hizmeti siyaset dışında ihlas ve meşveretle yürütecektir" der.
Bu tavır Hz. Ebubekir'in Resulullah'ın vefatı üzerine yaptığı konuşmayı akla getirmektedir.
"Üstad, beni bir vekil kaldırmaz, benim yüzlerce, binlerce vekilim olacaktır" buyurmuştur şeklinde konuşarak; çıkmaya hazır büyük bir kargaşanın önüne geçmiştir.
Emirdağ Lahikası'nın bir çok yerinde geçen vekil ve varis listelerini; "beni bir vekil taşıyamaz, benim binlerce vekilim olacak" sözünün ışığında değerlendirdiğimizde, bu vekillerin doğru yer ve konumları anlaşılır.
Mehmet Kayalar daha sonra tekrar Diyarbakır’a dönüp kendi şahsi hizmet tarzına devam etmiştir.
Merhum Mehmed Kırkıncı Hoca anlatıyor;
"Çok cesurdu… Birgün alay kumandanı geldi… Dahiliye vekili İhsan Kızıloğlu geldiğinde ayağa kalkacaksınız!’ dedi. Mehmed Kayalar, 'Olmaz!’ dedi. ‘Biz kapıda oturacağız ve ayağa kalkmayacağız!..”
“Bakanın arabası geldiğinde Mehmed Kayalar ayak ayak üstüne attı. Onun zorlamasıyla biz de aynı şekilde ayak ayak üstüne atarak oturduk. İhsan Kızıloğlu geldi. Elini salladı. Herkes ayağa kalktı, biz kalkmadık."
9 ay Sivas Kabaktepe kampında kaldıktan sonra, Çanakkale’ye sürgün edilmiş. Çanakkale’de 1,5 sene çok sıkıntılı ve işkenceli bir hücre hapsi yaşamıştır.
Çanakkale'ye gelerek davasını savunmak istiyen Bekir Berk'in isteğini kabul etmemiştir.
Çanakale zindanında rutubetten yatağı çürümüştü. Çünkü lağım borularının geçtiği hücresine denizden gelen yoğun rutubet insanı bile çürütecek bir etkinliğe sahipti.
Çanakkale'den Diyarbekır’e dönen Mehmet Kayalar, bu sefer ailece bir sene kadar Muğla'ya sürgün edilir. Muğla hayatı da zahmetlerle geçmiştir.
Muğla sürgününden sonra 3 yıl üst üste; Adana Tekir Yaylası'nda okuma ve ders programları düzenleyip sürgün öncesindeki cemaatini toparlamaya çalışmıştır.
***
Son Şahitler 1'de, Üstadla üçüncü ve son görüşmesini kendisi şöyle anlatır:
"Vefatından biraz önce Diyarbakır'da Üstad'dan bir telgraf aldım. Derhal Ankara'ya gelmemi istiyordu. Hemen uçakla Ankara'ya geldim. Demek son dersini vermek istiyormuş. Zaten ondan sonra görüşmek nasip olmadı. Ancak Urfa'da mübarek naşını görebildik. Ankara'da, birçok Nur Talebesi arkadaşlar vardı."
Yine Kendisi anlatıyor:
"Diyarbakır'da evimin etrafını, tanklar muhasara altına almıştı. (1959 yılı son günleri.) Bunu Üstada haber verdim. Üstad, 'Kardeşim onlar senin muhafızlarındır' diye haber gönderdi."
Fakat gerilim gittikçe büyür ve Kayalar Abi psikolojik olarak kuşatmaya alınır.
Şehrin dışında Fiskaya mevkiindeki dersaneye gelenlerin isimleri istenir ve girip çıkanlar kontrol edilmeye başlar.
Diyarbekir PTT'sinde çalışan nur talebesi Muzaffer Aksu bu kritik vaziyeti Zübeyr Gündüzalp'e bildirir. Zübeyr Abi durumu Üstada iletince, "Kayalar'a telgraf çekin uçakla hemen buraya gelsin" der. Haberi alan Kayalar hemen Ankara'ya gelir ve Beyrut Palas'ta Üstadın huzuruna alınır. Üstad onu tam karşısına oturtup iltifat eder.
Evinin etrafındaki tanklardan bahsedince Üstad tekrar, "kardeşim onlar seni muhafız için ordalar" der. Ardından en son dersini verirken; merhum Zübeyr ve Sungur not almaktadır.
Otel odasında verilen bu ders Risale-i Nur mesleğinin, "müsbet hareket" adıyla anılmasını sağlayan muazzam ve hakikatlı bir ders, bir bildiridir.
Emirdağ Lahikası sonunda bulunan hizmetin anayasası özelliğindeki Üstadın bu dersi 5 Ocak 1960 Salı günü, Ankara'dan ayrılmadan bir gün önce Denizciler Caddesi Beyrut Palas Oteli'nde Nur talebelerine vefatından önce verdiği en son derstir.
Bu dersi kısa kısa alıyoruz.
"Aziz kardeşlerim;
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.. Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى düsturu ile "Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk çocuğu mesul olamaz."
İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Demek Risale-i Nur, beşeri anarşistlikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâmın iki kahraman kardeşi olan Türk ve Arabı birleştirmeye, bu Kur’ân’ın kanun-u esasîlerini neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.
Bir mesele daha var; o da çok ehemmiyetlidir. Hükmü Kur’âna göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin icabatından olarak hâcât-ı zaruriye dörtten, yirmiye çıkmış. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla, hâcat-ı gayr-ı zaruriye, hâcât-ı zaruriye hükmüne geçmiş. Âhirete iman ettiği halde, 'Zaruret var" diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.
İşte, ben (1922'de) o kumandana ve hocalara dedim:
“Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar.
Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz.
Kardeşlerim, belki ben öleceğim! Bu zamanın bir hastalığı daha var o da benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi hastalıklardır.
Risale-i Nur’un Kur’ân’dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin.."
***
Kahraman Mehmed Kayalar Ağabeye, çilekeş aile ve çocuklarına sınırsız af, rahmet ve mağfiretler diliyoruz.
Makamları en yüksek cennet makamı olsun inşaallah.