Tahiri Mutlu 1900 yılında Isparta’ya bağlı Atabey ilçesinde dünyaya geldi. Babası Hüseyin Hüsnü Efendi, annesi Zübeyde Hanımdı. İlk eğitimini helal ve harama karşı oldukça hassas olan anne ve babasından aldı.
Çocukluk ve gençlik yılları Atabey’de geçti. Atabey, Selçuklular'dan beri devam eden bir ilim ve irfan geleneğinin merkeziydi. Tahiri Mutlu, böyle bir atmosferde yetiştiği için o günkü şartlarda toplum ortalamasının üstünde bir kültür ve bilgi birikimine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
1920 tarihinde vatani görevini îfa etmek üzere askere gitti. Askerliği, İstiklal Savaşı yıllarına tekabül etti ve dört yıl sürdü. Savaş sonrasında gazilik unvanı ve madalyası verilerek maaş bağlandı. Ancak o, bu vatanî hizmete karşı bir bedel almayı izzetine yediremediğinden maaşı kabul etmedi.
Tahiri Mutlu, Risâle-i Nurlarla 1931 yılında Atabey’de akrabaları vasıtasıyla tanıştı. Bunun üzerine Hafız Zühdü’nün oğlu ve aynı zamanda yeğeni olan Eşref’le birlikte Barla’ya giderek Bediüzzaman Hazretleriyle bizzat tanıştı. Bu tanışmadan sonra Tahiri Mutlu, Bediüzzaman'dan çok etkilendi. Bunun üzerine Risâle-i Nur ve Bediüzzamanın hizmetinde bulunmaya karar verdi. Artık onun bütün dünyası muazzez üstadı ve Risale-i Nur hizmeti oldu. Kur’an ve İman Hizmeti onun bir gaye-i hayali ve hayatının bir parçası haline geldi.
1942 yılında Ayetü’l-Kübra Risâlesi’ni bastırmak maksadıyla İstanbul’a gitti. Burada kaldığı kırk beş gün zarfında, Bozkurt Matbaası’nda bu risâlenin bastırılmasını sağladı. Bu arada sık sık Sahaflar Çarşısı’na giderek Bediüzzaman’ın ilk dönem eserlerini soruşturdu. İşaratü’l-İ’caz, Hakikat Çekirdekleri ve Lemeat adlı eserlerini budu.
Tahiri Mutlu, Ayetü’l-Kübra Risâlesini bastırdıktan sonra İstanbuldan ayrılarak vapurla İnebolu’ya ve oradan da Kastamonu’ya geçti. Çünkü bu tarihlerde Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu’da bulunuyordu. Görüşme sırasında bastırılan Risâleleri gösteren Tahiri ağabey, Sahaflarda bulduğu diğer eserlerini de takdim etme fırsatını buldu. Bediüzzaman Hazretleri çok sevindi. Özellikle Lemeat’ı görünce daha çok sevindi.
Tahiri ağabey de Bediüzzaman ve diğer talebeleri gibi takibattan nasibini aldı. 1943’te Denizli ve 1948’de Afyon hapishanelerinde yattı. Ayrıca, 1958 yılında Ankara ve 1960’ta Isparta’da hapis yattı. Mahpus olduğu zamanlar da boş durmadı. Çevresindeki insanlara iman hakikatlerini anlatmak için büyük gayret sarf etti. Karşılaştığı sıkıntıları hiçbir zaman kendine dert edinmedi. Her zaman hizmeti birinci planda tuttu. Onun bu samimî tavrı Bediüzzaman’ın dikkatinden kaçmadı ve kendisine Risale-i Nurda, şu cümlelerle yer vererek takdir etti:
“Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste kat’î kanaatim gelmiş ki, Risâle-i Nur ile kıraeten ve kitabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musibet tezâuf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder. Bazı esbaba binaen, ben en ziyade Hüsrev’i ve Hâfız Ali (r. h. ), Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyade temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum.
“Acaba neden?” derdim. Şimdi anladım ki, onlar hakikî vazifelerini yapıyorlar; mâlâyâni şeylerle iştigal etmediklerinden ve kaza ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkit ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itmi’nan-ı kalbleriyle Risâle-i Nur şakirtlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un mânevî kuvvetini gösterdiler. Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevazu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin. âmin.” (Şuâlar, s. 282).
Kendini iman hizmetine vakfeden Tahiri ağabey, Üstadın büyük ilgisine mazhar oldu Üstad’ın kızgın ve hiddetli anlarında, Tahiri ağabeyin gelmesiyle tavrının hemen değiştiği ve yumuşamaya başladığı hatıralarında kaydedilmektedir. Böyle durumlarda hemen bu mümtaz talebesini tebessümle karşıladığı, “Allah’ın veli kulu” diye hitap ettiği nakledilmektedir.
Ahmet Şahin Hoca, "Atabeyli Tahiri" adlı kitabın önsözünde Tahiri Mutlu ağabey’in kişilğiyle ilgili şunları yazar:
“1960'lı yılların başında Süleymaniye Camii'nde din görevlisi olarak çalışıyordum.
Camiin hemen yakınında Kirazlımescit sokakta İstanbul'un ilk Nur dershanelerinden Süleymaniye dershanesi vardı. Nurun ilk fedakâr hizmetkârları burada kalır, gelen giden misafirlerle burada muhatap olur ve Risale-i Nurları okuyup duyurmaya çalışırlardı. Bir gün camiye gelen bir genç, namazdan sonra kulağıma eğilerek: "Tahiri ağabey dershanede acilen seni bekliyor" dedi.
Bu saygıdeğer insanının isteğini geciktirir miyim hiç! hemen dershaneye koştum. Kapıdan içeri girince O heybetli vakur haliyle kalkarak beni ayakta karşıladı. Onun bu nezaketine karşı fevkalade mahçup oldum. "Şahin kardeş hoş geldin, buyur, otur" diyerek bana yer gösterdi. Sonra elindeki yazılı kağıtlarla bir öğrenci gibi önüme diz çökerek vakit kaybetmeden hemen söze başladı:
- Kardeşlerimiz, bu Risalelerle şu tesbihatı baskıya verecekler. Ancak içlerindeki Arapça ibarelerin harekesi olmadığından yanlış okunuyor. Ben bunları harekelemeye çalışacağım fakat yanlış yapmaktan korkuyorum. Sen bana doğrusunu göster ki, bir yanlış ta ben yapmamayım...
- Ağabey dedim, önce buyurun rahat oturun. Sizin huzurunuzda diz çökmek bana düşer!..
Tereddütsüz cevap vererek:
-Şahin kardeşim!. ben kemal-i iftiharla diz çöküp oturuyorum senin önünde. Biliyorsun Hazret-i Ali Efendimiz "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" demiştir. Sen bir harf değil bir çok harf öğretiyor, bunca ibarelerin doğru okunmasını sağlıyorsun. Kemali memnuniyetle diz çökerim senin önünde!. sen rahatsız olma!.
Risale ve tesbihattaki ibareleri harekeleme süresince önümde hep diz çökerek oturdu. Bunu yaparken bir nezaket icabı değil, samimiyeti gereği yapması, beni fevkalade etkiledi.” İfadeleryle takdir eder.
Bediüzzaman’ın talebesi olmaktan iftihar duyan ve bu uğurda defalarca hapis yatan Tahiri ağabey, Afyon Ağır Ceza Mahkemesindeki müdafaasında: “…Üstadım Bediüzzaman Said Nursî ve diğer arkadaşlarıyla birlikte suçlu gösterilmekle mahkemeye veriliyorum… Zülfikar: Mucizât-ı Kur’âniye ve Ahmediye mecmuasını bastık. Bunu kısmen sattık. Hâsıl olan parasından Asâ-yı Mûsâ mecmuasının kâğıdını da satın aldım, getirdim. Sonra Asâ-yı Mûsâ mecmuasını bastık, bunu da sattık. Sonra Siracü’n-Nur mecmuasının kâğıdını alıp bastık… Bu eserlerle ahlâkımızı dinen terbiye edip yükselten ve kendisine “müceddid” dediğimiz halde bizi reddedip kıran ve büyük bir hürmetle üstad kabul ettiğimiz Said Nursî’nin senelerden beri talebesiyim…” (Şuâlar, s. 466-467). Gibi ifadeleri hakimler huzurunda pervasızca söylemiş bir zattır.
Yine Isparta’da tutuklanan Nur talebeleri, savcı tarafından tek tek sorguya çekilir. Savcı sorguya, yaptırdığı sopalarla gelir. Güya konuşmaz ve sır vermeyecek olurlarsa Nur talebelerini sopayla konuşturacak! İlk olarak sorgulamaya Tahiri Mutlu’dan başlanır. Tahiri Mutlu ne yaptığını bilen, içi dışı dosdoğru bir insandır. Savcının sorularına hiç çekinmeden cevap verir. Savcı, suçluyu yakalamış olmanın sevinci içinde alaylı bir tavırla söze başlar:
“Müjde, müjde, yakaladık!”
“Neyi yakaladınız savcı bey?”
“Beşinci Şua’dan sonra Yedinci Şua’yı! Bu kitapları sen mi bastırdın?”
“Evet, ben bastırdım”
“Yasak olduğunu bilmiyor musun?”
“Eğer bu kitaplarda rejime, hükümete karşı suç unsuru olacak, yasak tek bir kelime bulursanız, ben idam dahil her cezaya razıyım! Bunlar yalnız iman hakikatlerinden bahseden kitaplardır”
Savcı bu açıklamaya bozulur. Tahiri’nin böyle çekinmeden konuşmasından rahatsız olur.
Savcı, Tahiri Mutlu’ya tehdit savurmaya başlar:
“Şimdi sana gösteririm yasak mı değil mi!”
Artık bu tavır karşısında söylenecek bir şey olmadığından Tahiri Mutlu, muhataplarını Allah’a havale ederek susmayı tercih eder. Savcı yanında getirdiği sopalarla Tahiri’yi dövmeye hazırlanırken tam o sırada zulmün bu kadarına yerküresi tahammül edemez, adliye binası sallanmaya başlar! Savcı ve memurlar bir anda korkudan kendilerini binanın dışında bulurlar… Tahiri Mutlu içerde tek başına, ayakta öylece kalır. Bu İlahi tecelliyi hayret ve tevekkülle seyreder. Kendisini sorgulayanların telaşına güler. Dünyada Allah’ın küçük bir ikazından bu kadar korkan insanların, yarın kıyamet gününde ne yapacaklarını düşünür. Sallantı aralıklarla devam etmektedir. Bu yüzden memurlar binaya girmeye cesaret edemediklerinden biraz sonra kapı aralığından Tahiri Mutlu’ya işaret ederek, ifadesinin bittiğini ve yerine gidebileceğini söylerler.”
Bediüzzaman, ona hizmetlerinden dolayı övgüyle söz ettiği gibi, ailesine de yakın alâka göstermiş, selâm ve duâsını eksik etmemiştir; “Başta Nurun şakirtlerinden validesi Zübeyde hanıma, akrabasına ve rüfekasına selâm ederim. Cenâb-ı Hak onlardan ebeden razı olsun. Amin!” (Emirdağ Lâhikası, s. 140).
“Bizi ve Kastamonu şakirtlerini kıyamete kadar minnettar eden ve müstesna kalemiyle Risâle-i Nur’un hemen umumunu bu havaliye yetiştiren ve evlât ve peder ve vâlideleri ve refikasıyla Risâle-i Nur’a hizmet eden Kahraman Tahirî kardeşim, Cenâb-ı Hak, hanenizdeki hemşireme, hem bana şifa ihsan eylesin. Hastalığıma ait bir parça size geliyor. Peder ve validenize de benim tarafımdan deyiniz ki: “Tahirî gibi kahraman bir şakirdi Risâle-i Nur’a yetiştiren ve o vasıtayla defter-i â’mâllerine daima hasenat yazdıran bir şakirdi bize kardeş veren o mübarek zatlar, inşaallah bu saadeti daima idame ettirecekler. Dünyanın cam parçalarını, o elmaslara tercih etmeyecekler. Onlar, hususî duâlarımızda dahildirler.” (Kastamonu Lâhikası, s. 201).
Yazılarında ve mektuplarında ayrıca memnuniyetini belirten Bediüzzaman; “Tahirî’nin bize o kıymettar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve huri libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalaya sevk ediyor. Ve onun ma‘sûme iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar, burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor, görenleri Risâle-i Nur’a cezb ediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tahirî’nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı” ifadelerine yer vermiştir. (Kastamonu Lâhikası, s. 86).
“Tahiri Mutlu Ağabey, celalle cemali, haşmetle ünsiyeti aynı anda yaşayan bir Allah dostuydu. Her anı ve duruşu Allah'ı hatırlatan bir mana eriydi. Üstad'ın ifadesiyle, "ihtiyarların genciydi.” Üstad ondan dolayı Atabey kazasını kendi doğduğu köy olan Nurs'la arkadaş ve bütün manevi kazançlarına ortak ilan etmişti. Tahiri ağabeyin ve aile efradının Üstad'ın hastalıklarına bile ortak olduklarını öğrenmek, fedakârlığın ölçüsünü anlamaya yeter de artar.”
Tahiri Mutlu ağabey; Bediüzzaman hazretlerinin son yıllarında yanında bulunup hizmet tarzını yakından takibeden, gören ve bilen dört beş kişiden biridir. Üstad'ın hizmet için vekil olarak bırakıp, "Ben ölsem veya hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını tam bilerek yapabilecek. " dediği kişilerden biridir Tahiri ağabey!
Mehmed Tahiri Mutlu Ağabey; 2 Nisan 1977 Cumartesi gününü 3 Nisan 1977 Pazar gününe bağlayan gece saat 03. 10'da sularında geçirdiği bir kalp rahatsızlığı sonucunda, Allah'ın rahmetine kavuştu. Her zaman adeti üzere, gece teheccüt Namazı ve ibadet için kalktığında, aniden rahatsızlanmış, son tıbbi müdahale torunu Dr. Hüsnü Güzel tarafında yapıldı. Uzun yıllarını İmana ve İslâmiyete hizmet yolunda geçiren bu mübarek şahsiyetin, cenazesi 4 Nisan Pazartesi günü öğle namazını müteakip, Koca Mustafapaşa'daki evinden alınarak Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazını müteakip, vasiyeti özerine ebedi istratgâhı olan Eyüp Sultan Mezarlığındaki makberine defnedildi. Ruhun şad olsun.
Faydalandığım Kaynaklar:
1-Portre, Risale- Nur Enstitüsü, 4/27/2007
2-Kulluğu İçinde Bir Sultan, Nesil Yayınları
3-Ahmet Şahin, "Atabeyli Tahiri" adlı kitabının önsözü