Peygamberler Şehri Urfa’nın bağrından çıkmış ve gerçek manada ona medar-ı fahr olmuş yanık bir şairdir Mehmet Akif İnan Usta. Yedi Güzel Adam’ın “güzel”lerinden biri. Hayatı tam bir roman konusu olacak kadar gel-gitlerle dolu. 1958'de Urfa Lisesi'nden Maraş Lisesi'ne sürgüne gönderilme, aynı yıl bir grup arkadaşıyla Derya Gazetesi'ni çıkarma, bir yıl sonra Maraş Lisesi'nden mezuniyet ve Urfalı şairler üzerine verdiği ilk konferans. Aynı yıl içinde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolma, iki sene sonra bırakma, Necip Fazıl ile tanışma, dava arkadaşı olan Nuri Pakdil’le birlikte Edebiyat Dergisi'ni kurma…
Necip Fazıl, Akif İnan’ı “Akif Urfalı değil, Urfa Akif’lidir” diyecek kadar çok seviyordu ve Ankara’ya her gelişinde Akif İnan’ın evinde kalıyordu. Bu sevgiyi Necip Fazıl’ın İnan’a yazdığı 16.09.1972 tarihli mektupta da görürüz. “Anamı sorarsan büyük doğudur/Batı ki sırtımda paslı bıçaktır” diyen bu güzel insanı, yaşayan önemli şairlerimizden Arif Ay son Osmanlı’dan biri olarak tabir eder. Yedi Güzel Adam’dan biri olan Alaeddin Özdenören “Akif İnan” isimli şiir yazmıştır ona. Yine bu gönül insanına Mehmet Atilla Maraş, Arif Emre, Âlim Yıldız, Yasin Hatipoğlu, Ahmet Edip Başaran, Mehmet Sait Uluçay gibi şairler tarafından şiirler yazılmış ve yüzlerce isim tarafından hayatı, sanatı, şiiri yazılara konu edilmiştir. Sizin anlayacağınız bu hususta ne dersek söylenmiş olanlardan öteye geçemeyiz.
Mehmet Akif İnan için ne kadar güzel şey söylense, yani ne kadar övülse, yüceltilse yerindedir ve bunların hepsini anasının sütü gibi hak ediyor kanaatindeyiz. Bizim burada nâçizane üzerinde kısaca durmak istediğimiz husus büyük ustamızın poetikası, yani şiir anlayışı. Bilindiği üzere sanat ve bâhusus şiir, sübjektif görüşlerin hükümferma olduğu serbest ve serazat bir saha. Tek bir görüşten ya da tek bir poetik zeminden hareketle yapılan tarifler özelin dairesi içinde kalmak koşuluyla bir anlam ifade edebilir ancak. Başka bir deyişle cihanşümul bir miyardan ve ölçüden bahsetmek mümkün değil. Yapılan her değerlendirme hususinin çerçevesi içinde kalmak kaydıyla geçerli bir mana ifade edebilir.
Onun için şiir kimine göre “ağızdaki köpük” (Tanpınar), kimine göre “söz ile mûsiki arasında sözden ziyade mûsikiye yakın mutavassıt (orta) bir lisan” (A. Haşim), kimine göre “Allah’ı bulmanın en müessir aracı” (N. Fazıl), kimine göre “sözcüklerin dini (Lamartine), kimine göre “büyük zekaların rüyası” (Mallarme), kimine göre “eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimi” (Aragon)… tarifleri uzatmak mümkün. Dediğimiz gibi bütün bu tarifler özelin dairesi içinde kalmak koşuluyla kendi makamında geçerli ve anlamlıdır.
Peki ustamız Akif İnan’ın şiir anlayışı nereye düşer? Arif yazarımız Yusuf Kaplan bir yerde Cahit Zarifoğlu şiiri için “varlığın, vicdanın ve vecdin şiiri” diyor. Bu güzel ve anlamlı tarifi Akif İnan şiiri için de desek yanlış bir şey söylemiş olmayız sanırım. Çünkü hazretin bütün şiirleri baştan sona vicdanın, hüznün, ilahi aşkın, hamlenin, davanın bir terennümü, bir nağmesi gibi. Ve şiirleri aynı zamanda yukarıda bahsi geçen bütün tarifleri potasında eriten kapsamlı bir hüviyete sahip. Yani hangisini baz alırsak alalım onun şiiri hepsini aşıyor ve dahi hepsinden taşıyor. Zaten “şair gaybı kurcalayan çilingir” değil miydi? Sayılan bu yüce vasıfları Necip Fazıl’ın her şiirinde izini sürmek mümkün. Mesela “Ölüm” başlıklı şu ölümsüz şiiri:
Gel anla ve yaşa doğrusal hüznü
Acılar güvence ölümsüzlüğe
Senden her kaçtıkça sana yaklaştım
Göç nasibim özlem kanımdır benim
Bu tenha dünyanın ürküntüsünü
Ekledim gövdeme bir parça gibi
Bir sözdür susuşun bir ince fikir
Bin yorum getirir aklıma birden
Gövdemi kurşunlar sererse yere
Kırgın bakışların değdi bilirim
Ve ölüm konuğum olduğu zaman
Duyduğun vicdanın ayak sesidir.
Ölümün sonsuz ve sınırsız bir hiçlik değil “asude bir bahar ülkesi” olduğunu gösteren en veciz, en yalın bir şekilde okuruz bu satırlarda. Bu şiirinde olduğu gibi her şiirinde en karanlık günlerin ardında beliren gizli bir ümidin ayak sesleri vardır. İnsanın ümitsizlik gibi şeytani tuzaklara düşmemesi ve onların kahredici ağlarına/bağlarına kapılmaması için yoldaki bir işarettir her biri. Bu manayı en güzel ve en özel şekilde “Umut Gazeli” başlıklı şiirinde görmek mümkün.
Soyundum çileye dönmemesine
Bilendim ışıktan gözyaşlarıyla
Acılar umudu buldurur bize
Bir zırha büründüm bu çağa
Edep senin sabır benim derimdir
Askerler üretir sessiz ve derin
Bayrağa dönüşen anlımdır şimdi
Ellerim ağların mahşer makası
Türkümüz dünyayı kardeş bilendir
Gökleri insanın ortak tarlası.
Hazretin şiirinde Tanzimat ve ilk dönem cumhuriyet şairlerinin mümeyyiz vasfı olan “yetimane ağlayış”, arada ve arafta kalmanın bir belirtisi olan kararsızlık, ümitsizlik ve bedbinlik gibi şeyler yoktur. Çünkü o, üstadı Necip Fazıl gibi tercihini ezeli ve ebedi hakikatten yana yapmıştır. Bu konu da kendisinden sonra gelecek kuşaklar için büyük imkanlar, kapatılması olanaksız kapılar açmıştır. Bundan dolayı ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Hulâsa Akif İnan bir yerde “Sezai Karakoç’u okumayan ve anlamayan çağdaş değildir” diyor. Bu yerinde tespiti sanırım kendisi içinde söylesek fazla bir şey söylemiş olmayız. Şöyle yani: Akif İnan Usta’yı tanımayan, okumayan ve anlamayan çağdaş değildir. Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun!
(Ezeli Mağluplar'dan)