İstiklal Marşımız, 12 Mart 1921de TBMMde Millî Marşımız olarak kabul edildi. Tabi buna karnı ağrıyanlar ve içindeki manayı hazmedemeyenler de (Başta Aka Gündüz ve Ruşem Eşref) vardı.
Tıpkı yıllar sonra onun yerine 10. yıl marşını ikame etmek isteyenlerin olduğu gibi.
Aslında o dönemin tek parti yönetimi de Akifi hiç sevmemişti. Ancak bu milletin imanına da engel olmak mümkün değildi. Zındıka Komitesi ta o zamanlardan beri iş başındaydı. Aslında onların amacı bambaşka bir şeydi Akif, özü sözüne sözü de fiiliyatına yansıyan ender şairlerimizden birincisiydi.
Yıllarca cephelere koşmuş, Türkiyenin dört bir yanına giderek camilerde vaaz vermiş, İstiklal Savaşının kazanılmasında halka cesaret vermiş, gözünü budaktan esirgememiştir. İstiklal Marşı yarışmasına sadece ödüllü olduğu için katılmamış sonra zorlamayla katılmış, verilen ödülü almamışken adeta hayatının son yıllarında cezalandırılmıştır.
Mısıra gidişi çok yorumlandı!.. Dönüşü ise sessiz ve hüzünlü Ölümü ise adeta milletten gizlendi. Fakat güneş balçıkla sıvanmazdı. Bir örtüye bile sarılmayan cenaze musalla taşına konulurken, cenazenin Akife ait olduğu öğrenilince binlerce üniversite öğrencisi ve halk tarafından bayrağa ve sancağa sarılarak ebedi istiratgahına uğurlandı.
Bugün halkımız tarafından anılan ve tanınan birinci şair Akiftir. Oysa cicili bicili, vıcık vıcık methiyeler yazanların isimleri unutulup gitmiştir. Ne mutlu sana Akif
M.Akifin cenaze tönenin Prof.Dr.Sulhi Dönmezer ve Prof.Dr.Abdulkadir Karahanın dilinden aynen aktarıyorum.
O zamanların, ülkemizde egemen tek partisinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akifin yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı.
Bizler bu alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık; hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmına bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük. İki kişi üzerine örtü dahi konulmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzlerce genç ağlamaya başladı.
Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler; sonra merhumun bir kısım yakın arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin yöneticilerinden hiç kimse ortalarda yoktu.
Cenaze artık tamamıyla gençlerin sorumluluğunda kalmıştı. Gençler, büyük bir ölüye gösterilmesi gerekli saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığının Şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıdılar. Dini merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerimizi patlatırcasına İstiklâl Marşını söyledik. (Tercüman gazetesi, 5 Ocak 1987)
Prof. Dr. Abdülkadir Karahan da cenazeye katılmış ve Akifin mezarı başında bir konuşma yapmıştır. Hatıralarını Akifin Ebediyete Uğurlanışı ve Sonrası başlıklı bir yazıda anlatan Karahan, cenaze merasiminden sonra başına gelenler için şunları yazmaktadır:
Milli Marşımızın eli öpülecek şairinin kabri başındaki hitabemin takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini, bugün bile, bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim.
Çünkü üç gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulundan Emniyet Müdürlüğüne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti.
Ne sıfatla, resmî makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu.
(Türkiye gazetesi, 10 Ocak 1992)
Mehmet Akifin bir toprak tümsekten ibaret olan mezarı, vefatının ikinci yılında üniversite gençlerinin kendi aralarında topladıkları parayla yaptırıldı. (Mehmet Akif Ersoy M. Ertuğrul Düzdağ)