Akif’in Safahat isimli eserinde kahramanlardan biri de babasıdır. Arnavutluk Osmanlı’dan ayrılırken Akif o memleketli olduğu için babasına yakararak memleketinin kaybedilişine karşı hislerini anlatır.
Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk
Bak nasıl doğranıyor , kalk baba kabrinden kalk!
Diriler koşmadı imdadına sen bari yetiş
Arnavutluk yanıyor. Hem bu sefer pek müdhiş
Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu
Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu
..
Baba en sevgili annen, o senin öz vatanın
Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın ?
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti
Öyle bir gün gitti ki hem, bir daha gelmez ebedi?
Ne olurdun bunu kalkıp da göreydi acaba?
Meşhed’in beynine haç saplanacak mıydı baba!
Ne felaket dönüversin mesacid ahıra
Hırvat askeri tepsin çıkıp üstünde hora
Bari bir hatıra kalsaydı şu toprakda diri
Yer yarılmış yere geçmiş şüheda türbeleri ?190
Akif insanlarına çıkışır,
Hani namahreme ben söyleyemem kızlarımın
Karımın ismini.. Hem öldürürüm sorma sakın
Diye tahrir-i nüfus istemeyen er kişiler
Hani göstermediler eski celadetten eser
Ne selamlık ne harem dinlemeyip çiğnerken 191
Hocazade Akif’in manzum hikayesi olan Asım’da Akjf ‘in adıdır. Köse İmam da Akif’in babasının öğrencisidir. Zaman zaman buluşurlar, Asım hikayesi de böyle bir konuşma ile başlar. Akif, enfiye çeker, Köse imam onu eleştirir.
Baban olsaydı da görseydi işin vardı.
Neyi
Çektiğin murdarı
Sevmezdi evet böyle şeyi
Neydi rahmetlide lakin o temizlik vay vay
Azıcık benzemiş olsaydı ya mahdumu da..
..
Babanın kestiği tırnak bile olamazsın sen
Ne nezaketli beyan, hay gidi mum tıpkı odun
..
İlme vakfettiğin dirsek babanın elli sene
Hoca rahmetli yetişmişti düşün hem nereden ?
Kimin oğluydu baban, kimdi unuttun mu deden?
İpek’in köylüsü ümmi, yarı vahşi bir adam
İşte baban
Bir şey öğrenmedi elbette o ümmi babadan
Ne kazanmışsa bütün kendi kazanmış kendi
Zat-ı devletlileri lakin azıcık çöplendi
Sen dua et babadan topladın mirasa
Hep onun himmetidir üç satır ilmin varsa
Hoca’nın kabına yükselmen için dağlar var
Akif bir sabah vakit girmeden Fatih camiine gider, orada çocukluğu hatırına gelir babasını anlatır.
Feza-yımabedin o encüm nüma meşailini
O lema lema dizilmiş ziya kavafilini
Görünce geldi çocukluk zamanların yada..
Neler düşündüm o saatte bilseniz orada !
Sekiz yaşında kadardım babam gelir bu gece
Sizinle camie gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun
Meramızın yaramazlıksa işte ev oturun
Deyip alırdı benimle beraber kardeşimi
Namaza durdu mu haliyle koyverir peşimi
Dalar giderdi ben artık kalınca azade
Ne aşıkane koşardım hasırlar üstünde
Hayal otuz sene evvel ki hali pişimden
Geçirdi başladım artık yanımda görmeye ben
Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak
Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak
Mehib yüzlü bir adem. Kılar edeple namaz
Yanında bir küçücek kızcağızla pek yaramaz
Yeşil sarıklı bir oğlan ki başta püskül yok 7
Akif babası için “o benim hem hocam hem babamdır, ne öğrendiysem ondan öğrendim” der.
Akif ashabın kader anlayışını anlatırken Hz Ömer’den bir örnek nakleder.
Savaşa Ebu Übeyde’nin imdad çağrısına uyarak, maiyetindeki askerlerle gelmiştir Hz Ömer. Şam yolunu tutarak Surg mevkiine gelir. Ebu Übeyde yanına koşar, Halife, Serdar Esu Übeyde’ye “nerdedir ordu, ne yaptınız, yapacak şey nedir?” deyip sordu. Ebu Übeyde, “veba var” deyince, asker de Ömer’ ve tabileri de durdular. “Vebaya karşı gidilmek mi gitmemek mi ? iyi”Muhacirlere soruldu reyleri. kimi gitmeli kimi gitmemeli, dediler. Halife fikirleri fikirleri farklı görünce, Ensar’ı çağırdı. Farklı fikirler alınca “Yarın dönün diye ashaba emir verdi”Sabah vakti düzülürken asker yola, Ebu Übeyde “Ya Ömer uğurlar ola, firarınız kaderullahtan mıdır şimdi ? demez mi ? Hazreti Faruk döndü “doğru dedi “Şu var ki bir kaderullahtan kaçarken biz koşup öbür kaderullaha doğru gitmekteyiz. Zemini otlu da etrafı taşlı bir derenin içinde olsa deven, ya Ebu Übeyde senin tutupda onları yalçın bayırda sektirsen, ya öyle yapmayarak otlu semte çektirsen. Düşün, kaderle değildir şu yaptığın da ya nedir? Ömer böyle konuşurken İbn-i Avf göründü, taun hadisini hatırlattı. “Veba olan yere girmeyin, veba olan yerde iseniz çıkmayın.” Ebu Übeyde bunu duyunca susar. Şeriatın koca bir kutbu İbn-i Hattab’ın kader denince ne anlardıhepsi anladın a.. Utanmadan yine kalkışma Hakk’a bühtana. “345
Akif Müslümanların tembelliğini nazara verirken Hz Ömer’in bir sözünü nakleder.
Adam benim neme lazım demekle iş bitmez. Tecellüd eylemesinden yılıp da zındıkin, ağırca alması bir fitnedir sıddıkin, Cenab-ı Hakka sığınmış o heybetiyle Ömer. Ömer İbn-i Hattab der ki “zındıkların atılganlığından ve sıddıkların gevşekliğinden Allah’a sığınırım” 254
Hakkın ve acizlerin aşağılandığı bir yerde olacakları anlatır Akif örnekler verir, biri Hz Ömer’dendir.
En büyüktür dedi, peygamber-i Pakize nihad, güzel yaratılışlı peygamber. “Hak zelil oldu mu millet de hükümet de zelil, hangi ümmette ki müşkildir edilmek tahsil. Acizin hakkı kavilerden, O kuvvetlenemez “Ne güzel söz bu şümulüyle beraber mucez, mucize. Ömer ‘in hutbesi aklında mı bilmem. “Eyyühennas ey insanlar, ederim taptığım Allah’a kasem. Yoktur asla şu cemaatte ki hiçbir aciz. Benimindimde olmaya sizin en kadiriniz, bir kavinizde olan hakkını kurtarmam için, bir kavi kimsede yoktur ki bilin, en aciz olmaya nezdimde, tutup kendinden, acizin hakkını ısrar ile isterken ben. “404
Asım, yürekli bir delikanlıdır, bir gün meyhaneyi basar, Akif ona bu yaptığının yanlış olduğunu söyler. O arada Ebu Zer’in örnek verir, çünkü Ebu Zer haksızlıklara karşı çıkmakta eşsiz bir sahabedir.
Cileden çıkmıştım akşam dedim
Asım bana bak !
Yol yakınnken geri dön nafile çıkmaz bu sokak
Koşuyorsun be çocuk çarpacak alnın duvara;
Dağılır sonra kafan, etme çekil bir kenara
Ne demir leblebi meslek bu Ebuzervari?
Ömer’in zabıta memuru geleydin bari
Sen o meyhaneyi basmakla mükellef miydin?
Ya kumarbazları manası nedir tehdidin ?
Toplanıp cünbüş ederken elin evladı gece
Hangi bir hakla gidip hepsini dövdün delice?
Nara atmış diye sarhoşları tut sen kovala..
Bari git bekçi yazıl aylık alırsın budala
Niye cebren ayırırsın kocasından kadını ?
Komşular baksana “kel kahya” koymuşlar adını
Sana bir şey dememiş kısmış oturmuş dilini
Niçin oğlum seriyorsun herifin pestilini ?... 421
Akif i n s a n isimli şiirinde Hz Ali ‘nin bir cümlesini şiire dönüştürmüştür. Vetezimu enneke cirmun sagirun, ve fike ‘ntave ‘ l alem ul ekber. Manası; Ey insan sen kendinin küçük bir cisim olduğunu sanırsın. Ama bütün alem senin içine sığdırılıp gizlenmiştir.
Akif’in bu şiiri gerçekte Akif’in ne kadar derinlikli bir şair olduğunu göstermektedir. Mana katmanları kat kat, iç içe, uluhiyetin ve mahiyeti insaniyenin derinlikli bir keşfi gibidir. Hamasi şiirlerini aşmayan bir Mehmet Akif profili indirilir kaldırılır. Bu metin Türk edebiyatının en derin manalı insanı anlatan şiiridir. Tefsir, kelam felsefesi ve islam felsefesi, ehadis-i şerife, vahiy içerikli bir metindir. Biz bu şiirleri öğrenciye anlatmıyoruz, anlatamıyoruz, çünkü bunu çözümleyecek bir edebiyat, din ve kelam kültürü üniversitelerde verilmemekte, kimsenin de bunları anlatmak gibi bir gaye-yi aksası yoktur. Yazık bize yazık edebiyata ve Mehmet Akif’e. Üniversitede Akif’i anmak isteseniz yanınızda kimseyi bulamazsınız. İlimden, çözümlemeden zevk alan bir dimağ okadar nadir ki hatta yok. Öğrenci yüzeysel ve derinliksiz hayat felsefeleri olan bir takım yakışıksız insanların elinde rüzgara göre eğilip kalkan otlara andırmaktadır. Yökün bu ülkenin kültürünün öğretimini düzenleyen bir üstaklı yok. Okullarda gençlerin hamasi havalarına mağlup bir edebiyat ve Türkçe kültürü var, sanki de yok.
İ N S A N
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen, (sen kendi zatından mahiyetinden hala haberin yok, kendini küçük, hakir bir varlık gibi görüyorsun, fakat bilsen)
“Muhakkar bir vücûdum!” dersin ey insan, fakat bilsen.
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir (senin mahiyetin bilsen meleklerden de yücedir, büyüktür, derindir. )
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir:
Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî, (alemler sende gizlidir, cihanlar sende bükülmüş, iç içe katmanlardır)
Olur kalbin tecellî-zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî. (Senin kalbinde Yezdan’ın gittikçe artan nuru tecelli eder. )
Musaggar cirmin amma gâye-i sun´-i İlâhîsin; (küçük bir varlıksın, ama Allah’ın bütün bu sanatlı varlık olan kainatı yaratmasının gayesi olan onların sanatı ile beslenen onlardan daha büyük bir sanatsın)
Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bîtenâhîsin!( Bu haysiyetle sınırın bulunmaz, sonsuzsun, Kudretin güzel bir edebiyat metni gibi dizdiği varlık şiirinin en güzel kasidesisin)
Edîb-i kudretin beytü´l-kasîd-i şi´ri olmuşsun;
Hakîm-i fıtratın bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun. ( Yaratılış Allah tarafından hikmet dolu bir şekilde biçimlendirilmiştir. Sen yaratılışa hükmeden Hakim Allah’ın anlaşılmaz bir sırrısın)
Esirindir- tabîat, dest-i teshîrindedir eşya; (varlık sana göre biçimlendirilmiştir, senin elinde sana itaat eden varlık kümeleri gibidir eşya, varlığın geometrisi sensin, sana göre biçimlenmiştir varlık, sen istifade edesin diye bütün varlık ayarlanmıştır)
Senin ahkâmının münkâdıdır, mahkûmudur dünya. (senin hükümlerine boyun eğmiştir, sana mahkumdur, dünya. Herşeyin varlık nedeni sana boyun eğmektir, sana itaat etmektir, bütün bu varlığı sana boyun eğdiren ve köle edene senin boyun eğmen ve secde etmen gereklidir, müstear anlamda)
Bulutlardan sevâik sayd eder irfân-ı çâlâkin; (senin canlı hareketli bilgin ve irfanın bulutlardan yıldırımlar avlar, yani ilimler meydana getirir)
Yerin altında ma´denler bulur nakkâd-ı idrâkin(senin iyi araştıran idrakin yerin altında madenler bulur).
Denizler bisterindir, dalgalar gehvâre-i nâzın; (denizler senin yatağındır, dalgaları seni korkutmaz onda yataktaki gibi emniyettesin. Dalgalar senin nazına cevherdir, seni korkutmaz. )
Nedir dağlar, semâ peymâ senin şehbâl-i pervâzın! (senin kanatlarının uzunluğu gökyüzünü ölçer, )
Havâ, bir refref-i seyyâl-i hükmündür ki bir demde,
Olur dem-sâz-ı âvâzın bütün aktâr-ı âlemde. (hava senin hükmünün hareketli atıdır, alemin bütün çevresine senin sesin avazın yansır)
Dayanmaz pîş-i ikdâmında mâni´ler müzâhimler; (senin ayağına engeller ve zahmetler dayanmaz, hepsini aşarsın. )
Kaçar, sen rezm-gâh-ı azme girdikçe muhâcimler. (senin azminin savaşçılığı karşısında bütün hücumlar kaçar)
Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fıkr-i hikmettir, (senin idrakinin aydınlatan mumu hikmet fikri manalar üretir karanlıklarda)
Ki her işrâkı bir sönmez ziyâ yı sermediyyettir; ( senin hikmetinin her parlak ışığı sonsuz sönmez bir ışıktır. )
Susuz çöllerde kalsan, bedrekan ilhâm-ı sayindir, ( çöllerde kalsan çalışmanın ilhamı boy gösterir)
Ki her hatvende eyler sâye-küster vâhalar zâhir. ( ki her adımın gölgesine sığınılan vahalar meydana getirir)
Ne zindanlar olur hâil, ne menfâlar, ne makteller…( ne ölüm mekanları, ne sürgünler, sana engel olamaz. Demirden eller sana sed engel de olsa sen yine yürürsün)
Yürürsün sedd-i râhın olsa hattâ âhenîn eller.
Yıkar bârû-yi istibdâdı bir âsûde tedbîrin; (baskı ve istibdad duvarını senin asude tedbirin yıkar)
Semâlardan inen te´yîdisin gûyâ ki takdîrin!( senin takdir ettiğin karar verdiğin yapmak istediğin şeyi semadan Allah teyid eder, kabul eder, onaylar)
Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye (araştırmaktan usanmazsın, yükselirsin araştırdıkça yükselirsin. Atıldıkca atılsam dersin şimdi başka bir mükemmel geleceğe. )
Atıldıkça, atılsam şimdi, dersin, başka âtîye!
Senin en şanlı eyyâmında, en mes´ûd hâlinde
Bir istikbâl-i dûra-dûr vardır hep hayâlinde. ( en şanlı günlerinde, en mesud halinde bile daha ileri giden bir gelecek gözetirsin hayalinde)
O istikbâledir şevkin, odur ma´şûk-i vicdânın,
O kudsî neşvenin şeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın. (senin şevkin heyecanın senin vicdanının sevgilisidir, canın durmaksızın, sürekli kudsi neşe ile çoşku içindedir)
O şevkin dâim ilcâsıyle seyrin ıztırârîdir;
Terakkî meyli artık fitratında rûh-i sârîdir! ( o büyük neşenin tesiri ile yürümek, çalışmak, koşuşturmak artık mecburiyet gibidir, terakki etmek yükselmek meyli isteği artık fıtratında etkileylicidir, başkasına yansır, başkasına sirayet eder)
Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin,
Bu gaybistân-ı hîçâ-hîçten kurtulmak istersin!( Yaratılışın bütün hikmetli sırlarından haberdar olmak istersin, bu hiçlik içindeki gayb ülkesi olan dünyadan böylece kurtulmak istersin)
Meâdın, mebdein, hâlin ki üç müdhiş muammâdır…(nereden gelmek, burada ne yapmak, buradan nereye gitmek gibi üç zorlu sır, karşında istikbalin devirleri gibi hazır dururlar, onların manalarını çözersin)
Durur edvâr-ı müstakbel gibi karşında hep hâzır.
Koşarsın bunların sevdâ-yı idrâkiyle durmazsın, (Bunları idrakin sevdasıyla her yerinde durmazsın, hakikatten bir koku almazsan oturmazsın)
Hakîkatten velev bir şemme duymazsan oturmazsın.
Serâir perde pûş-i zulmet olsun varsın isterse…(sırlar karanlığın perdesiyle örtülsün isterse, senin ruhunun uzun boyluluğunu ümitsizliğe düşürmez)
Düşürmez düştüğün yeldâ-yı hirman rûhunu ye´se:
Emel, meş´al-keşin, bir reh-nümâ hem-râhın olmuşken,
Tehâşî eylemezsin sîne-i deycûra girmekten. (Emellerin, isteklerin senin yolunu meşale gibi aydınlatır, korkmazsın karanlıklara girmekten)
Gelip bir gün tecellî etse mâhiyyât-ı masnûat,
Taharrîden geçer, bir dem karâr eyler misin Heyhât!(Bir gün gelir Allah’ın sanatlı eserlerinin mahiyeti sana görünse, sen araştırmaktan vazgeçmez, karar kılmazsın)
Tutar mâhiyyet-i Sâni´, o en heybetli mâhiyyet
Olur âteş-zen-i ârâmın, artık durma cevlân et!(Mahiyetlerin en heybetlisi sanatı yaratıcı olanAllah’ın mahiyetidir onu anlamaktır, icraatını yorumlamaktır, eserlerini görmektir, o en korkutucu mahiyettir. Senin sürekliliğini sağayan bir ateştir Onunüzerinde düşünmek, sende durma oralarda koştur, cevelan et)
Tevakkuf yok seninçün, daimî bir seyre tâbi´sin…
Ne zîrâ hâle râzîsin; ne müstakbelle kâni´sin!( Durmak, yerinde saymak senin için yok, daima seyretmeye görmeye tabisin, nahalerazısın ne de istikbale kanaat edersin)
Dururken böyle bî pâyan terakkî-zâr karşında;
Nasıl dersin ya “Pek mahdûd bir cirmim” tutarsın da. (Böyle sınırsız bir terakki isteği karşısında sen nasıl dersin peksınırlı bir vücudum, varlığım)
Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcîle mazharsın:
Tekâlîfın emânet-gâhısın bir başka cevhersin!(Meleklerdenbüyük hem çok büyük bir övgüye ve ilgiye mazharsın, Allah’ın senden istediklerinin emanet yerisin, başka bir cevhersin. )
Hayâtın eksik olmazken ağır bin bârı arkandan;
Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan; (Hayatın bin ağır yükü sırtından eksik olmazken, ölümler ve korkular bir yandan sana saldırırken)
Şedâid iktihâm etmekte müdhiş bir mekânetle, ( şiddetler önünde büyük bir sağlamlıkla durmakta iken sen yolunda kalmaz, süratle gidersin)
Yolundan kalmayıp dâim gidersin… Hem ne sür´atle!
Senin bir nüsha-i kübrâ yı hilkat olduğun elbet, ( sen yaratılışın büyük bir nüshasısın sayfasısın, bu sana göründü, dur düşün öyleyse bir hükmet
Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:
Nasıl olmak gerektir şimdi ef âlin ki, hem pâyen
Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken(Şimdi bu böyle ortaya çıkınca davranışların nasıl olmalıdır, senin ünvanın ne olmalıdır. Bunları bir kenara itip hayvani yaşayışınla yaşayamazsın, onunla iktifa edemezsin, çünkü sen melaikelerden daha azizzin. Bunları düşün. 65