Mehmet Akif’e göre Kürt sorunu ve çözümü!

Recai ALBAY

Mehmet Akif, Avrupada bir hayli müsteşrikle görüştüğünü, “lakin birisinden başka ne gözüm tuttu, ne de ruhum sevdi” diyerek bunların Avrupada kamu oyunu aleyhimize çevirmek için her türlü melanet ve çirkin yalanlara başvurduklarını söylüyor ve  bize dost olan müsteşrikin dikkat çeken tespitlerini de  şöyle nazara veriyor:

“Sizler “avam” dediğiniz halk tabakasının idrakini, anlayışını yükseltmedikçe, köylerinizi bugünkü hallerinde bıraktıkça, farz-ı muhal olarak dünyanın en büyük adamlarını yetiştirseniz yine boştur, yine boş!” diyen müsteşriğe karşı; insafla düşünürsek hak vermemek mümkün değil” demektedir.

Akif şöyle devam ediyor; “Arnavutluk, Araplık, Türklük, Kürtlük namına ortaya çıkan ileri gelen kişileri bundan altı-yedi sene evvel bir yere çağırmış, kendilerine demiştik ki:

Kavmiyet cereyanı en medeni, en gelişmiş toplumları birbirine düşürür. Bizim gibi bir çok farklı unsurları, milletleri içinde barındıran ve istisnasız tümünün cahil olduğu bir cemaati ise tarumar (yerle bir) eder. Geliniz bu cereyanı körüklemeyiniz. Mensup olduğunuz kavimlere hizmet etmek istiyorsanız bunun yolu başka olmak icap eder. Evet hepimiz biliyoruz ki, müslüman unsurların büyük çoğunluğu irşada, ikaza muhtaçtır. Bunlardan meselâ Arapları irşad vazifesini Arap akil adamlarına bırakırız. Çünkü irşadına çalışacağı unsurun lisanını, âdâtını, mizacını, ruhunu diğer unsurların akil adamlarından daha iyi bildiği için başarılı olması diğerine kıyasla son derece kolay olur. Türk’ün, Arnavud’un, Kürd’ün (Avrupanın içimize attıkları bu tuzakları farkedebilmeleri ve) uyanmaları için de aynı usul ve yönteme uymalıyız.”

“O halde bu unsurların bütün ileri gelenleri merkez-i hilafette aynı çatı altında birleşirler, çalışma yol ve yöntemlerini belirleyerek işe başlarlar. Aralarındaki islâm kardeşliğini güçlendirmek kaydıyla mensup oldukları akvamı okutmak, yazdırmak, ilim ve irfan sahibi etmek, servet, sanat, ticaret hususunda terakki ettirmek için geceli gündüzlü uğraşırlar. Sonunda bu farklı cüzlerin, müslüman milletlerin top yekününden gelişmiş ve ilerlemiş bir toplum husule gelir ki Hilafet-i İslamiye ve Saltanat-ı Osmaniye’nin bekasına (ayakta kalmasına) hadim (hizmetkar) olurlar.”

“Sanâdid-i kavmiyetçilere (Milliyetçilerin ileri gelenlerine), böyle bir meslek , böyle bir  hizmet yolunu takip etmeye karar verirseniz biz de sizinle beraber çalışırız, elimizden geleni katiyyen esirgemeyiz, dedik.”

“Heyhat! Bu teklif hiç birinin işine gelmedi. Çünkü siyasi teklifler gibi sadece sözle yürüyücek işlerden değildi, fiiliyata muhtaç idi, mücahedeye muhtaç idi, fedakârlığa muhtaç idi. Çünkü burada izah edemeyeceğimiz kadar bir çok gizli nedenler daha vardı. Ah ne olurdu, şu köy hocası (Köy Hocasının İslam-Modernleşme yahut muhafazakarlık-reformculuk ekseninde ilginç bir yeri vardır. Gerek medrese eğitimi almış, gerekse alaylı hoca ve dini kanaat önderlerini tenvir etme gibi bir misyonu yüklenmeye çalıştığını hissettiğimiz  1334-35’li yıllarda çıkan Osmanlıca bir dergi.) o zamanlar çıksaydı da sesini Anadolu’nun en ıssız köşelerine kadar duyuraydı! Ne olurdu bu kadar açık bir üslup ile Arapça, Kürtçe risaleler, cerideler (gazeteler) yazılarak Şarkın, Arabistan’ın her tarafına dağıtılaydı!”*, diyerek teessüflerini bildiriyor, koca Akif.

Aynı makalesinde teessüfün hiçbir faydasının olmadığını, ümitsizliğe düşmek ise, islam’da intiharla eş değer olduğunu, bir “Köy Hocası” dergisinin halk üzerindeki müspet etkisini göstererek bu milletin içinde;  hala vatanının selametini, saadetini düşünenlerin ve bu mukaddes maksat (İslam’ın ve Osmanlı’nın bekası ülküsü, ideali) için fisebili’llah hizmet edenlerin bulunduğunu, söyleyerek bu manada ümitli olduğunu da söylüyor.

Evet aradan bir yüzyıl geçmesine ve araya bir çok ınkıta dönemi  girmesine rağmen bu millet-i mazlumede ekilen iman ve inanç tohumlarının yeniden filizlendiklerini, yeşerdiklerini görebiliyoruz. “Bu dindar milletin, ruhundaki nur-u iman ve Kur’an ışığıyla oynanan oyunu ve kurulan tuzağı görecekleri ve yüzyıllık tahribatları tamir edecekleri rivayetlerden anlaşılır” işaretini de (RNK/ Şualar)  unutmayalım. Dikkat edilirse, siyasilerin bugünlerde verdikleri beyanatlarda, o yönde bir gelişme kaydedildiğini söylemek yanlış olmaz.

Ayrıca, bu hadiselerde  Cenab-ı Hakk’ın ve mukadderat-ı İslam’ın bir hissesi olduğu da muhakkaktır. Her halde İslam hakikatı bu hastalığı tedavi etmeye kafi ve vafidir. Bu olaylar,  fiili olarak, baştakilerin başlarını kendine getirecek, çözüm için doğru adrese yönelmesini sağlayacaktır.  Zaten peygamberin medih ve senasına mazhar olan bir milletin, İslam’a bin senelik hizmetini zir u zeber etmek cinayetini Anadolu halkının hazmetmeyeceği aşikardır. Bu büyük milletin yeniden kurtuluşunu ümitle Rahman-ı Rahim’in rahmetinden niyaz ediyoruz ve bekliyoruz.

Bir sonraki makalemizde kuş uçmaz, kervan göçmez, yolu ve ışığı olmayan Doğu Anadolu’nun ücra bir köyünde, çok az kelimelerle Türkçe çat-pat bilenlerin arasında şahit olduğumuz bir hadiseyle neden ümitli olduğumuzu ifade etmeye çalışacağız.

*Mehmet Akif Külliyatı, Hikmet Neşriyat 5. Cilt Sh.289

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.