Ahmet Bilgi'nin haberi:
RİSALEHABER-Gazeteci Mehmet Ali Birand, başına ağır bir hastalık gelenlerin genelde ilk sorusu olan "neden ben" sorusunu bir anektodla cevapladı.
Kısa bir süre önce kritik bir ameliyat operasyonu geçiren Birand, Posta gazetesindeki yazısında "Hastalanınce 'neden ben?' diye sormayın" dedi.
Birand, yazısında şu örneği verdi: "Wimbledon’un ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe kan naklinden kaptığı AIDS’den ölüm döşeğindeydi... Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:
"Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?"
Arthur Ashe cevap verdi: "Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar. 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir. 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4'u yarı finale, 2’si finale kalır. Elimde sampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya ‘Neden ben?’ diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, Tanrı’ya nasıl ‘Niye ben’ derim?
Mutluluk insanı tatlı yapar. Başarı ışıltılı yapar. Zorluklar güçlü, hüzün insanı insan yapar. Yenilgi mütevazi… Tanrı’ya asla ‘Neden ben?’ diye sormayın. Ne olacaksa zaten olur..."
RİSALE-İ NUR'DA HASTALARA VERİLEN MANEVİ TESELLİ
Risale-i Nur külliyatında Lem'alar kitabında yer alan "Hastalar Risalesi" hastalıkların şikayet konusu olmaması gerektiğine dair önemli tavsiyeler yer alıyor.
"Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-marîz (hastayı ziyâret etme) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır" cümleleriyle başlayan Hastalar Risalesi'nde hastalara büyük moral kaynağı olan hakikatler hatırlatılıyor.
İşte Risaledeki ilk iki "deva":
BİRİNCİ DEVÂ
Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor, tâ meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darbımesel dillerde destandır ki, “Musibet zamanı çok uzundur; safâ zamanı pek kısa oluyor.”
İKİNCİ DEVÂ
Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünkü ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki, namaz, niyaz gibi malûm ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki, hastalıklar, musibetler vasıtasıyla musibetzede aczini, zaafını hisseder, Hâlık-ı Rahîmine iltica eder, yalvarır. Hâlis, riyâsız, mânevî bir ibadete mazhar olur.
Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah’tan şekvâ etmemek şartıyla, mü’min için ibadet sayıldığına rivâyât-ı sahiha vardır.1
Hattâ bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivâyât-ı sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekkî değil, teşekkür et.