(Birkaç Kız İsteme-Verme Merasiminden Notlar)
İnsan olmamız hasebiyle sosyal varlıklarız. Hem kendi yakınlarımızla olduğu gibi dostluk, arkadaşlık ve komşuluk hukuku yönünden, hem de birçok akrabamızın yakın-uzak çevreleriyle bağlarımız vardır. Modern zamanların günümüz insanlarına dayattığı dinden uzak, ferdiyetçi anlayış ve yaşayış biçimine inat, biz mü’minler için bu mânevi bağlar olmalı ve titizlikle de korunmalıdır da.
Yakınlarımızla sıla-ı rahim itibariyle hem dini ve ahlâki, hem de ictimâi ve an’anevi bakımdan ilişki ve iletişim halinde bulunuyoruz. Zamane şartları bu akrabalık ilişkilerini gün geçtikçe zayıflatmasına rağmen inancımızın gereği olarak güzel değerlerimizi koruyup yaşatmak ve sonraki nesillere de aktarmak için bu bağlarımızı diri ve güçlü tutup hayata yansıtmak zorundayız.
Bize akraba yakınlığı aratmayan çeyrek asırlık komşularımızdan biri oğlu için kız istedi, diğer iki komşu ise taliplilere kız verdiler. Sağ olsunlar, üç komşumuz da bizi aile efradından sayıp kısa aralıklarla hem isteme hem de nişan merasimlerinde dua okunmasını rica ettiler. Halbuki ne zamandır dini usul ve erkânın umursanmadığı ve dünyevi adetlerin hâkim olduğu merasimlerde bulunmamaya çalışıyordum. Fakat çocuklarımızı beraber büyüttüğümüz, kadını-erkeğiyle, çoluğu-çocuğuyla, her vesileyle bir arada olarak örnek sayılacak çok güzel komşuluk ettiğimiz değerli dostlardan böyle talep gelince, ev halkının da ‘lütfen ima ile bile olsa dokundurmadan’ tenbihi üzerine, komşuları kırmadık ve ricalarına ‘tamam’ dedik.
Aileler kendileriyle haftalık tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yaptığımız muhafazakâr değerlere sahip, örf-adet bilen mazbut insanlar. Ne var ki çocuklar sanki başka âlemlerde yetişmiş gibi. Nişanın yapıldığı “dâvet evi” denilen yerlerde gençlerin ve davetli arkadaşlarının halleri, üst-başları içimi acıtıyor, hayır hayır kanatıyor desem daha doğru olur. Vaziyetten ana-babalar mahcup, belli ki gençler laf dinlemiyor ve isteklerini ailelere dayatıyor. Bâtılı tasvir gibi olmasın fakat kıyafet denmeye şahit isteyen şeyler var gövdelerinde. Süslü, allı-pullu fakat üzerlerindeki şeyler kıyafet değil. Orta yaşlardaki hanımefendiler bir derece daha ehven. Her neyse...
Bu zeminde ve bu şartlarda söze “Allah’ın emriyle” diye nasıl başlanır ki!!!
“Allah’ın emri” görünürde yok sanki. Nerede, kimin halinde, hangi usulde, hangi işte, hangi tercihte? Ne yazık ki Allah’ın emrini hatırlatan ne bir iz ne de eser ortada yok. Sahiden zor bir durum! Duâ okumaya ve hitabete “tamam” diyerek iyi mi, kötü mü ettik. Ancak üzerimize bir görev almıştık; günahıyla sevabıyla yapılacaktı artık. Bu halin, bu mecranın yönünü hayra ve müsbete doğru çevirmenin çaresini düşünüyoruz…
Genç ve yağız bir delikanlı, yanında tâze ve nârin bir filiz gibi duran nişanlısı. Çiftin parmaklarına yüzükleri takılmış. Gözlerinde azıcık utangaç fakat coşkulu sevinci var. Birbirlerini sevip evlenmeye karar veren gençler, ömür boyu sürecek beraberliklerinin başlangıcı olan bu merasimde aileleri, yakınları ve arkadaşlarıyla mutluluklarını paylaşmaları için bir aradalar.
Merasim başladı. Sahneye dâvet edildik ve mikrofon elimize verildi. Lâtife yollu “Bir yanık kokusu var, gönül yanığı. Kimin gönlünden diğerine kıvılcım sıçradı? Hanginiz diğerinin gönlünü çeldi?” diye sordum gençlere. Utandılar, yanakları pembeleşti. Mahcup bakışları yere düştü. “Gençler, mutlu musunuz?” diye sordum. Sormaya ne hâcet. Zaten dışa vurmuş içleri kıpır kıpır. Sevinç ve heyecandan ayaklarının yerden kesildiğine yemin bile edilir…
“İşte, bu mutluluğun sebebi Allah’ın emri ve kanunudur” dedim. “Her insanın varlığı, Allah’ın emriyle kurulmuş olan bir beraberliğin birer meyvesi olduğu gibi, bu mutluluğunuz da yine Allah’ın emriyle ve Hazreti Peygamber Efendimizin sünnetiyle başlayacak. Fakat sadece işin başında ve başlamakla kalmamalı. Hayat boyu, hayatın her anında, her faslında ve safhasında aklımızdan ve kalbimizden bir an bile olsun hiç çıkmamalı” diye devam ettim. Ardından, Rum Suresinden 21. âyet meâlini okudum: “Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de onun delillerindendir. Doğrusu, bunda iyi düşünenler için ibretler/dersler vardır.”
“Allah’ın emri”, yâni bizi yaratan, yaşatan, Vedud ismiyle bütün sevgilerin ve sevmelerin kaynağı olarak bizi seven, birbirimize sevdiren, bizi sevdiğini her an ve her halimizde hissettiren yüceler yücesi Allah, sadece bu geçici dünya hayatı için değil, hiç sonu olmayacak ebedi bir hayatta da mutlu olmamızı istiyor. Mutlu olmamız için nasıl yaşamamızı istediğini gönderdiği kitaplarıyla bize bildirmiş, rehber, örnek ve öğretici olarak Peygamber Efendimizin (asm) diliyle açıklamış ve fiilleriyle de göstermiş.
“İşte, Allah’ın emriyle istemenin ve istenmenin anlamı ve hikmeti budur: Hayatlarını birleştirip mutlu bir yuva kurmanın eşiğindeki gençler, Allah’ın emri, hikmetli kitabı Kur’an’da bizlere yapın ve/ya uzak durup sakının diye bildirilen emir ve yasaklardır. Allah’ın emri, onlarca ayetle tekrar tekrar emrettiği üzere, Peygamberine uyup itaat etmemiz, söyleyip yaptığı gibi yaşamamızdır. O halde hayatımızı bu emirlere göre inşa edip biçimlendirmemiz gerekmez mi? Şu an vaziyetimize şöyle bir bakalım; Allah’ın emrine ne kadar yakınız ve Peygamberin kavline, yâni bizlere bildirdiği tavsiyelerine ne kadar uygun haldeyiz diye kendimize şöyle bir nazar edelim.”
Daha sonra etrafı şöyle bir süzüverdim. Neredeyse omuzlarıyla dizlerinin üzerine kadar giyinik olan gencecik kızlar açık kısımlarını örtmeye çabalar gibi kıyafetlerinin alt ve üst kısımlarını çekiştirmeye, daha ileri yaştaki hanımlar ise toparlanarak kendilerine çeki düzen vermeye çalıştı. Dostlarımız ebeveynin ise, çehrelerinde tasdik ve teşekkür manalı tebessümler belirdi.
Devam ediyoruz: “Allah’ın emri sadece sözde ve boşta kalmamalı. Çünkü Allah her birimize emrettiği her bir şeyi yapıp yapmadığımızın hesabını soracaktır. O halde Allah’ın kendisine uymamızı istediği Peygamberin kavline ve hayatına bakalım, Onun (asm) hayatında ne vardı ve nasıl biriydi diye: O güzel ahlâk sahibiydi, o rahmet olarak gelmişti, o emindi, o ailesine düşkündü, o sadakat timsaliydi. O insanlara ve canlılara karşı şefkat ve merhametliydi. Yakınlarına ve dostlarına karşı vefalı, büyüklerine saygılıydı. Kısaca, insani erdem ve faziletlerin tamamı Onun üzerinde güneşin aydınlığı gibi parıldıyordu. İşte Allah, Peygamberine ümmet olan her birimize Onun gibi olmamızı emrediyor.”
Gençlerle beraber haziruna şunları tavsiye ettik: “Büyüklerinizi sakın ha incitmeyin, onlara dâima hürmet ve hizmet edin. Onları arkanızdaki en sağlam dayanak, en değerli hazineler gibi görün. Hayır duâlarını evinize ve ömrünüze bereket vesilesi sayın. Bundan böyle iki âile birbirine akraba olduğu için, kayın anne ve kayın baba dinen ve örfen kişinin kendi anne ve babası makamında sayılacaktır. Her iki taraf müstakbel eşinin tarafına “senin âilen” değil, kendi âilesi nazarıyla bakmalıdır. Çünkü “kayın” denilen kelimenin aslı dilimizde “yerine” mânâsında kullandığımız “kâim” kelimesidir. Ve doğrusu kaynana, kaynata vs değil, kâimanne, kâimbaba, kâim biraderdir” dedik ve ardından gençlere sırât-ı müstakim üzere, sünnet-i seniye dâiresinde, ilimle, irfanla ve sâlih amellerle, edeple, iffetle ve sadakatle süslü, huzur-u İlâhi’ye yüz akıyla çıkılacak hayırlı işlerle dolu, dünya ve âhiret mutluluğu dilediğimiz duâlarımızı icâbe makamına arz ettik.
Birer ikişer hafta aralıklarla dostlarımızın çocukları için kız istedik ve kız verdik. Onların da bizim de, kıymetli okuyucuların da evlâtları için şu âyet-duâ ile noktayı koyalım: “Ve onlar: ‘Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,’ diyenlerdir.” (Furkan Suresi, 74)