Vaktiyle beş sene kadar çalıştığım, geniş bahçesinde yüzlerce meyve ağacının bulunduğu iş yerine yıllar sonra bir vesileyle gitmiştim. Bir kısmını kendim diktiğim fidanlara bakayım derken ağaçların vaziyeti içimi acıttı; Özenle dikilen, itinayla bakımı yapılan ağaçlar bakımsızdı. Gerçi hepsi diriydiler. Bütün ağaçlar dal-budak salıp büyümüş, üstelik hepsi meyve de vermişti. Fakat nasıl meyve?!..
Ağaçlar ilaçlanmamış, zamanında budanmamış, toprak çapalanmamış ve gübrelenmemişti. Kendi haline bırakılan ağaçların meyvelerinin çoğu yeterince büyümeden yere dökülmüş, dallarda kalanlar cılız vaziyette öylece duruyor, bir kısmı ise kurtlanmış ve çürümeye durmuştu.
Bu acıklı görünüm, bugün orta yaşta olan neslin meyvesi olan gençliğimizin perişan hâlini hatırıma getirdi; Sağlam şahsiyet ve güçlü irade eğitimi verilmemiş, sahih bir mânevî terbiyeden geçirilmemiş, edep ve ahlâkî değerlerden yeterince nasiplenmemiş, insani ilişkileri zayıf, şımarık, bencil ve tembel bir nesil!..
Bu neslin büyük çoğunluğu, sözü edilen bahçedeki ağaçların kimisi kurtlu, kimisi yere düşmüş, dalında asılı olanlar ise topraktan ve köklerinden yeterince beslenmedikleri için çarık-çürük vaziyetteki meyvelerine benziyor...
TOPLUM ve GENÇLİK NE DURUMDA?
Eğitimci olan yakın bir dostumun gönderdiği mesajdaki bilgiler içimi burktu. Ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, çoğu da muhafazakâr olarak bilinen 23 ilde 5400 kişiyle geçen ağustos ayında yüz yüze yapılan "Türkiye'de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Konulu" anket sonucuna göre, halkın ve özellikle de genç neslin durumu oldukça dikkat çekiciydi. Bu ankete göre halkımızın,
- % 14'ü Allah’a, % 25'i meleklere, % 24'ü Kur’an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine inanmıyor!
- % 37'si Hz. Muhammed (sav)’e, % 45'i kadere, % 27'si öldükten sonra diriltilip hesaba çekileceğine inanmıyor!
- % 74'ü evindeki Kur’an-ı Kerim’i okumuyor, % 68'i Kur’an’ı Kerim’i Arapça hattından okuyamıyor.
- % 75'i eğitim almak için Kur’an kursuna gitmemiş, % 83'ü Kur’an-ı Kerim’in Türkçe mealini
- % 77'si Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hayatını okumamış!
- % 70'i dini (İslâm) ile ilgili bilgileri öğrenmek için okumuyor.
- % 85'i cennete gideceği kesin olsa bile cennete gitmek için ölmek istemiyor.
- % 55'i Ramazan ayında dahi oruç tutmuyor.
- % 35'i gusül abdesti almıyor veya bilmiyor.
- % 43'ü hiç camiye gitmemiş, %78'i namaz kılmıyor, %20'si dua etmiyor.
- % 10'u günah işlediğini biliyor ve pişman bile olmuyor.
Bu sonucun doğru olmamasını isterdim. Ancak içinde yaşadığımız toplumda, etrafımızda, çarşıda-pazarda, okullarda, yanı başımızda gözlemlediğimiz vaziyet, halkımızın orta yaş ve daha alt yaş gurubu hakkında maalesef iyimser bir kanaat oluşturmuyor. Üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken ve yarınlarımızı teslim edeceğimiz genç neslin ibretlik haline dair 2021 yılına ait yine çarpıcı bir başka durum tesbitinin üzücü sonuçlarından istatistiki birkaç bilgi daha:
- Halen sigara kullanımı ilköğretim yıllarında % 9, lise yıllarında % 29-50 arasında ve üniversite öğrencileri arasında ise % 21-48 arasında. Çalışan gençler arasında halen sigara kullanımı % 58 oranındadır.
- Alkol kullandığını ifade edenlerin % 2,5'i ise 27-29 yaş grubunda, % 17,2'si 23-26 yaş grubunda, % 73'ü 19-22 yaş grubunda ve % 7,4'ü 15-18 yaş grubunda yer almaktadır.
- 15-24 yaş döneminde uyuşturucuya başlayanların oranı artıyor. Bu dönemin en riskli grup olduğuna dikkat çekiliyor. Polis tarafından adli işlem yapılan ankette, bu yaş grubunda uyuşturucuya başlayanların oranı, 2020 yılında % 73,6 iken 2021 yılında ise % 73,7’ye yükselmiş. 2021 yılında uyuşturucuya başlama yaşı ortalama 21,22 olarak ölçüldü.
Bu yükseliş seyrine bakılarak 2022 ve 2023 yıllarına ait sonuçları görmeyi yüreğimiz kaldıramaz. Tedbir alınmadığı takdirde sonraki yıllarda nasıl bir durumun ortaya çıkacağını tahmin etmek zor değil. Polis kayıtlarındaki çocuk sayısı ise çok vahim ve ürkütücü!..
BU HALE NASIL GELİNDİ?
Eğitim kurumlarına teslim edilen nesillere sağlam dini-manevi bilgiler ve ahlaki eğitim verilemedi. Din ile araya mesafe konulurken ladini ve/ya dine muhalif/mugayir her şeye kapılar aralandı. Yıllar yılı tv’lerde yayınlanan ve neredeyse çocuk programlarına kadar bütün filmlerde başta şiddet olarak, her türlü kanunsuzluk, mafya, cinayet, aldatma, çıplaklık, arsızlık ve hayasızlık, ihanet ve sadakatsizlik, kadına şiddet vs. ziyadesiyle işlendi. Anlaşılır ve kabul edilebilir değil; bu kadar rezalet senelerdir yüzlerce kanaldan pervasızca ve göz göre göre millete nasıl izlettiril(ebil)di? İşlenen imgeler, verilmeye çalışılan mesajlar izleyenlerin zihin dünyalarında nasıl karşılık buldu? Bunca tahripkâr yayınlarla toplumun temel dinamikleri çürütülüyor ve bu menhus gayretler aynı hızla halen devam ediyor. Özellikle en sağlam ve korunaklı sığınağımız aile müessesesi içten içe çökertiliyor!
Sayılanlara ilâveten bugün onlardan daha etkili olan ve kolları yeryüzünü ahtapot gibi sarmış küresel ağlar ve etkin medyalar küçükten büyüğe fakat özellikle de korunmasız haldeki gençliğin beyinlerine hükmediyor. Beyinler, bu çok etkileyici vasıtalarla oluşturulan akımlara teslim olmuş görüntüsü veriyor. Sosyal medya denilen ve aslında -tâbir mazur görülsün- insanı aptallaştırmaktan öte işlevi olmayan yayınlarla iradeleri felç edercesine etkisiz hale getiriyor.
Ortada ağır tahribata uğramış, gün geçtikçe dibe doğru batmakta olan, gidişatı oldukça esef verici, çözümü ve tedavisi gittikçe müşkülleşen elim ve hazin bir durum var. Bugünün gençliği, birinci derecede ailelerinden asgari/yeterli seviyede terbiyeyi alamamış, manevi eğitimden mahrumiyetin sonucu olarak heva ve keyiflerine düşkün, sorumluluk bilinci verilmeden şımarık yetişmiş, istedikleri her şey hazır, kolaycı ve emek sarf etmeden papuç kadar dilleriyle çok şey istiyor. Daha da kötüsü, bu durumda toplumsal terbiye ve sakındırma işlevsiz kalmıştır.
GEÇEN YAZ GENCİ DE YAŞLISI DA MAAZALLAH DEDİRTTİ
Bu sütunlarda daha önce yayınlanan "Eyvah Yine Yaz Geldi" ve "Her Yer Yanıyor" başlıklı yazılarımızda imdat çığlığı kabilinden bir şeyler yazıp çizmiştik. Yazılarda, üryanlığın genç-yaşlı, kadın-erkek ayrımı olmaksızın iffet ve haya duygusunun hasara uğradığını, özellikle genç neslin utanma duygusundan mahrum yetiştiklerini, evli insanların halvet halinde iken hicap ettikleri fiilleri, herkesin arasında ihtilat halinde bile utanıp çekinmeden yapacak kadar haya duygularının erozyona uğradığını binler esefle gördük. Hayatın her alanına yayılmış ve tamiri zor bir yozlaşma yaşandığını ifade ettik. Altmış seneye baliğ olan ömrümüzde fitne alevlerinin geçen yazdaki kadar yükselişine daha önce şahit olmadığımıza değinmiştik.
Bizim toplumumuz gerçekten böyle mi, bu kadar düştü mü? Üzerinde çok ciddi olarak düşünülüp tedbir alınması gereken hayati bir mesele var karşımızda. Yarınlarımızı ve sonraki zamanı bugünden görmemiz gerekmez mi?
BAZI SORULAR
Gerek ferden olarak her bir gencimiz, gerek aileleri ve gerekse de neslin hamisi/velisi hükmündeki kamu yöneticileri bakımından yetki ve sorumluluk mevkiindeki herkesin başını iki avucu arasına alıp gençliğin mevcut durumunu ve bu gidişatın sızısını yüreğinin derinlerinde hissederek çare bulmak ve tedbir almak mecburiyeti vardır. Şu sorulara cevap bulmaya çalışalım:
1- Örgün eğitim kapsamındaki resmi ve özel okullarda görev yapan öğretmen sayısı, 2021- 2022 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 139 bin 673 öğretmen görev yapmasına rağmen verilen eğitim niçin hedeflenen kalitede öğrenci yetişmiyor? Bunca imkân ve öğretim kadrosuna rağmen yetersiz veya etkisiz olan nedir; Okul sayısı mı, öğretmen sayısı mı, yetiştirme iradesi mi, müfredat mı, derslerin muhtevası mı? Eksik her ne ise ne için bir türlü giderilmiyor?
2- İlk maddede belirtilen arızanın sebebi Türkiye ve ABD hükümetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan Fulbright anlaşması mıdır? Anlaşmanın meşhur 5. maddesi şöyledir: "Komisyon dördü TC ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye' deki ABD diplomatik heyetinin başı (Amerikan büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır. Komisyonda oyların eşit olması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan büyükelçisi verecektir."
Bu madde hakkında yapılan yorumlardan biri şöyledir: “ABD vatandaşı olan komisyonun dört üyesinden ikisinin elçilikte görevli CIA mensupları arasından seçileceğinden kuşku duyulmamalı. CIA, böylelikle Milli Eğitim Bakanlığı’na rahatça sızma imkânı bulacak ve komisyon üyesi sıfatıyla öğrenci ve eğitim üyeleri arasında ajanlar devşirmekte hiçbir güçlükle karşılaşmayacaktır.”
Ülkemizin eğitim ve kültür sahalarındaki başarısızlık ancak böyle bir anlaşmayla kendi elimizi ve kolumuzu bağlamış olmanın sonucu olabilir. Bu anlaşma halen yürürlükte midir?
3- Anayasal bir kurum olan RTÜK ile ayrıca, Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurumu adında devlet kurumları mevcuttur. Bu kurumlar ne iş yapar? Sadece kendilerine intikal eden şikâyetlerin sayısını mı tutar? Yetkili kurullar olarak denetimleri altında bulunan tv.ler, çeşitli medya vasıtaları ve sair bilişim-iletişim vasıtalarının toplum ahlâkını ve değerlerini alt-üst eden yayınlar karşısında niçin etkisizdir? Bu yayın kuruluşları niçin kontrol edilip hizaya getirilmiyor?
4- Yaşadığımız çağın hakim küresel zihniyetin öngördüğü düşünmeyen, tefekkür etmeyen, direnmeyen, karşı koymayan, güdülmek için sadece verileni alan pasif bir nesil istiyor. Bu güçlü cereyanların istediği böyle bir gençliğe tamam, eyvallah mı diyelim? Çaresiz ve umutsuz olarak mukadder bir çöküş mü bekleyelim?!..
5- Bugün sel gibi gelen harici akımlara kapılarak büyük bir hevesle gönüllü olarak teslim olan hazır nesil, bu topraklarda asırlardan beri titizlikle sahip çıkılarak ecdattan tevârüs edilen kültür ve medeniyet mirasımız olan edebiyatı, kültürü, sanatı, eğitimi, kısaca hayata giren maddi ve manevi değerleri nasıl muhafaza edecek ve bu mirası sonraki nesillere nasıl aktarılacak? Gençliğin eğitimi, eğitimin muhtevası-kalitesi-keyfiyeti ne alemde? Bu gençlik milletin bu tarihi hamulesini taşıyıp parlak bir istikbal inşa edebilir mi?
6- İdarenin istediği gençlik bu mu? Değilse, istenen gençliği ortaya çıkarmayı niçin başaramıyor? Bu husus arızalı, eksik-aksak bir şekilde olsa da Anayasanın 58. maddesinde “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır” Ve devamla, “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır” hükmüyle devletin yetkili kurum/kuruluşlarına yüklenen asli bir görev olmasına rağmen bu sorumluluk niçin yerine getirilmiyor?
Sorulacak sorular çoktur, ancak şimdilik bu kadarla kifayet edelim.
KRAL ÇIPLAKTIR
Bu satırlar muvafık veya muhalif, hiçbir siyasi maksat veya mülâhazayla yazılmamıştır. Bunların yazılıp söylenmesi, ikaz edilmesi ve çare bulunması için gayret edilmesi her vicdan sahibinin dini, ahlâki, tarihi ve vatani görevidir. Biz de bu kaygılarla yetkililere sesleniyoruz. Lütfen şu hazin vaziyeti görünüz. Kral çıplaktır, hem de çırıl çıplak!
Bugün her vesileyle kendisini milli ve mânevi değerlere bağlı diye tanımlayarak siyaset sahnesinde bulunan, girdiği her seçimden galip çıkmış muhafazakâr bir siyasi kadro ülkeyi 21 seneden beri aralıksız olarak yönetiyor. Önce hakkı sahibine teslim edelim: Bu kadronun bir çok güçlük ve engellemelere, onlarca badire atlatmasına rağmen bazı alanlarda çığır açtığını ve başarılı olduğunu, önemli yatırımlar olan geniş ve büyük oto yollarla, köprülerle, devasa yapılarla, parmak ısırtan mühendislik eserleriyle, savunma sanayiindeki sıçramalarla, sanayi ve endüstri tesislerindeki otomasyon sistemleriyle vs. teknik alanlarda büyük projeler gerçekleştirdiğini memnuniyetle gözlemliyor ve çok seviniyoruz.
Ancak, bizler için en az savunma ve güvenlik kadar önemli olan eğitim, kültür, sanat ve adâlet alanlarında aynı başarıdan da bahsetmek isterdik. İnsanımızı, gelecek nesillerimizi yetiştirecek eğitim kurumlarının ortaya çıkardığı nesl-i hazır'ı görünce içimiz kan ağlıyor. Orta okul ve lise öğrencilerinin, okul yakınlarındaki vaziyetlerini, kızlı-erkekli olarak kolkola, ellerinde sigaralarıyla, edebe mugayir tavır ve konuşmalarıyla bu çocuklar ne öğrenmeye gider acaba, dedirtiyor. Diğer yandan eğitip öğretmek konumundaki eğitim görevlilerinin örnek olmak bir yana, çoğunluğu itibariyle onların da yeterince eğitil(e)mediğine işaret ediyor. Bu hal, merhum Necip Fazıl’ın “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür” sözünü hatırlatıyor.
Eğitim alanında zaman zaman bazı hamleler olduysa da belli ki, hedefleri iyice belirlenememiş politikalar başarıyla yönetilememiş süreçler ve sık sık değiştirilen uygulamalar sebebiyle eğitim yaz-boz tahtasına çevrildi. Ne yazık ki bizler için en önemli olan eğitim, kültür ve sanat alanlarında sınıfta kalındı. Sonuç gözler önündedir; bugün ne istenen seviyede entelektüel bir kadro, ne o kadrodan bayrak devralacak istikbal vadeden vasıflı bir nesil, ne de ümit verecek elle tutulur ciddi bir eser yok!..
Bir diğer yaramız da bugünkü siyasileri iktidara taşıyan mütedeyyin kitlenin dine hizmet heyecanı sönmüş gibi. Siyasi başarıyla vazifelerinin bittiği ve doyuma ulaşıldığı izlenimi veriyor. Yeri gelmişken, iman hizmetinin vazgeçilmezliğine ve asla rehavete kapılmaması gerektiğine dâir Zübeyir Gündüzalp’in meşhur ikâzını hatırlamakta fayda var. Bir vakit ağabeyin birine, “Yarın şer’i şerif ilân edilse bizim vazifemiz bitecek mi?” sorusuna “Hayır” cevabını alınca, “Kardeşim, o halde biz her hal-u kârda hizmetimize devam etmek mecburiyetindeyiz” dediği nakledilir. Yaşanan tecrübe merhum Zübeyir ağabeyin sözünü tasdik etmiştir.
Şimdi de en can yakıcı soruyu soralım: İnsanımız kabuk mu değiştiriyor? Maddi ve mânevi değerleri boşaltılıp başka bir şekle veya hüviyete mi sokulmak, mankurt yapılmak mı isteniyor? Biz, yani asırlarca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan bu büyük millet ve medeniyetin evlâtları dönüşüyor muyuz?
Unutulmamalı ki, bir şeyi bir başka şey yapmak için önce içinin boşaltılması gerekiyor. Galiba bugün gençliğimize yapılmakta olan da budur! Biz ne yapılmaya çalışılıyoruz?
YİNE AĞAÇLARA GELELİM
Bahçedeki ağaçların meyveleri dökülüp kurtlanıyor. Bakımsız elmaların çürümesinden daha elim olanı, iyi ve sağlam yetiştirilememiş, yaban ellere ve zihniyetlere teslim edilmiş gençliğin, yeni ve yetişmekte olan neslin zavallı, keyfiyetsiz ve pejmürde halidir. Ağaçlar iyi bir bakımla ve budamayla bir-iki senede kendine gelir de ya gençlik, ya yetişen nesil?.. İşte bütün derdimiz ve endişemiz budur!..
Ağaç yaşken eğilir derler. Fakat değimin doğrusu şöyle olmalı: Ağaçlar (fidanlar) henüz tazeyken düzeltilip onlara doğru-düzgün şekil verilebilir. Sonrası çok ama çok müşkülleşir. Daha sonra düzelteyim derken geç kalınmış olduğundan pek çok zarar da verilebilir.
Yetişen genç neslin eğitilip terbiye edilmesi ağacın bakılmasına ve budanmasına benzer. Ekim ayı ağaçların ekim-dikim, bakım ve budanma zamanıdır. Yeni bir eğitim-öğretim dönemine girilmişken yeni bir ruh, güçlü bir irade, azim ve heyecanla, hal-i hazırdaki şu perişan nesli kurtarmak için eğitim, terbiye ve budama hususunda bugüne kadar her ne ihmal edilmiş ve eksik bırakılmışsa mutlaka ve bir an önce telâfi edilmelidir.
Hem milletin bahçesinde ağaçlar misali olan ailelerimizi, hem de yarınlarımız olacak bu ağaçların meyveleri olan gençliği çürüyüp kurtlanmaktan kurtaralım. Milleti ve gençliği terbiye edecek olan başta Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarıyla, Diyânet teşkilatıyla devleti, resmi, sivil ve gönüllü, maddi ve manevi eğitimciler olmak üzere milleti topyekün bütün kurumlarıyla bu hayati göreve çağırıyoruz: Durum gerçekten çok ciddidir ve boşa geçecek bir dakika bile yoktur!..