Bu söz, önceki sene "dünya sürgünü" biterek "başkentler başkentine" uğurladığımız, edebiyatımızın İkinci Yeni akım şairlerinden Sezāi Karakoç'un “sürgün ülkeden başkentler başkentine” şiirinin enfes bölümlerinden biriydi. Merhûm bilge şair sevgiliye hasretini dile getirdiği şiirinde,
"Sevgili
"En sevgili
"Ey sevgili
"Uzatma dünya sürgünümü benim " demişti…
Ādem, yāni insan, kudret eliyle semanın kim bilir hangi katında yaratılıp cennette iskân edilmişti. Orada mutluydu ve o zāten cennet için yaratılmıştı. Belki de cennet Ādem için yaratılmıştı.
O cennet ki, içinde bütün güzelliğiyle, hadde ve hesaba gelmeyen her türlü nimetiyle, idrak edilemeyecek o sınırsızlığı taşıyan sonsuzluk yurdunda, kalpleri ve hayâlleri bile hayrette bırakan ihtişamıyla Ādem cennetteydi ve oradaki her şey ona āmādeydi. Bir şey hariçti, uçsuz bucaksız cennetteki bir tek şey; sadece o şeye yaklaşmak yasaktı!
Yasak emri bir an, evet bir an unutulunca "dünyaya sürgüne" gönderildi.
Dünya, bütün şa’şaası ve cāzibesiyle ne kadar baştan çıkarıcı, tatlı ve süslü olsa da yine de biz insanlar için sürgün yeridir.
Geçen günlerden biri, dünyaya gözlerimi açışımın sene-i devriyesi imiş; Doğum yıldönümleri sebebiyle tebrik etmeler, garip seramoniler, pastalar, şapkalar, kukuletalar, tuhaf ve gülünç kıyafetler vs. türlü türlü eğlencelerle kutlama usûlleri bizim mahallelerimizde de mekân tutmaya başladı.
Çok kazanma hırslarının piyasayı canlı ve hareketli tutmak için devamlı tüketmeyi tahrik eden ve aslında bizim dünyamıza ait hiçbir değeri olmayan böylesi ādetleri oldum olası hiç sevmedim. Mānevi halâveti olmadığı için sıcak ve samimi de gelmiyor doğrusu. Direniyor, karşı duruyorum fakat bu hususta maalesef -şimdilik- mağlûbum.
Fakat neyleyelim ki nezdimizde kadr-u kıymeti olan pek çok dost ve arkadaştan tebrikler gelince de elbette bir karşılık verilmesi icāb ederdi. Biz de teşekkür ederek, kendimizin de dostların da “kalan ömrü imān ve ilimle, sırāt-ı müstakim üzere ve sünnet-i seniye dāiresinde geçsin” duālarımızla mukābele eyledik.
İşin aslı, dünya sürgünümden, ömür sermayemden bir yıl daha eksildi. Duygularım karışık ve bulanık; doğrusu üzülsem mi, sevinsem mi acaba, bilemiyorum. Gidene mi üzüleyim, gelene mi sevineyim, bilmem ki!..
Esasen, benim de sevdiklerim, sevgililerim birer birer eksildi ve eksiliyor hayatımdan, yanı başımdan. Ne zamandır buralar artık eskisi kadar sevimli de gelmiyor!..
Sevgiliye, en sevgiliye kavuşma arzusu gün be gün, an be an artıyor içimde. Fāni ālemin geçici ve zayıf ışıkları gözümde sönmeye durmuş, bāki ālemin ışıltıları çoktan beridir gönül gözümde parlamaya başlamıştı. İşin hakikati, dünya hayatı zāten bir oyun ve oyalanmaca değil miydi? Ya oyunu ciddiye alıp hırsına kapılan aldanan olmayacak mıydı?
Hazreti Peygamber bir mübarek sözünde “Benimle dünyanın hāli ancak bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip de bırakıp giden bir yolcu gibidir” buyurmuştu ya. Uğruna ve hatırına yaratılan dünya ona öyle idiyse ya bize ne olacaktı ki!..
Biz de “dönülmez akşamın ufkuna” girdik, o hüzünlü ufkun ufûle giden ilkindi ışıkları bize de göründü; Saçlarım ağarmış ve zevāle meyletmiş bir haldeyim. Yaşadığım hayat uzun gibi gelse de Necip Fāzıl’ın bir şiirinde “Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı” dizesinde ifadesini bulan veya şu fotoğraf karesindeki gibi ancak birkaç gün yaşayabilen kelebek ömrü kadarmış;
İşte şu “birkaç günlük fasıl” yaşandıktan sonra kanatlar kapanıp bir daha çırpılmayacak. Bedenler burada bırakılıp ruhlar “uçmağa” yükselecek. Başka semālara doğru kanat açılacak.
Hayatı veren Hayy-ı Kayyûm’a duāmız, ondan ümid ve temennimiz, göz açıp kaparcasına geçmekte olan ömrümüzün ardından, imān ile, sālih amellerle, rıza ile ve yüz akıyla huzura çıkmak ve hayırla anılmaktır.
İlâhi,
Yüküm ağırlaştı ve gitgide daha da ağırlaşıyor.
O yükün altında ezilmeden, yıkılmadan ve çökmeden,
Benim de uzatma dünya sürgünümü!..