MEKKE’YE GELİŞ
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibâdet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidâyet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.” (Al-i İmrân /96)
Medine’den yola çıktıktan sonra Zül Huleyfe denilen mikat mahallinde ihrâma giriyoruz. Mekke ile Medine arasındaki 5-6 saat süren otobüs yolculuğundan sonra ihrâmlı olarak artık, “Ümmu’l Kura” da, şehirlerin anası Mekke’deyiz. Kurban bayramına yaklaşık bir ay var. Cenâb-ı Allah’ın “Beytullah” (Allah’ın evi) dediği Ka’be’ye, o kutsal mekâna, Ebrehelerden ve fil ordusundan muhafaza edilen “Beled’ul Emin’e” (emin beldeye) giriyoruz.
“Hani biz İbrahim’e, Kâ’be’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû’ ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.” (Hac/26)
Her insan ellerini semâya doğru açıp duâlarıyla yüreğinin sesini Arş-ı Ala’ya duyurmak ister. İşte Kâ’be: Arş’ın mesabesinde ve yeryüzündeki izdüşümündedir. Bütün mü’minlerin kıblesi ve Allah’a ibâdet için yöneldikleri mukaddes mâbed; Kur’an’daki adıyla Mescid-i Haram. Yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, kenarları ise 11-12 m. Genişlikte olmasına rağmen, izâhı mümkün olmayan yeryüzünün en heybetli yapısı. Onu gören her insanda heybet hissi uyandırıyor. Bu mâbed Allah’ın birliğini, tek ve yalnız olduğunu temsil eder. Bu mukaddes mekân âdetâ mânevi bir câzibe merkezidir. Allah’a imân etmiş bütün gönülleri kendine doğru çekip cezb eden emsalsiz ve müstesna bir makam. Dil tarif etmekten âcizdir.
***
***
Merhaba Ey Kâ'be,
Merhaba Ey Beytullah,
Cenâb-ı Allah'ın "EVİM" dediği mukaddes mekân,
Duâların Arş’a yükseldiği icâbe makamı...
Yā İlâhi, dâvetine koşarak geldik; elimiz boş, yüzümüz karadır!
Bizi af edip bağışlar mısın,
Zâtının ve Resûlünün (sav) hatırına bizden kabul eder misin...
Kafilemizle hep beraber Metaf’a (tavaf alanına) giriyoruz. Artık hac başlamıştır. Aman Allah’ım, bu ne azamet ve ihtişam!.. Basit bir yapıda böyle bir heybetin fizik kurallarıyla izahı mümkün değil. Ziyaretçiler ihrama girdiği gibi, Kâ’be’nin ipekten dokunmuş siyah örtüsünün aşağıya doğru sarkan eteklerinin beyaz renkli arka kısımları alttan iki-üç metre kadar yukarıya doğru çekilmiş vaziyette. Yani şu demek; Kâ’be de misafirleri gibi ihrama sokulmuş. Yeryüzünün her ülkesinden, her İslâm bölge ve beldesinden, her ırktan, her renkten, her dilden insanlar buraya gelip sadece ve yalnızca Allah’a kul olduklarını arz ediyorlar.
Tavaflardan sonraki dinlenmeler sırasında ve fırsat bulabildiğimiz sâir vakitlerde zaman zaman “Hizb-i Nuriye” duâ mecmuasını okurken dikkatimizi çeken şu oldu: Başta cevşen-ul kebir olarak bütün duâlar, bütün bahis ve bölümleriyle tamamıyla tevhid dersleri veriyor. Zâten Bediüzzaman Hazretleri, Risâle-i Nur’un iki üstadından birinin cevşen, diğerinin de hülâsat’ul hülâsa olduğunu beyan etmiştir. Kâ’be ve tevhid. Tam da tevhid hakikatinin makarrı olan Kâ’be’de ve özellikle de hac ibadeti sırasında okunup âzami mertebede tevhid dersinin alınması gereken mekândayız.
İki haftadan beri bulunduğumuz Mekke-i Mükerreme'de iki gün arayla iki defa yağmur yağışına şahit olduk. Yağmurların yağışıyla milyonlarca el, Allah-u Teâlâ'nın affının, rahmet ve merhametinin celbi için Arş-ı Ālā'ya doğru açılmış, kalpler ve gönüller O'na (cc) yönelmişti. Mekke gökten yağan yağmurlarla madden de yıkanıp temizlendi.
“Ya Rabbi, Sen de içimizi, kalbimizi ve bātınımızı semādan yağdıracağın rahmet yağmurlarıyla da yıka. Bizi hata ve günahlarımızdan arındır” deyip duâlarımız gözyaşlarımızla kalbimizden akıyor.
(Devam edecek)