Ömrümüzün henüz yaşanmamış olan kısmı, yani İstikbalimizin ne/nasıl olacağı bugünden bilinebilir mi? Belli midir, belirsiz midir?
Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, geleceğimiz nasıldır ve nasıl yaşayacağız? Her an halden hale değişmekte olan hayatımızın sonraki safhalarında neler olacak, neler görüp yaşayacağız? Bunları şimdiden bilemiyoruz. Daha doğrusu akıntısında olduğumuz ve içindekileri belirlenmiş, müstakar bir noktaya doğru sürükleyen zaman nehri nereye akar ve nerede durur? Şimdiden bilemiyoruz.
Binlerce yıldan beri insanlığın bütün nesillerinin yaşadığı ve biz yaşayanların da şahitliğini yaptığımız şudur: Dünya hayatına göz açıldıktan sonra, kısa veya uzun, bir muayyen vakit yaşandıktan sonra feri çekilen gözler yumulup bir meçhule uğurlanmadır. Peki o halde buraya geliş neden’dir, neredendir ve gidiş nereyedir? İnsan, var olduğu binlerce yıldan beri bu sualleri kendine soruyor ve büyük bir merakla da cevap bulmaya çalışıyor.
Merhum şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, hüzün dolu Sessiz Gemi adlı o harika şiirinde bu esrarengiz ve meçhul seyahati kelimeleri inletir gibi ne de güzel anlatır:
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
….
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Gidenlerin yerlerinden memnun olup olmadıklarını bilmiyoruz. Fakat kesin olarak bildiğimiz şudur ki, dünya hayatına dönmedikleri, dönemedikleri ve tekrar dönemeyecekleridir. Bu akıbet, yaşadığımız hayatın en büyük, en mühim, en sert ve katı gerçeğidir!
Gidişin dönüşü dünyaya olmayacaktır elbette. Çünkü “O’ndan (kudretinden) gelmiş ve yine O’na (rahmetine) dönücüleriz.” (Bakara/156) Sadece biz insanlar mı? Hayır hayır, her şey. Çünkü “Her şey ve her iş O’na döndürülecektir.” (Hadid/5) Mademki döneceğiz, bu kesin dönüşümüz, bütün peygamberlerin insanlara bildirdikleri en büyük haberdir.
Tabii ki dönüş var ve olacak; Gelinen yere dönülecek. O halde dönüş an’ı bilinmeyen yolculuğa hazırlanmalı ve esasen her daim hazır olunmalı!.. Zaten Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu vakt-i merhun’un her an olabileceğini, “Yarın ölecekmiş gibi” sözüyle, gidilecek yer için hazırlıklı olmayı tavsiye etmişti!
“Hazırlanınız; başka daimi bir memlekete gideceksiniz!..” ikazı da yolcu olduğumuzu, başka hallerle, başka suretlerle ve başka yerlerden uğraya uğraya bu aleme geldiğimizi, seyahat serüveninin başka menzillerde de yine belirli sürelerle devam edeceğini şu sözlerle hatırlatır bize: “İnsan bir yolcudur; Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.”
Her bir uğrak yeri yolcunun hazırlığına göre, öncesinden istikbale gönderdikleriyle donatılmış olacaktır. “Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” (Al-i İmran/182) Kişinin taşıdığı öyle bir yük ki, ne yaparsa yapsın, onu gönderenden asla ayrılmayacak; kiminin yüzünü ağartıp sevindirecek, ya da -Allah korusun- kiminin ise yüzünü karartıp utandıracak. Orada pişmanlığın, yakınıp dövünmenin, “keşke”lerle hayıflanmanın hiçbir faydası olmayacak!..
Öyle bir yolculuk ki yükü ağır olanı ezecek. Ağır yükler taşıyanları menzil-i maksuda, hedefe ulaştıramayacak. Dünyada yaşanan her hal ve vaziyette işlenenler, o yolculuğun yüküdür ve failinin defterine yazılmıştır, silinmemek üzere kişinin zimmetindedir. “Hâlbuki üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.” (İnfitar/11-12) Her şey, her olan ve yaşanan kaydedilmiş, her yapılan yazılmıştır. Yazılanların hepsi yapıp işleyene yarın birer birer sorulacaktır: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyame/36)
Gidilecek yerde hiçbir şey unutulup ihmal edilmeden, küçükten büyüğe kadar, “Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?” (Tekasür/8) her şeyin hesabı sorulacaktır; Her sözün, her fiilin, her yapılanın veyahut yapılmayanın. “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını (karşılığını) da görecektir.” (Zilzal/7-8)
Şu halde yapılıp edilen her iş ve söylenen her söz kaydediliyor ise bütün bunlar boşuna mı? “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yasin/65). O gün herkese kendi kitabı kendisinin diliyle okutulacaktır. “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’ denilecektir.” (isra/13-14)
İmtihan edilen mekân çeşit çeşit zorluklarla, hastalıkla, sağlıkla, varlıkla, darlıkla, yaşanmakta olan hayatın pek çok zorluklarıyla, belâ ve musibetlerle dolu çetin bir sınanma yeridir. Yolculuğun güzergâhı evvelce belirlenmiştir. Güzergâh boyunca her yere ikaz ve işaret levhaları konulmuş, yolun sınırları da tayin edilmiştir. Gerekli yerlerde görevliler seyahat halindeki yolculara yön verip gidişin usül ve erkânını hatırlatıyor. Pek çok zaman ayağı sürçenler de uyarılıyor: “Nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir/26) diye. Evet, gerçekten de bu gidiş ve böyle bir gidiş nereye?!!!
Bugünün teknik imkân ve donanımlarıyla anlıyoruz ki, yol boyunca çeşitli yerlere konulmuş kamera ve radarlarla yolda seyir halindeki yolcunun bütün ahvali kaydedilerek başka merkeze gönderilip orada muhafaza ediliyor. Gözetim altında bulunan yolda hata yapanların, yolun sınır ve kurallarını çiğneyenlerin vakti gelince hatırları soruluyor. Verilen örnekteki gibi, bu imtihan yerindeki yolculuk sırasında, yaşanan ve muhatap olunan her hal ve durum kaydedilerek başka aleme gönderiliyor.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne gönderdiğine baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşir/18)
Yaşamakta olanlar için şimdilik yolculuk devam ediyor. Bugün, yürümekte olduğumuz yolu doğrultup yolculuğun istikametini ve gidişatını, geç olsa bile, tamir ve ıslâh imkânımız henüz var. Halen can taşıyoruz, hayattayız ve o imkân daha elimizden alınmamış. Varılacak yere ulaşmadan, henüz defterler dürülüp mühür basılıp kapatılmadan her nefes alanın halen bir şansı vardır.
Zât-ı Risâlet Hazreti Peygamber (sav) Efendimizin hemen herkesin bildiği “dünya ahiretin tarlasıdır” meâlindeki hadisiyle, burada (dünyada) ekilen danelerin orada (ahirette) hasat edileceğini ders vermiştir. Zaten harmanda hasat edilen ekilenden başka bir şey değil ki. Rüzgâr ekenin fırtınadan başka ne biçer!..
Yarın karşımıza çıkarılacak olanlar aslında dünden gidenlerdir. Yarınımız dün ve bugün işlediklerimizin meyvesi olacaktır.
İstikbal mazide yaşanandır, buradan oraya taşınandır; Ve gelecek olan da aslında geçendir. Herkes bugünden yarına ne gönderdiğine dikkatle ve özenle bir bakıversin, çünkü istikbâl, yaşanan ömrün ya kârı ya da zararıdır...