O evler ki…

Mehmet Asıf IŞIK

“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına (ve okunmasına) izin vermiştir. O'nu, sabah akşam orada tesbih ederler.” (Nur S./36)

O evler, vahyin aydınlığının kalplere ilk yansıdığı, “Dâr-ul Erkâm” günlerinin yaşandığı, dünyalara değişilmez mübarek mekânlardı. Bir daha asla erişilemeyecek mertebelere yükselen ilk mü’minlerin, Peygamber Efendimize (sav) ve dâvâsı uğruna dünyalık her şeylerini fedâ ettikleri, Resulullah’ın bizzat kendisinden öğrenilen hakikatleri bütün zerreleriyle doya doya hissederek yaşadıkları meskenlerdi.

O evler, kitabı ve hikmeti öğreten Peygamber (sav) dersleriyle, hayatın, ölümün, ötesinin, içindekilerin, varlığın ve var edilişin ulvî gayelerinin, iman etmiş bahtiyar gönüllere verilen derslerle marifetin zirvelerine çıkılan İslâm’ın ilk medreseleriydi.

O evler, içindekilerin şirkin ve küfrün bütün gaddarlığıyla zulüm ve işkencelerine sabır, tahammül ve tevekkül ederek kucağına sığındıkları Peygamberin (sav) sineleri serinleten sohbetleriyle, üzerlerine “sekînet” yağmurlarının yağdığı, huzurun ve sükûnun kalplere indirildiği cennet misal bahçelerdi.

O evler, “Muhakkak ki, mü’minler kardeştir” (Hucurat S./10) hakikatinin, aynı dine, aynı davaya sahiden ve yürekten inanmış, iman ve İslâm kardeşliğinin kıyamete kadar bütün mü’minlere örnek olacak kalbi beraberliğine, ebediyyen çözülmemek üzere bağlandıkları yerlerdi.

O evler muhabbetten yaratılmış Muhammed’in (sav) muhabbetinin aşkı ve mehabetiyle gönüllerin tutuştuğu, saraylara değişilmeyen saadet menzilleriydi. Peygamberle gelen, Allah’a kulluk yoluna adanmış insanların ihlâs, sadakat, samimiyet, hâmiyet ve gayretlerini, asumanın sakinlerinin gıptayla alkışladıkları mutlu ve mübarek hanelerdi.

Cenâb-ı Allah, hikmetli Kitabında o evleri ve içindekileri “O evler ki” beyanıyla medh ediyor. Ne mutlu o evlere ve o evdekilere. Onlara sahabe dendi. Peygambere sahip çıkıp, kendisiyle ve doyumsuz sohbetiyle şereflendiler. O’nu, dinini ve davasını kendi canlarından aziz bilip uğrunda vakf-ı hayat ettiler.

Çünkü O evlerde “Birtakım insanlar ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur S./37)

Nice günler, nice seneler ve devirler geçti. Devran döndü, zaman değişti. Geçen zamanla beraber yaşananlar da yaşayanlar da veda ettiler hayata. Gidenler gelmiyor, gelenler de çok şeyler koparıp götürüyor hayattan.

Yaşanan iyi ve/ya kötü hal ve hadiseler sonrakiler için izler bırakıp geçiyor. Öncekiler gittiler. Sonrakiler ve onlardan sonrakiler ve daha da sonrakilerle gelen rüzgârlar, fırtınalar ve kasırgalar önlerindeki pek çok şeyi yıka yıka, fırtına ve boranlarla pek çok şeyi getirerek geldiler. İslâm beldelerinde her şey alt-üst olmuştu. Önden gidenlerin sadece derin izleri kalmıştı…

Hirâ’dan nidâ edilen sadâ on üç asır sonra Çam Dağı’nda yankılandı. O gür sadânın vâris’i, Kur’an’ın ve Zat-ı Risaletin (sav) saadet devrinden yansıyan ışıklarını bu asra tuttu. O kutlu sese tercüman olan Bahtiyar, o mânâyı, o dâvâyı, o gâyeyi omuzlayıp ihyâ etmeye başladı. Ağır darbeler alarak ölüme terk edilmiş mukaddes mânâlara can geldi. Hirâ’yı aydınlatan vahyin nuru, Barla’da yeniden parladı. Asrın ruh ve mânâ mimarı, Hirâ’ya inen nur ve mânâ ile kendi çağına seslendi. Mimar, inşa edeceği asrının ruh ve kalbini, yaşatan ve yaşayan, yansıyan ve yansıtan iki rahmetin, Kur’an ve Sünnetin nuruyla ve mayasıyla yoğurdu. Hizmetini bu iki sağlam temel üzerine inşa etti.

Barla topraklarına atılan saadet asrının mânâ tohumları kök saldı, filizlenip boy verdi. Dallanıp budaklandı. Sönmeyen ve söndürülemeyen Kur’an güneşinden gelen nurlar ruhları diriltmeye, gönülleri tutuşturmaya, gözleri kamaştırmaya başlamıştı. O sevdayla yanan gönüller evlerini “Dar-ul Erkâm”a çevirdi. Sönmeye bırakılmış “kandil”ler onların evlerinde yeniden alevlendi. Kandillerin ışıltıları yavaş yavaş etraflarını aydınlatıyordu.

O haneler, tıpkı ilkleri gibi, yakıp yutan küfür alevlerinin her yanı sardığı, genç nesillerin ve taze dimağların dalâlet vadilerine düştükleri helâket ve felâket zamanlarında tahkiki imanla, omuzladıkları dâvâlarına sadakatle, yüksek ahlâkla, ulvi seciyelerle, kalpleri hizmet aşk ve şevkiyle, dostuna ve kardeşine şefkat, merhamet ve muhabbetle dolu örnek insanlar yetiştirdi.

O evler, manen öl(dürül)müş ruhları ihyâ etmek, cazibedâr fitnelerle iğfâl ve ifsâd edilen, âsâyiş ve emniyeti bozulan cemiyetin ıslâhı için kendilerini millete fedâ edecek kahraman şahsiyetler yetiştirdi. El-Hakk, onlar hiç şüphesiz bu asrın Erkâm’ları idiler.

***

Bu menziller, ilk zamanlar, âyet-i kerimenin işâret ettiği “o evler”in mânâ ve ruhu karılarak inşa edilmişti. O evlerdeki kandillerin yakıtı ihlâs idi, vefâ idi, hikmet ve hâmiyet idi. O evler mânevi ölümün eşiğindeki birkaç neslin hayatını Kur’an güneşinin aydınlığıyla ve iman hakikatleriyle canlandırdı, İslâm’ın can suyuyla yeşertti.

O evler vurgun yemiş, derin yaralar almış hastalar için yepyeni, ter-u tâze hayatların başladığı, genç fidanların boy verdiği, her yaştan ve her kesimden insanların mânen beslenerek gelişip güçlendiği, asrın kir ve zehirlerinden mahfuz olan temiz havayı solukladığı -bugünün tabiriyle- “yaşam alanları” olmuştu.

İşte biz o günlerde o sevdaya tutulmuştuk. O aşkın şavkı gönlümüze düşeli neredeyse yarım asır olmuş. Bunca yıldır görüp şahit olduğumuz şudur: “O evlerin” kandilleri semâvi ve nurâni yakıtlarla yandıkça alevleri parlayıp dururdu. Öyle gördük, öyle duyduk, bilenler de öyle bilir. Bir vakitler o evlerin çiçekleri ve gelip gidenleri, ebediyete taşıyacakları en yakın, en sıcak, en samimi dost ve arkadaşlarını “o evlerde” edindiler. Onlar birbirlerine mesafelerle uzak bile olsalar, dâima yakındılar; Çünkü onlar birbirleriyle kalben ve hissen beraber olan asil ruhlu modern zaman sahabeleri idiler.

Mânevi Mimar, hayatının en büyük gâyesi olarak inşa etmek istediği Medreset’üz Zehra’nın temelini attıktan sonra, dehrin ve devrin şartları tamamlanıp hizmet vermesine müsaade etmeyince, eğitim esaslarını bu zamanın “o evler”ine taşıdı. Mimar o evleri Alem-i İslâm’ın Merkezleri nazarıyla görüyordu.

O evler, biri Kur’an ve diğeri kâinat olmak üzere, Allah’ın iki kitabının âyetlerinin tefekkür ve tezekkür edildiği mekânlardır; Oralar marifet derslerinin okunup okutulduğu haneleridir. Ümidimiz odur ki, “o evler” sakinleriyle beraber, "Bir topluluk Allah’ı zikretmek için bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kuşatır; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yakınında bulunanlara över"(Müslim, "Zikir" 39, 38) sırrına ve müjdesine bu zamanda mazhar ve nâil olsunlar.

Devran dönüyor ve hadiseler bazen çalkalıyor. O çalkantılarda bazı kandiller devriliyor, kimi kandil yakıtını çabucak tüketip sönüveriyor, kimisi ellerinde kandil yerine başka şeyler tutarak yalpalıyor, kimisi de hem kandilini hem ona güç ve kuvvet veren yakıtını, üzerine titreyerek elleriyle sımsıkı tutuyor. Ayakları kaymasın diye de sıkı ve sabit duruyor; eller ve gönüller ele gitmesin diye gözünü korur gibi ihtimam gösteriyor. Çünkü etrafı ışıtıp aydınlatan o kandiller yanıp aydınlatmazsa, Allah korusun, ortalık kararacak!..

Bugünler için kuvvetle temenni ederim ki, mânevi gidişatı kalplere hüzün veren milletimizin, gençliğimizin, nesillerimizin ve İslâm Aleminin şu vaziyeti kandilini deviren, yakıtını bitiren ya da kaybedenleri sarsıp kendine getirsin. Getirsin de, yitirilmiş ruh ve mânâyı arayıp bulmaya, Hirâ’nın ebedi saadet çağrısına doğru koşup kavuşmaya vesile ve kefaret olsun.

Bütün “O evler”in sakinleri, gidip gelenleri ile birlikte, epeyce bir zamandan beri yaşanan çalkantıları, inkırazı, kendilerini ve konumlarını vicdanlarında teraziye vurup inceden ve derinden sorguya çekerek muhakeme ve muvazene etmelidir. Var ise, hata ve noksanlardan nedamet edilip istikamete ve hak olana dönülsün. Eğer bu muhasebe yapılır ve telâfi için çalışılırsa, İnd-i İlâhî’de bir nevi tevbe ve istiğfar sayılsın.

Sayılsın ki, İslâm alemini de insanlığı da ayağa kaldıracak olanlar “o evler”dekiler, aydınlatacak olan ise ellerindeki ışığını Kur’an güneşinden alan kandillerdir…

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (13)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.