Hikmetli kitabımız Kur’ân-ı Kerimi okuduğumuzda, âyetlerin derin ve zengin mânâlarını tefekkür ve tezekkür ederken, dikkatimizi çeken bahisler hatırdan çıkmasın ve unutmayalım diye aklımızda tuttuğumuz, bazen de hakikatini ve/ya hikmetini idrak edemediğimiz bazı kavramlar irâdi veya gayr-i ihtiyari olarak zihnimizde bir yerlere yerleşir. Farkında olmadığımız halde zihnimizde yer etmiş bu çekirdek manalar, tıpkı toprak altındaki tohumlar gibi yeşermeyi bekler.
Düşen cemrelerle havalar ısınmaya yüz tutup yağan yağmurlarla toprak tava gelince, dane ve tohumlar kabuklarını çatlatıp derinlere kök salmak için sabırsızlanırlar. Yerin karanlıklarından gün ışığına doğru önce uç verir, sonra da filizlenirler. İçlerinde başka bir hayatın cevherini taşıyan tohumlar artık hayatın farklı bir boyutuna geçmiş, toprağın altından üstüne çıkmıştır. Havayla, suyla, ışıkla vs beslenerek büyür, gelişir ve ağaç olmaya dururlar.
Bazen zihnin dar ve karanlık kıvrımlarında kalıvermiş, çok geniş mânâlar taşımalarına rağmen bir türlü açıl(a)mayan, bazen aklın ve kalbin inkıbaz halleriyle, bazen de dimağı zorlamadıkça anlaşılamayan demir leblebi gibi hazmı ağır mefhumlar ve konular, akılda ve kalpte çözülmek için, âdeta tohumu canlandıran şartların benzerini bekliyor.
İçimizin derinlerinde bir yerlerde bazen yıllarca saklı kalabilen bu düğümler, bu yaman sualler ve zorlu meseleler, çok yönlü, ciddî, bıkıp usanmadan azimli okumalarla ve müzakereli ilmi sohbetlerle desteklenerek hal olabilir. Bu okuma ve tefekkür gayretleri hakikatin kıvılcımlarını çaktırıp insanın dimağını, aklını, kalbini ve muhayyilesini aydınlatır; Bazen yavaş yavaş, bazen de birden ve aniden. Anlaşılması insan beynini zorlayan bu müşküllerin üzerinde düşündükçe bazen çorap söküğü gibi birer birer çözülüverir.
Kur’ân-ı Hakim’de ‘ölümü de hayatı da yaratan O’dur ...’ (Mülk/2) mealindeki âyet-i kerimede, ölümün hayattan önce yaratılmasının hikmetini çok merak ediyordum. Bu husus senelerdir aklımı ve zihnimi kemiriyordu. Biz insanlar ve canlı diğer varlıklar önce hayata göz açıyor, takdir edilmiş ömrü yaşıyor ve sonra da ölüyoruz. Halbuki meali verilen âyette önce ölümün, sonra da hayatın yaratıldığı beyan ediliyor. Neden acaba önce ölüm?!..
Bu sualin cevabı sanki ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn’ (Bakara/156) ‘Şüphesiz biz O’ndan (kudretinden) geldik ve O’na (rahmetine) dönücüleriz’ âyetin mânâsında saklı. İnsanların ve hatta yaratılmış olan bütün iş ve oluşların Allah’a dönücü olduğu Kur’ân-ı Hakim’in 30’dan fazla âyetinde, kökü ric’at/rucu’ yâni ‘dönüş’ olan, ‘râci’un’ (dönücüler), ‘turca’u/yurca’u’ (döner), ‘turca’un’ (dönersiniz) kelimeleriyle, farklı makam ve mânâlarla beyan edilmiş.
Ric’at gelinen yere geri gelmek/dönmek, yani dönüş demektir. Meselâ, bir dâirenin başlangıç noktasından hareket edilip ilk çıkış yerine varılması gibi. Örnekte ifade edildiği gibi, ölüm de kabir kapısından girilerek vuslata eriştir. Yola çıkılan mekâna kavuşmanın ilk basamağıdır. O halde varlığımızın başlangıcı dünya hayatı değildir. ‘Ey Âdem! Sen ve hanımın Cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin.’ (A’raf/19) Âyetinde beyan olunduğu üzere, ilk insan ve zevcesi dünya hayatının öncesinde de vardı ve başka bir yerde (Cennette) idiler. Onlar, İlâhi hikmet gereği dünyaya gönderildi. Âdem’in istidatlarının vârisleri olan biz evlâtları ise dünyada açtık gözümüzü, sırtımıza vurulmuş yüklerle ve zimmetimize yazılmış görevlerle ki, âyetin devamı bunu açıklar: ‘… hanginizin daha iyi işler yapacağını sınamak için…’ (Mülk/2)
‘Üçüncü Mes’ele: … Evet mevtin de hayat gibi mahlûk olduğuna, mevtin i’dam ve adem-i mahz olmadığına delâlet eder. Mevt, ancak rûhun cesed kafesinden çıkmasıyla tebdil-i mekân etmesinden ibarettir.’ (İşârât-ül İ’câz)
‘Allah, dedi ki: ‘Orada (dünyada) yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.’ (A’raf/25)
Yüce Yaratıcımız, önce dönülecek yeri, dönüşün imkân ve şartlarını, mekânını, zeminini ve yolunu; yâni ölümü, ölüm sonrası âlemleri, berzahı, haşir meydanını, mahkemeyi ve sıratı, Cenneti ve Cehennemi yarattıktan sonra imtihan edileceğimiz Dünya hayatını ve buradaki sınanma şart ve vasıtalarını yaratmış.
Bu durumda şöyle mi desek: Bir yere gidecek veya yola çıkacak olan kişinin, önce geldiği yere salimen dönmesinin imkânları hazırlanır, ondan sonra emniyet içinde gideceği yere gönderilir.
Bundan dolayı dönüş yolculuğu güvendir. Dönüşün selâmetli olması şarttır; dönüş yoksa gidiş yokluktur. Dönüşü olmayan gidişin anlamı ve amacı yoktur ve abestir. Bu sebeple, ölüm asl’a, asıl vatana, cennete ve Allah’ın rahmetine dönüştür: En Sevilene ve Kullarını En Çok Sevene hasretle beklenen kavuşmadır. Dönüş, ilk gelinen yere Allah’ın rahmetine vuslâttır.
‘(Ve Yumit: Öldüren) Yâni, mevti veren O’dur. Yâni, Hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yâni, Hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fani cin ve inse bağırır, der ki:
‘Sizlere müjde! Mevt i’dam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesâdüf değil, fâilsiz bir in’idam (yok oluş) değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecma’ı olan âlem-i berzaha bir visal (kavuşma) kapısıdır.’ (20. Mektup/ 1 .Makam)
Bu hakikate binaen başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, bütün marifet ve hakikat ehli ölümü sevmiş; Refik-i Â’lâ’ya, hakiki ve bâki sevgiliye varılan ‘düğün gecesi’ temsilindeki gibi, meselenin aslına ve hakikat yönüne perdesiz bakıp O’na (cc), Yâr-ı Hakiki’ye kavuşmaya can atmışlar.
Şair, ‘Ölüm âsude bahar ülkesidir’ sözlerinde, dünya sürgününün ölümle bittikten sonra bahara erileceğini anlatıyor. Bir diğer şair ise ‘Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber; Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber’ sözleriyle belki de Allah’ın sevgili ve sevdiği kulları için va’d ettiği güzelliklere ölümden sonra nail ve mazhar olunacağını müjdeliyor.
‘Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O´ndan RÂZI, O da senden RÂZI olarak RABBİNE DÖN. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve Cennetime gir.’ (Fecr/27..30)
Mü’minler için, Allah’a inanmış gönüller için RAB’BE ve O’nun Cennetine DÖNÜŞ ancak ve sadece ÖLÜM iledir.
Mâdem öyle, o halde ey ölüm, her ne zaman gelirsen başım üzeresin.