Bir mübârek ramazan-ı şerif ay’ına daha erdik. Gün be gün uzamaya duran şu bahar günlerinde, oruçla bünyeler yavaş yavaş açlığa alışıyor; öncesinden itibaren oruca hazırlıklı olanlar alıştı, hâlen eksiği olanlar da alışacak.
Mideler, mutâd hale gelmiş üç öğün yemek alışkanlığına bir süre ara verip bakıma alındı. Mideler de gövdeler de, ruhlar da hafifleyip rahatlayacak. Bunların hepsi çok güzel. Ancak bir de uzun uzun aç kalıyoruz ya...
Doğrusu, açlığın lezzetini doya doya hissetmek lâzım; Semâvi dinlerdeki oruç ibadetinin hikmeti bedenin dışında, aslında insanın hakiki varlığı olan rûhunu ve nefsini terbiye etme gâyesidir. Hatta, kanaatimce semâvi dinlerden uzakdoğu mistik inanç öğretilerine taşınarak bugünlere kadar gelmiş ve halen uygulanan ‘ölmeyecek kadar az yemek’ suretiyle nirvana’ya (erdeme/kemâle) ulaşmak fikri vahiy kaynaklı bu ibadet vesilesiyledir. Çünkü insanın maddesi hafifleştikçe rûhu kesafet ve keyfiyet kazanarak ağırlaşıp kemâle eriyor. Ya da tam tersi...
Hazreti Bediüzzaman’ın o harika ifadesiyle ‘Ramazan-ı Şerifte mü'minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.’
Merhum Necip Fâzıl bu mânâyı şu tatlı beyitle ne güzel ifade eder: ‘Tatlısı, tuzlusuyla murâda erer damak / Halbuki asıl murâd açlığa yol aramak.’ Evet, olgunlaşmak için açlığa yol aramalı.
Aslında açlığın sayılamayacak denli pek çok hikmeti var; Bütün nefis terbiye yöntemlerinde zühd ile (az yemek) âdetâ meleki bir hâle girilip nefsin hevâ ve arzular dizginlenmeye çalışılır. Mide aç bırakılarak, ilgi ve istek duyulan dünyevi şeylerden uzak kalınarak kişinin irâdesi güçlenir. Sâir zamanlarda taşı sıkıp suyunu çıkarırcasına kendini güçlü hisseden kişi açlıkla acizliğini ve zavallılığını, oruç ibadetiyle en etkili biçimde ve derinden hisseder.
Kişi böylelikle açların ve açıktakilerin hâlini bir nebze anlayıp merhamete gelir. Yardımseverlik duyguları ve şefkati kabarır; İnsan olmanın erdemlerinden olan diğergâmlık ile zayıf, âciz ve muhtaçların imdâdına yetişme, ellerinden tutarak kimsesizlere kimse olmaya gayret eder. El uzatarak Allah'ın rahmet, şefkat ve cömertliğinin muhtaç insanlara ulaşmasına ellerimiz vâsıta olur.
En kârlı kazancımız ise, şimdiye kadar nasıl da sonsuz rahmet ve merhametle nimetlendirildiğimizi; her ihtiyacımızın şefkatle karşılandığını idrakiyle nimetin hakiki sahibi olan Yüce Allah’a hamd ve şükrümüzü takdim etmek...
Hikmetleri ne saymakla be yazmakla bitecek gibi değil.
Açlığa ve aç kalmaya, şu arsız emmâre nefisleri açlıkla hizaya getirmeye devam…
Görülecek ki Allah'a kulluk şuuruyla âcizliğimizi, O'na her dâim ne kadar muhtâc olduğumuzu; bu hakikati idrâk ettikçe, bu şuurun bizi kalben ve ruhen Rabbimize yaklaştırdığını hissettikçe oruçla gelen bu rûhânî ‘lezzetli açlık’ veya ‘açlıktaki lezzet’ hâlinin ‘tadından yenmiyor’ diyeceğimiz kıvamına doyulmayacak.
Açlığımız ve oruçlarımız madden ve mânen, rûhen, bedenen ve kalben sağlık olsun, sıhhat olsun, âfiyet olsun!..