“Velâ temûtunne!” yani, “sakın ölmeyiniz!”
Yukarıdaki sarsıcı uyarı, hikmetli kitabımız Kur’an’da, Bakara ve Al-i İmrān sûrelerindeki birer āyette zikredilmiştir. Bakara sûresindeki āyet-i kerimede Hz.İbrahim (as)’in (oğlu Hz.İshak’tan) torunu olan Hz.Yākûb (as)’un, İsrail oğullarına peygamber silsilesi halinde gönderilecek evlâtlarına, baba şefkatiyle ettiği tavsiyelerde ifāde edilir. Diğer āyet ise Al-i İmrān sûresindedir. Bu heybet ve haşmetli beyān bizzat Alemlerin Rabbi’ne aittir; yine aynı ikāzla: “velâ temûtunne!..” (sakın ölmeyiniz!..)
Oysa ki, “nefis taşıyan her canlının mutlaka ölümü tadacağı” (3/185, 21/35, 29/57) ve “yer üzerinde bulunan her canlının yok olacağı (fenāya/ölüme mâruz kalacağı)” (Rahmān/26) “Bāki/kalıcının ise ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zātı olduğu” (Rahmān/27) İlâhi Kelâm’da farklı mânâ ve makamlarda tekrarla edilen ifadelerle buyurulmuştur.
Çaresi yok! Elbette insan da can taşıyan diğer bütün varlıklar gibi vakt-i merhûn, yani ‘tāyin ve takdir edilmiş (ecelin) saat’ geldiğinde “ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler” (A’rāf/34) āyetine māsadak olarak emānetini teslim ediyor ve edecektir; bu gerçeği her vakit görmekteyiz. Durdurulamayan, hayret verici bir hızla akan zaman nehrinin içindeyiz; Acımadan, genç-yaşlı ayırmadan, kimsenin göz yaşına bakmadan, önünde ne varsa sökerek, kopararak alıp götüren bir sel gibi ādetā!..
O halde “Velâ temûtunne!..” Sakın ola ki ölmeyiniz!.. ikāzı ne içindir?
Arapça dilbilgisi kâidesine göre fiili bildiren emir/kelime (yüklem), Türkçenin aksine olarak cümlenin başında kullanılır. Her iki âyet-i kerimenin başında “sakın ölmeyiniz” ikazından sonraki ifādelerde aynı mânâ ve maksad beyan edilir; “İllâ ve entum muslimûn!” (Sizler, ancak ve sadece müslüman olarak) şartıyla ve hayāti uyarıyla āyetler biter.
Ayetlere meāl verilirken, çoğunlukla Arapçanın mantığı, ifade kudreti, belâğati, taşıdığı mânânın derinliği, mertebeleri ve zenginliği, hitabın heybet ve azameti Türkçeye de, diğer dillere yansıtılamıyor. Zāten Arapçanın bu hususiyetinden dolayı Kur’ân-ı Kerim kâmil mânâsıyla başka dillere tercüme edilemez. Geçen asrın büyük müfessiri merhum Elmalılı Hamdi Yazır, onca ilmine rağmen ‘Hak Dini Kur’ân Dili’ isimli ve sāhiden çok değerli olan kendi meāl ve tefsirini de kasd ederek “meâl, ancak eksiltilmiş mânâdır” demiştir. Çünkü, meâli veren kişi, Mütekellim-i Ezeli’nin muradından ve beyanından sadece kendi anlayabildiği kadarını ifāde edebilmektedir.
Ayetlerin meāline dönelim: “İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yākûb da öyle yaptı: “Ey oğullarım! Bu dini (İslâm’ı) size Allah seçti. Başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak ölün” dedi.” (Bakara/132)
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun (O’na karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının) ve siz ancak müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmrān/102)
Her iki ayetteki ortak mânâ yazının başlığında dikkat çekildiği gibidir;
Sakın ola ki ölmeyiniz: müslüman olarak can vermedikçe!
Sakın ola ki ölmeyiniz: İslâm’dan başka bir din üzere!
Sakın ola ki ölmeyiniz: yolunu şaşırmış ve sapıtmış, şaşkın ve sapkın olarak!!!
Çünkü, Cenāb-ı Hakk kulları için bir yol (din: İslâm) vaz etmiş ve onu seçmiştir. (Māide/73) Çünkü, Allah kulunu başıboş ta bırakmamıştır. (Kıyāme/36) Çünkü, insan Rabbine kulluk yapmak için yaratılmıştır. (Zāriyāt/56) Çünkü, Fâtır-ı Hakim kulunu çok önemli, en güzel ve en değerli özelliklerle donatmıştır. (Tin/4) Çünkü, insan çok büyük ve ağır bir emānet taşımakta, bu fāni emânetlerle bekāyı kazanma imtihanındadır. Çünkü imtihanın gereği olarak, başta İblis ve āvāneleri olmak üzere, başına yüzlerce düşman salınmış (A’rāf/17), dāimā kötüyü isteyen şu nefs-i emmāresi (Yusuf/53) ve azgın hevāsı onu baştan çıkarıp aldatarak yolundan saptırmaya çabalar. Hele ki, şu zamanda, insanın dört bir yanında tuzaklanmış birbirinden aldatıcı şeytāni hileler, zehirli ballar hükmündeki fantāziyeler ve cāzibeli hevesler irādesini çözüp felç ederek kişiyi yutma gayretindedir!
Bu göz açtırmayan sinsi ve gaddar düşmanlar karşısında zayıf, çaresiz, zavallı ve perişan halde iken, imanımızı muhafazaya almadan, kendinizi asrın her türlü akli, fikri ve nefsâni kirlerinden arındırmadan “sakın ölmeyin!”
Bu korunma nasıl olacak? “… Ehl-i Hak’kın öyle muhkem bir kal’âsi var ki, onda tahassun ettikleri (korundukları) vakit, o (saptırıcı) müthiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat (geçici) bir zarar verseler, “Vel ākibetu lil müttakîn” (A’rāf/128) (yani, ākıbet ve güzelliklere nāil olunacak son, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlarındır müjdesinin) sırrıyla, ebedî bir sevap ve menfaatle o zarar telâfi edil(ebil)ir. O kal’âyı metîn, o hısn-ı hasîn (korunaklı ve sağlam kale) ise, Şeri’at-ı Muhammediye ve Sünnet-i Ahmediyedir (sav)” (Lem’âlar, 13.Lem’â, 1.İşāret)
Şu durumda, bunca tehlikeden ve zararlarından tek kurtuluş çaremiz var; İslâmiyet dāiresinde, Kur’ān-ı Hakim’in rehberliğinde, Sünnet-i Seniyenin terbiyesiyle edeplenip aklımızı, fikrimizi, kalbimizi ve rûhumuzu Risâle-i Nûr’un yüksek mārifet ve hakikat dersleriyle besleyip doyurmak…
BÜYÜK HESĀBA ÇEKİLMEDEN
Peygamber Efendimiz (sav), dünya bizi alıp götürmesin ve her daim müteyakkız olalım diye asırlar öncesinden "Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekin!" tenbihiyle ümmetini uyarmış idi. (Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyāme, 25) Şu halde, kendinizi kantara vurmadan “sakın ölmeyiniz!” Meselâ şöyle:
- Kazanıp bölüşmeyen ve hayra uzanmayan el hesaba çekilmeli,
- Konuştukça kalp kırıp gönül inciten, Hak söylemeyen ve Rabbini zikretmeyen dil hesaba çekilmeli,
- İnsanı Hak'tan saptıran yürüdüğü yol hesaba çekilmeli,
- Rabbine uzak ve yabancı kalan, sevmeyen, sevildikçe vefası eksilen gönül hesaba çekilmeli,
- Ömür geçtikçe kişiyi yerinde saydıran dün ve içinde yaşanan gün hesaba çekilmeli.
Hiçbir imtiyazın olmadığı, her hālin, her nimet ve imkânın, kısaca hayatın içindeki her şeyiyle hesaba çekileceği o büyük günde ne malın, ne evlâdın, (Şuara/88) ne de dostun faydası olmayacaktır. (Duhan/41)
“O gün ağızlar mühürlenecek, eller kazandıklarını söyleyecek ve ayaklar da şâhitlik edecektir.” (Yāsin/65) Çünkü o gün kaçıp gidilecek hiçbir yer yok! (Kıyāme/10)
İmtihanın şartları bazen sıkı, bazen de gevşek olarak hâlen devam ediyor. Vakit daha da geç olmadan, aklımız hâlâ başımızda, gücümüz ve tākatimiz yerinde, -eğer var ise (hiç olmaz mı?)- kusur ve hatāları tāmir imkânı elimizde, eksiklerimizi telâfi ve ikmâl etme fırsatı önümüzde ve en önemlisi olarak geri dönüş kapıları henüz açık iken herkesin hālen bir şansı vardır; O şansı kullanmadan “sakın ola ki ölmeyiniz!” Yaşamakta olan herkes bugün kendisini ‘tünelden önceki son çıkış’ ta imiş gibi saymalı.
“Ah keşke bu hayatım için bir şeyler yapsaydım” (Fecr/24) diye pişmanlıklar içinde sine dövmemek için sağlam hesap yapmalı, şimdi elimizdeki tek sermaye olan bakiye-i ömrün her ān’ı ve her safhası verimli, bereketli ve kazançlı geçmeli. Her akıl ve irade sahibi bütün hesap-kitābını bugünden yapmalı. O mukadder vakit geldiğinde, hayıflanmamak için bu muhasebeyi yapmadan aman ha, ‘sakın ölmeyiniz!’
Fırsatlar kaçırıldıktan sonraki pişmanlıklar ve dövünmelerin hiçbir faydası yoktur!..