Bediüzzaman’ın etrafında yer alan ilk dönem öğrencileri, iki kategoriye ayrılır. Bunlardan bir kısmı onun cazibesine ve eserlerinin etkileyici özelliklerine ve bir büyük zata muhatab olacak taharet-i vicdaniyeye sahip olan insanlardı. Çünkü mıknatıs kendi çekici özelliğine sahip olan şeyleri çeker ama başka şeylere karşı hiçbir fizyolojik belirti göstermez. İkinci kısım ise yukarıdaki özelliklere sahip olmakla beraber bir de klasik medrese eğitiminden geçmiş ve onun esaslarını ve söylemlerini almış, massetmiş daha sonra Bediüzzaman’ın kişiliğine rastlamış eserlerini okumuş, medrese ile Bediüzzaman’ın eserleri arasında bir yol edinmiş kişilerdir. Mehmet Kırkıncı Hoca bu şahısların önde gelenlerindendir. Çünkü genellikle medrese tahsili görmüş kişiler Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a karşı değillerdir ama onlar yollarına devam ederler, Bediüzzaman da yoluna devam etmiştir.
Babası yıkılan imparatorluğun arkasından ülkesini terkeden insanlar gibi değil toprağına ve değerlerine sadakat gösterir. Osmanlı bu babalar sayesinde yaşamıştır. Geleneği devam ettirmek için oğlunu çocuk yaşta, bir alimle buluşturur. Bu büyük millet ve büyük din bir iki kalem darbesi ve bir iki ceberutun şımarıklığı ile yıkılacak millet mi? Gülerim onların aklına. Baba buna inanmıştır. Bin yıl Asya bozkırları Afrika ve Avrupa ortalarında ilayı kelimetullah için sarfı nefs ve vücud etmiş bir milleti tanıyamayanlar hüsrana uğramışlardır ve daha uğrayacaklardır.
On üç yaşında Mustafa Necati Efendinin hocasının rahlesine oturur. 1946’da Hacı Faruk Bey’in öğrencisidir. Faruk Efendi hem alim hem entelektüeldir, tarihin ve coğrafyanın ve hali hazır siyasetin insan üzerindeki hazırlayıcı nedenlerini bilir. Onun hocam üzerindeki tesiri de başka bir konu. Her iki hoca da Bediüzzaman‘a hayrandırlar, işte bu medrese öğrencilik yıllarında Erzurum’daki hocalarının derslerini dinlerken Bediüzzaman’ın kişiliğinin olağanüstülüğünden ve eserlerinden, medrese eğitiminde ve Kur’an yorumunda özellikle bir yer edinmiş, efsane bir eser olan İşarat’ül İcaz’ı onların sohbetlerine kulak misafiri olduğu sırada kapmış ve ilgi duymuştur. Bediüzzaman her gittiği yerde cümlenin öznesi olan yüksek bir karakter ve karakteristik davranışları olan, tip olgusunun üstüne çıkmış bir şahsiyettir, mitik bir kişiliktir.
Kırkıncı Hoca bütün hayatında medrese eğitimini periyodik olarak takip etmişti. Hatta ölümünden önce bile, daima mütalaa eden bir arkadaşı ile medreseye dahil olan kitapları sürekli mütalaa etmişlerdir. Onun kadar konusu ne olursa olsun kitap ve fikre, cümleye düşkün bir insan görmedim. Bana “Himmet efendi neler okudun hele anlat” derdi. Okuduklarımdan ilgisini çekenleri “onu bana bir getir“ derdi. Etkilenmek ve etkilemek için yaratılmıştı. O kitaplara basarak değil başında taşıyarak onların götürdüğü yere gitmiştir. Bizim neredeyse çocukluktan itibaren onun yanında olmamız yüzünden buna şahit olmuşuz. Hatta lise yıllarımda onun Kümbet denilen mekan-ı alisi özel derslerle yetiştirdiği mollaların uğrak yeriydi. O hem Risale okur onlarla hem de medresenin derslerini okur, birlikte mütalaa ederdi. Bu öğrencilerden birçoğu ulema payesi ile Diyanet işleri camiasında yerlerini almışlardır.
Hoca Efendi alimdi, gayyurdu, etkileme gücü olağanüstüydü, mantığı cin çarpmış gibi ateizmi ve nihilizmi, gafleti darmadağın ederdi. Erzurum’da üniversitede birçok insan öğrenci veya öğretim üyesi onun fiziksel baskın kişiliği ve tipindeki nuranilik ve konuşma ve dostluğundaki harikalık ile şu dünya denilen imtihan salonunda Allah’a kul olmanın mahiyetini anlamışlardır. O da Üstadın bazı talebeleri için kullandığı “müntehab” kelimesi doğrultusunda seçilmişti. Doğu anadoluda güneşin ve maneviyatın doğduğu, tarihin ve dinin özel bir şehri olan Erzurum’da, ülkemize açılmış bir güneşti. Bu coğrafi oluşum ve her şehirde büyük ve saygıdeğer dava adamlarının Bediüzzaman’ın rahlesinde yer almaları akıl ile izah edilmez. “İdraki meali bu küçük akla gerekmez zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”
Cenabı Ömer’in öldürmek için gittiği kardeşi ve eniştesinden Taha suresini okuduktan sonra “yani şu gördüğümüz her şey sizin Rabbinizin mi” dediğinde kardeşi “evet ya Ömer” demiş, o da “bizim Kabe’de birçok putlarımız var, hiçbirinin bir karış mülkü yok” demiş, sonra Cenab-ı Nebi’nin (asm) yanına gidip, birden bire kömürden güneşe kalbolmuştu. İslam bu demek, görmek, değişmek ve peyk olmak.
Ben ortaokulda öğrenciydim. Celalettin abi bizim muhasebe hocamızdı bizi evine davet etmişti. Gittik. Mekana hakim koltukta sakallı, nurani bir adama kitap okunuyor o da izah ediyordu. Zannedersem namaz bahsiydi. Babam zorla bana namaz kıldırmak ister ben ise isteksiz davranırdım. Hocamın dersini dinledim gece eve döndüm yatsı namazını kılmaya başladım. Anam rahmetli gördü, ”o la oğul bu ne” dedi. “Namaz Anne” dedim. Ağlamaya başladı. “Efemin himmeti yetişti” dedi. Alvarlı ailesinin cazibesinde bir nurani anneydi.
Osmanlı medreseleri hayatla ve cumhuriyetten sonraki yeni idare sistemiyle irtibat kurmada nasıl davrandılar? Bu bir araştırma konusu olacak kadar geniş. Kırkıncı Hoca farklı hocalardandı. Arabi ilim ve buna bağlı olarak medrese literatürüne göre eğitimler almış hatta Ağrı’ya kadar gitmiş orada Nadir Hoca’dan Arabi ilim tahsil etmiş icazet almıştı. Daha sonra Erzurum’da Faruk Hoca’dan istifade etmiş. Küçüklüğünde babası kolundan tutar sabahları, devrin durumundan tedirgin tedirgin onu Arapça ve ona bağlı ilimleri tahsil etmesi için hocasına götürürmüş. Babası aileden bir molla, bir alim, bir müderris çıkması için çok gayret sarfetmiş, dualar etmiş. Allah Kırkıncı Hocayı, bir zamanlar Molla Mehmet’i ihsan etmiş, onun akabinde de Bediüzzaman’ı tanımış.
Kırkıcı Hoca medrese çevrelerinde ilmi ile isim yapmış bir zat. Sonra Bediüzzaman’ı tanıyınca zülcenaheyn bir alim olmuş. Bediüzzaman batı tarzı siyaset ve batıdan gelen ilimlerin dejenere ettiği İslam düşüncesini ayıklamak ve savunma geliştirmek için çabalamış. Kırkıncı Hoca da bu savunmayı onun eserlerinden edindiği bilgilerle yapmış bir ömür boyu. Batı ilim ve felsefesinin tesirindeki İslam düşüncesini ayıklamış ve aynı yolda Bediüzzaman taktik ve üslubu ile çalışmıştır. Şöhreti de Bediüzzaman’ı talebe olmaktan doğmuştur.
Büyük eserler, farklı insanlar, değişik etkileşimler meydana getirir. Yanlış olan hep aynı insanı üretmeyi beklemektir. Evrende nasıl nesneler ve olaylar muhtelifse manevi tesirler de insanlarda farklı kişilikler meydana getirir. Kırkıncı Hoca zeka ve buna bağlı kapasiteleri ile Bediüzzaman ve eserlerinden çok farklı etkilenmiştir, etkisi de bundan ileri gelir.
Kırkıncı hoca ders demekti, anlatmak demekti, etkilemek demekti. Dünyada önemsediği tek şey şoförü ile bir arabaya binip derse gitmek ve yerini almak, izah etmek, konuşmaktı. Öyle zevk alırdı ki anlatırken siz bir kuvve-i anilmerkeziyeye kapılmış gibi olurdunuz. Kırkıncı Hoca Risale-i Nur okunsun, dinlensin sonra ders bitsin diye konuşmazdı. Biz derse götürdüğümüz adamların dilinin altındaki nihilist, ateist veya gafletten doğan ihmalleri anlatırdık. O da bir doktor gibi bir dini psikanalist gibi kalabalık bir insan topluluğunda o şahsın kafasındaki şüpheleri gidermek için mantıki örneklerle konuşur, kişiyi farkettirmeden ikna ederdi, böyle yüzlerce münkiri ve ateisti diz çöktürüp Allah’a kul etmiştir.
Sanatçı bir kişiliği de vardı. Cümleleri apokaliptik imajlar gibi etkileyici idi. Sözleri sıradan değil imaj ve resim değerindeydi. Türk edebiyatının büyük şahsiyetlerini tanır, hatta onların şiirlerinden, eserlerinden zaman zaman nakiller yapardı. Necip Fazıl bunlardan biri idi. O kadar ‘ben’inin adamı olan büyük şair onunla konuşmasında ona “mantık küpü” demiştir. Yahya Kemal’in Ezan-ı Muhammedi şiiri odasında asılıydı. Süleymaniyede Bayram Sabahı şiirini olağanüstü bilirdi. Selimnanesini Yahya Kemal‘in, Hocam’ın ölümünden kısa bir süre önce birlikte okumuştuk, hayran kalmıştı. Onun hayranlığında ben hem Yahya Kemal’e hem de ona hayran olmuştum, o farklı etkilenirdi.
İnsan kazanma tekniği ona has büyük mantıki ve akli delillerle ve Risale-i Nurdan aldığı hakikatleri mahiyetini korumakla birlikte büyük etkileyici küçük hikayeler ile temsiller ile kurgular ve muhatabını ikna ederdi. Çok hazır cevap bir insandı. Sürati intikali muhayyiril uküldü. Bir gün yanına gelen bir şahıs “hocam bir erkek bir kadınla iktifa etmesi gerekmez, ne de olsa erkektir” demiş. Hocam da “aman kimse duymasın, anan da böyle düşünürse ya” der. Türkiye’de birçok üniversitelerdeki nur talebeleri onun bu mantıki akli temsilleri ile elde edilmişlerdir.
Risale-i Nur’daki bütün temalar onun elinde farklı bir hüviyet kazanır, açılır, misallerle daha etkileyici hale gelirdi. O bir filozoftu, felsefeyi iyi bilir münkir ve ateist filozofların fikirlerini çürütür ve küçük anekdotlarla onlarla zaman zaman alay ederdi. Ben de felsefe sonradan okudum onun bu yönünü daha yakından tanıdım. Ama gerçekten Kırkıncı hoca mektep adamdı, yaptıkları da bir Kırkıncı Hoca Mektebi hüviyetini taşır. Ölümünden sonra eserleri üzerinde toparlayıcı ve yayıcı bir ortam tesis edilmiştir denebilir mi? Eserler onun akli misalleri ile entelektüel ve ilim çevrelerinde masadak bulmuştur. Sadakat adına suskun konuşmayan ve anlatmayan ve izah etmeyen, şerh etmeyen insanlarla nasıl olur bilinmez. Onun Hikmet Parıltıları isimli eseri küçük çarpıcı hikayelerle, tiyatrovari kurgularla dinin bütün hakikatlerini bir anda anlaşılır hale getiren metinlerdir. Talebeleri Hüsrev abi üzerinden yeni bir akım oluşturmuştur. Ama Kırkıcı Hoca için aynı şey söylenebilir mi?
Kırkıncı Hoca’nın ders okuma, izah etme, mütalaa, müzakere gibi fiili yönleri yanında eserleri de vardır. Bütün eserleri Zafer Yayınlarından yayınlanmış. Bunlar Risale-i Nur’un açıklamaları yanında, bazı dini ve sosyal sorunları ihtiva ederler. Alevilik, İslamda Birlik, Siyasette Ölçü, İçtihad, Darül Harp konuları. Sonra Kader nedir, Ruh nedir gibi daha spesifik konular üzerine yazılmışlardır. Kader konusundaki kitabı Bediüzaman’ın Kader risalesinin örneklerle zenginleştirilerek izahlarıdır. Kendinden bu bahsin açılımı istenmiş benim de içinde bulunduğum bir ekip tarafından kader nedir adı altında yayınlanmış ve çok faydalı olmuştur. Bir eseri de İrşad Sahasında Bediüzzaman’ı anlatır. Bu arada bu kitaplarda kendi biyografisi ile ilgili birinci elden izahlarda bulunur. Bediüzzaman’ı nasıl tanıdım, hayatım ve hatıralarım bu yoldaki eserleridir.
Kırkıncı Hoca Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan dönemlerinde Bediüzzaman’ın siyasi istikrar ve dinde ve devlette ve siyasette birlik kurallarını örneklerle açıklamış ve siyaseti ve siyasileri etkilemiştir. Bu yüzden her dönemin birinci dereceden siyaset erbabı kendisi ile görüşmüş ve fikirlerinden istifade etmişlerdir. O her zaman dinde tevhid fikrinin bir yansıması olarak siyasette birlik ve vatanseverlik fikirlerini savunmuştur. Siyaseti devleti ele geçirmek gibi alışılmış, yıpranmış tavırlarla değil, “birliği koruyalım çünkü her şey en küçük menfaatler bile siyasette birlik ile siyasi istikrar ile olur” fikrinden hareket etmiştir. Bediüzzaman’ın “Ben sevadı azama tabiyim” fikrinden hareketle büyük çoğunluğun peşinden gitmiştir, çünkü cenabı Nebi “Benim ümmetin dalalette ittifak etmez” sözünden dolayı hep ümmetin birlikte olduğu, yığıldığı yerlere oy vermiştir. Bediüzzaman‘ın sandık başında safça “Demirkırat hangisi“ demesi gibi o her zaman birliği koruyan partileri desteklemiştir. Partinin adı ne olursa olsun istikrarı korusun yeter.
Kırkıncı Hoca bir ekoldü güneşin doğduğu yerden tulu etti, yaşadı ve aydınlattı, Erzurum Kongresi nasıl istiklal mücadelesinin başlangıcı ise Kırkıncı Hoca da aynı yolda başardı ve ahirete büyük bir ümmetin omuzları üstünde gitti. Ektikleri meyve verdi ve meyvelerini gören nadir mutlu insanlardan olarak hayatı gerçek hayata inkılap etti. Darısı ondan sonrakilerin başına.
İzlenimler
Dün Risale Akademi’de yapılan anma merasiminde farklı kişiler Kırkıncı Hoca ve Said Özdemir Abi hakkında hatıralar anlattılar. Urfa eski valisi ve Tekirdağ eski Milletvekili Ziyaeddin Akbulut, Hocamın derslerini dinlemiş ve etkisini yaşamış canlı bir muhataptı. Ankara’ya geldiğinde onun sohbetine akın edilirmiş. Bediüzzaman’ın kendisine eserleri açıklama ve şerhetme müsaadesi verdiğini söylemiştir. Hakikaten çok zor ve müşkil bahisleri örneklerle anlatır muhatablarını ikna edermiş. Fırıncı Abi İstanbul’a ilk gittiğinde Zübeyir Abi Fırıncı Abi’ye “İstanbul’un bütün tarihi eserlerini hocama gezdir“ demiş. Hocam zaman zaman İstanbul’a gider, cemaatin ihtilafa düştüğü zamanlarda olayları çözümlermiş.