Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'yi rahmetle anıyoruz: İşte aile şeceresi

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi'yi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE

Takdim

"Hatıralar ve portreler, örnek insanların galerisidir. Büyük adamların hayatlarını okurken insanlar kendi küçüklüklerini görürler, onlar bir endam aynası gibidir. İnsan onları okumak suretiyle kendini sigaya çeker ve onlara benzemeye çalışır." Mehmed Kırkıncı Hocaefendi

Değerli ziyaretçilerimiz, yorucu ve uzun soluklu bir çalışmanın meyvesi olarak inşallah nehir söyleşi tarzı bir çalışmayı hizmetinize sunuyoruz.

Merhum Musa Şahin beyefendinin enfes ifadesiyle "Kırk İncili Güher Şua" olan mahviyet sahibi bir alimimizin deryadan katre nevinden bazı hatıralarını sizlerle paylaşacağız.

24.02. 2016’da dâr-ı bekâya uğurladığımız Mehmed Kırkıncı Hocaefendi'den bahsediyoruz. Özellikle mantık ve kelam ilimlerinde vukufiyetiyle öne çıkan bu zat-ı âlikadr hakkında fazla söz söylemek zaid olur. Yalnız burada iki şahidlikten nakillerde bulunmadan geçemeyeceğiz.

İlki, merhum gazeteci Mustafa Polat beyin İttihad Gazetesinin 22 Eylül 1970 tarihli sayısındaki yazısından; "Her türlü mesail-i İslâmiye ve içtimaiyeye derin vukufiyetiyle her tabaka insana mukni ve müdellel temsillerle izah etmesi bakımından zamanımızda nadir bulunan müstesna bir şahsiyettir.

İslami ilimlerin hâsıl ettiği şiddet-i kemâlden son derece mütevazidir. Mesela âmi bir kimseye veya bir çocuğa seviyesine göre davranırken, büyük bir zatla da onun kemâline mütenasib bir tavırda hareket etmesini bilir.

Karşısına çıkan insanların itiraz ve suallerini çok mukni bir tarzda temsillerle cevaplandırır. Şiddetli muterizlerin ekserisi ikna olur. Diğerleri mülzem olarak yanından ayrılırlar.

Yıllarca yanında kalınsa zihninde bir durgunluk veya karşılaştığı meseleye karşı intibaksızlık görülmez."

Diğeri de muhterem yazar Ömer Sevinçgül beyin ifadelerinden; "Tedris halkasında her nevi muhatap bulunur. Gâh talebelerle hakaik-i İslamiyyeyi müzakere eder, gâh müdakkik âlimlerle derin tetkikata girişir, gâh hayat-ı içtimaiyenin en mühim erkânına sırat-ı müstakimi anlatır, hâsılı her hal ve vaziyette, her zaman ve zeminde herkese davasını ve efkârını takdim eder, duyurur, sevdirir; müşahitlere de hüsn-ü misal olur.

Tarif ve tavsif maksadıyla kalemimden nebean eden bu sözler asla medih ve sena değildir; belki hakkı sahibine teslim ve hakikati erbabına talimdir. Serapa nur ile müzeyyen fedakârların hayatları gibi, fazilet ve meziyetleri dahi Nur'a aittir. Böyle numune-i imtisal ağabeylerin evsaf ve ahlakını nesl-i âtiye aktarmak dahi Nur'a hizmettir, kadirşinaslıktır, vefa ve vicdan borcudur. Bana, nehirden damla kabilinden de olsa, müellifin hususiyetlerinden bahsetmek cesaretini veren de bu kanaatim olmuştur."

Biz de Ömer bey gibi, bir vefa borcunu ödemek için, hocamızın yeğeni Muhammed Kırkıncıoğlu beyefendi ile geçen yıl Mayıs ayı sonu itibarı ile müteaddid görüşmeler gerçekleştirdik. Bant kayıtlarından yazı üsubuna aktardığımız bu hatıralar, Muhammed beyin tashihinden geçti. Mahrem sayılabilecek meseleleri çıkarttık. Hocamızın sohbet ve derslerinde anlattığı bazı yerleri de "Not" başlığıyla ekledik.

Merhum hocamızın "Hayatım Hatıralarım" adıyla yayınlanmış bir hatıratı var gerçi ama biz biraz da orada yer vermediği hatıralara ulaşmaya çalıştık. Bu konuda Muhammed beyin cömertliği ve sabrına çok şey borçluyuz.

Sizi hatıralarla başbaşa bırakırken, hocamızın ruhuna bir fatiha, 11 ihlas hediye göndermenizi rica ederim. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

KIRKINCI SOY ADI NEREDEN GELİYOR?

-İlk sorumuz “Kırkıncı” soyadı size nereden geliyor ve hocamın dedeleri…

-Ben de onu hocama sordum. “Hocam bu ad nereden geliyor” diye. Hocam “Ben de babama sordum o da bilmiyor. Bizde çok eskiden beri lakap olarak kullanılmış “rkıncılar demişti.

Hocamın da, bizim de nüfusta soyadımız “Kırkıncıoğlu” ama aslı Kırkıncı.

Dedemin kardeşi yok benim. Dedemin soy adı Kırkıncı. Ama Erzurum’a gelince, dedeme yapılan bir haksızlık sebebiyle babam soy adımızı Kırkıncıoğlu olarak çevirmiş.

Hocamın da nüfusta Kırkıncıoğlu ama hocam “Kırkıncı Hoca” diye tanınınca, insanlar öyle anar olmuş.

Hocam bir de şunu anlatmıştı: “Ben askere Gelibolu’ya gitmiştim. İsimler okunurken komutanın birinin dikkatini çekti. Bana seslendi;

“Bu ad size nereden geliyor? Bu çok enteresan bir soy isim.”

Ben de dedim ki;

Valla komutanım, ben de bunu babama sormuştum. Babam da babasına sormuş, ama hatırlamıyorlar. Bizim iki lakabımız var, bir; İslam’ın oğlu, bir de Kırkıncı. İslam’ın oğlu nereden geliyor, onu da bilemiyoruz.”

Komutanım dedi ki; “Yahu bunun hikayesini insan unutur mu? Büyük hikayesi olan bir soy ismine benziyor, keşke hikayesini bilseydiniz.”

GÜLLÜCE KÖYÜ

Bizim Erzurum’a göç ettiğimiz köy Bayburt’la İspir arasında eski ismi Paşaki olan Güllüce köyü. Köye bir gidişimizde hocam bir sahayı göstererek dedi ki; “şu alan eski mezarlık ve sel yatağı. Bizim mezarlığın yeri şuraydı. Burada benim dört tane dedem var.” Bir zaman bir sel gelmiş, eski mezarlık tamamen selin getirdiği çamurun altında kalmış.

Bir de yukarıda bir mezarlık var ki, hocamın dedesi Molla Hakkı ve ailesi orada yatıyor. Ama onun babası Süleyman ağa, Süleyman ağanın babası Osman ağa. Bunların hepsi aşağıdaki mezarlıkta, çamurun altında yatıyorlar.

Hocam eski mezarlığı hatırlıyordu. Sonra bir zaman müthiş bir sel olmuş, dağın toprağını getirmiş, mezarlığa doldurmuş. Bir buçuk-iki metre bir çamur mezarlığı kaplamış ve kullanılamaz hale getirmiş. Hocamla gittiğimizde o ecdadının yerlerini gösterdi, “bu civardalar” dedi, gittik, oturduk, epey okuduk. Oradan da “şimdi benim dedemin mezarına çıkalım” dedi, Molla Hakkı dedemizin de mezarına çıktık, Molla Hakkı’nın annesi olan nenemiz de orada.


-Kırkıncı Hocaefendinin aile şeceresi-

HOCAMIZIN ECDADI

Hocam yedi-sekiz batın kadar dedelerinin isimlerini sayıyordu. Dedem bu işte çok mahirdi. Yani Celal dedem bu tip şeyleri çok iyi biliyordu. Abim de dedemden, hocamdan duyduklarını not aldı. Böylece yedi-sekiz tane dedemizin ismi bizde var.

SEYYİD DEĞİLİZ

-Ağabey, hocam vefat ettiğinde bazı haber kanalları da “Seyyid Mehmed Kırkıncı” diye haber yaptılar ama böyle bir şey yok herhalde. Yanlış yaptılar değil mi?

-Yok öyle bir şey, yanlış yazdı, söylediler. Bilmeden veya sehven öyle yazdılar. Bizde öyle bir bilinen “seyyidlik” yok.

MOLLA HAKKI EFENDİ

Molla Hakkı Efendi’nin dedesi Osman ağa geç evlenmiş. Oğlu Süleyman ağa da onun ilk çocuğu. Süleyman ağanın kardeşleri de kendisine asker gibi bağlı insanlar

Süleyman ağa, yeğenlerinden birisini subaylığa vermiş. Hüseyin yüzbaşı, Yemen’de beş altı sene kalmış. Daha sonra dönmüş, binbaşı olarak Erzincan’da bulunmuş.

Bizim köye çeşme yaptırıp su getiren de, benim Süleyman dedem. Zaten halen o çeşmeye “İslam’ın oğlunun suyu” diyorlar.

Süleyman ağa kardeşleri arasında otoritesi olan, işleri çekip çeviren birisi. Demiş ki; “ben kendi oğlumu âlim edeceğim.” Ve oğlunu Bayburt’a yollamış. O zaman Molla Hakkı dedem Bayburt’ta okumuş. Molla olmuş ama -hocamın ifadesine göre- büyük bir âlim olmamış. Kendisini Bayburt’ta Ulu Camiye görevlendirmişler. Ulu Camide hocalık yapmış. Babası Süleyman ağa onu orada evlendirmiş, bir de ev almış.

Dolayısıyla benim dedem Hacı Celal Efendi Bayburt, Veli Şaban efendi mahallesinde doğmuş.

Sonra Birinci Cihan Harbi kopunca Hakkı dedem ailesini almış, Güllüce köyüne gelmiş. Zaten bir Celal dedem, bir de hocamın halası var. O arada da dedemi nişanlamış. Kısa bir süre sonra Ruslar köyü basmış ve dedem Celal Efendi’yi esir olarak götürmüşler.

O zaman Hakkı dedem ailesini ve Celal dedemin nişanlısını alıp İspir’in Kilens köyüne (yeni ismi Elmalı) göç etmiş. Oraları Rus işgaline uğramamış. Hakkı dedem o köyde fahri imamlık yapmış. Babam hayattayken o köyden çok insanlar bizim yazıhaneye uğradıklarında; “Allah razı olsun, biz Molla Hakkı Efendi’den Kur’an okuduk” derlermiş.

Dedem Celal Efendi dört sene esaretten sonra, Bolşevik ihtilali olduğunda, anarşik ve düzensiz ortamdan istifade ederek, arkadaşlarıyla beraber Rusya’dan kaçmış. Bir gemiyle Rize’ye ulaşmış, Rize’den İspir’e, köylerde kala kala bir aya yürümüşler. Halk, ağaç yaprakları ve otlarla yemek yapıyorlarmış. İçerisinde bulgur olan yemek rastlatınca dedem ve arkadaşları; “varlıklı eve rast geldik” diyorlarmış.

İspir’de bir handa kalırken hancı “nerelisiniz” diye sormuş. Çünkü o sırada dedem ve arkadaşların üzerinde Rus elbiseleri var. Dedem “Ovacıklıyız” demiş. Bir kaç arkadaşı da Aşkaleli imiş. Hancı “Ovacık’ın neresinden” deyince “Paşaki köyündenim” demiş. Hancı “kimin oğlusun” diye sormuş. Dedem; “Molla Hakkı’nın oğluyum” demiş. Bunun üzerine hancı; “Ula, şurada on kilometre kadar ileride Kilens köyü var, senin baban orada imam” demiş.

O sırada Hakkı dedeme de köylüler imam çayırı vermişler, orada ekip biçerek geçimini te’min ediyor. Dedem Celal Efendi arkadaşlarıyla yürüyerek köye varıyor, babasına selam veriyor. Babası kendisini tanıyamadığından selamını alıp, çayır biçmeye devam ediyor. Dedem; “baba beni tanıyamadın mı, ben Celal” diyor. Hakkı dedem; “hangi Celal” deyince “senin oğlun Celal” diyor. Hakkı dedem; “ya öyle mi” diyor, çapalamaya devam ediyor. Celal dedem sinirleniyor; “baba, bizi eve götürmeyecek misin” diyor. Hakkı dedem hâlâ oğlunu tanıyamıyor, “he eve mi götüreyim, gelin” diyor. O önde, dedem ve asker arkadaşları arkada giderken, tam harıkın(su arkı) üzerinden atladığında, Hakkı dedemin beyninde şimşekler çakmış; “ya bu bizim Celal” demiş, orada bayılıvermiş.

Sonra eve gelmişler. Dedem o arkadaşlarını bir kaç gün misafir etmiş.

Ben hocama; “Hocam, dedeniz Hakkı efendiyi hatırlıyor musunuz?” diye sorduğumda; “tabii, beni sırtında gezdirirdi. Çeşmenin ucuna kadar getirir, sırtından kenara indirir, avuçlarıyla bana su içirdiği gözümün önünde” demişti.

Not: Hocamız bir derste ninesinden de şöyle bahsetmektedir; “Ben köylüyüm. Çoruh nehrinin başı bizim köy. Bizim köyün çayırların ortasından geçiyor. O kadar ahenkli bir ses ile gidiyor ki. Büyük anam vardı benim. Ben de küçüğüm. Bir gün elimden tutup götürürken dedim ki; “büyük ana, bu Çoruh’un suları nereye gidiyor?” Çoruh’u bilirem, başka bir şey de bilmiyrem. Bana verdiği cevap ne olsun; “Hakkın dîdârına. Hakkın dîdârına.” O zaman tam anlayamadım, sonra anladık. Gerçekten bu sular “Allah” deyip gidiyorlar. Tesbih ediyorlar. O suyun sesi onun tesbihi..”(Salih Okur)

HACI CELAL DEDEM

Daha sonra dedem babasını ve ailesini alarak tekrar Güllüce köyüne gelmiş, yerleşmiş. Ve hayvan ticaretine başlamış.


-Hacı Celal Kırkıncı-

Dedem -değişik rivayetler varsa da- sanırım 1890’ların sonunda dünyaya gelmiş. Herhalde 19 yaşında esarete gitmiş. Dört veya dört buçuk sene esarette kalmış.

Dedemin başka erkek kardeşi olmadığından, köydeki arazi ona kalıyor. O da bir kısmını satıyor ve onunla hayvan ticaretine başlıyor.

Babamın kardeşi olan büyük halamın da kayınpederinin ailesi de çok kalabalık bir aile. Onların soy adı “Güllüce” olarak geçer. Onlar o zaman hayvan ticareti yapıyor. Onlar da dedemi teşvik edince, dedem de Erzurum, Karayazı, Hasankale, Hınıs vesaireden beş yüz kadar koyun satın alıyor, İspir tarafına sürüyor.

O zaman bizim köy taraflarına ot taşınamadığından orada birilerinden ahıl kiralıyor ve belli sayıda hayvanına bakmaları için anlaşıyor. Ücretini veya ücret yerine geçecek kadar koyunu o ahıl sahiplerine veriyor.

Kalan koyunları ise alıyor, süre süre Trabzon’a, Trabzon’dan da gemiyle İstanbul’a götürüyor. İstanbul’da hayvanlarını sattıktan sonra, trenle Erzurum’a dönüyor. Erzurum’da Hasankale’de trenden iniyor. Orada tekrar davar toplamaya başlıyor.

Erzurum üzerinden İspir’e giderken eski köylerde konaklıyor. Bu köylerden Serçeme’de Hoca Mustafa Necati (Dumlu) Efendi’nin evinde misafir oluyor. Onlarla muhabbeti oradan ileri geliyor. Serçeme köyü İspir yolu üzerinde, bizim Erzurum’a aşağı yukarı 30-40 km uzaklıktadır.

Yani Hacı Mustafa Efendi ile benim dedem iyi dostlar. Eskiden bizim buralarda yolcuların böyle evlerde misafir olma kültürü çok yüksekti.

CELAL DEDEMİN ÇOCUKLARINI OKUTMA İSTEĞİ

Kendisi derdi ki; “Biz Rus harbi zamanına denk geldik, (Birinci Dünya Savaşı) okuyamadık. Çocuklarım okusun, âlim olsun dedim.”

Mustafa Efendi ve kardeşi Hüsnü efendi’yi görünce çok seviyor, çocuklarının Mustafa Necati Efendi’nin yanında okumasını arzu ediyor.

Bir süre sonra Mustafa Efendiler Erzurum’a göç ediyorlar. Dedem; “ben de şimdi bu çocuklarımı şehire götürürsem ahlakları bozulur, ama ne yapayım ki, büyük hocalar orada” diyor. Hem babamı hem de hocamı getirip Hacı Mustafa efendi’ye veriyor.

-Babanız da okudu demek İslami ilimleri?

-Tabii babam da Molla Cami’yi bitirmiş. Babamın Osmanlıca hattı da çok güzeldi..Hacı Mustafa Necati Efendi Medine’ye hicret ederken, hocamı Hacı Faruk Tifnikli efendiye, babamı ise Narmanlı Camiinde ders okutan Sakıp Efendi’ye teslim ediyor.

Fakat dedem yaşlanıyor, o hayvancılık işlerinden sonra Erzurum’a taşındığında Mahallebaşında otel, kahvehane gibi bir yer satın alıyor.

Dedem hakikaten de dünyaya pek meraklı bir adam değildi. İşlerinde yardımcı olması için bir oğlunu yanına yardımcı olarak alması gerekiyor. Zannedersem Hacı Mustafa Efendi’ye; “Musa’yı mı alayım, Mehmed’i mi alayım” diye soruyor. O da; “Musa henüz çok genç. Belki ileride hoca olmaya karar vermez ama Molla Mehmed bu işe kendini verdi, onu bırak, sen Musa’yı al git” diyor. Öylece dedem babamı alıyor.

İşi de erkenden babama teslim ediyor. Böylece babam ticarete, hocam da okumaya devam ediyor.

Devam edecek

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri