Mehmet Kırkıncı Hocaefendinin yeğeni Muhammed Kırkıncıoğlu ile yapılan röportajın 5. Bölümü
Salih Okur/cevaplar.org
27 MAYIS 1960 İHTİLALİ
Altmış ihtilalinden bir kaç gün sonra Mehmet Kırkıncı hocamın evi polis baskınına uğruyor. Hocamı evde abdest alırken alıyorlar.
Evin avlusunda hocamın geniş bir kütüphanesi var. Annem o zaman yeni gelinmiş. Polisler hocamı götürdükten sonra kütüphaneyi de darmadağın ediyorlar, kitapları sallıyorlar, döküyorlar, yerlere atıyorlar.
Kitapların bir tanesinden de bir kağıt para çıkıyor. Cüz’i bir kağıt para. Bunu mesele ediyorlar. Bayağı sıkıntı çıkartıyorlar.
Bir de polisler o kitapların içlerine bakıp yere fırlatıyorlar. O zaman dedem çok sinirleniyor, polis amirine çıkışıyor; “O kitaplara sizi kurban ederim. Allah’tan korkmaz adam, sen nasıl olur da Allah yazan bu kitapları yerlere vuruyorsun. Sen Müslüman evladı değil misin” diye bağırıyor. Bunun üzerine komiser; “tamam ya, bırakın, çıkalım” diyor.
Hocama o sırada başta üstaddan gelen mektuplar olmak üzere bir çok mektuplarını, el yazma eserleri, hocamın icazetnamelerinin orjinallerini vs. o inkilap zamanı emniyet güçleri götürüyorlar. Bir daha da geri alınamıyorlar. Hocam o kaybolan eserlere ve Üstadın mektuplarına çok hayıflanır; “çok büyük yazık oldu” derdi.
Ailesi üç ay hocamın nerede olduğunu bile bilemiyorlar. Sonradan dedem Sivas’ta olduğunu öğreniyor da, ziyaretine gidiyor.
Not: Hocamız bir derste o günkü sıkıntılara şöyle değinir; “Eskiden bizi Birinci Şubeye çok getirip götürdüler. Orada Umut bey isminde bir müdür vardı. Bir gün bana; “Hocam, bizim millette çok büyük alimler var” deyip, bazı son devir alimlerinin isimlerini saydı ve dedi ki; “Niye onların eserlerini okumuyorsunuz da, Saidi-i Kürdi’nin eserlerini okuyorsunuz?” Dedim ki; “Yahu bunu bana niye diyorsun ki? Adam herhangi bir eser yazar, yazmayla mükellef. O eseri piyasaya sürer, daha ona karışamaz. Alan alır, almayan da almayabilir yani. Bediüzzaman hazretlerinin bir ordusu yoktu ki, zorla bu eserleri okuttursun. Demek ki bu eserlerde ayrı bir meziyet var yani. Sizin saydığınız alimlerin kitapları baş tacı olmakla beraber, demek ki bunun eserlerinde de ayrı bir meziyyet var. Ayrı bir cazibe, bir hakikat var ki, okunuyor. Bak bir kişi değil, heryerde cemaatlerle okunuyor. Sizi bunu bana söylediniz. Tamam ben senin sözünü tutayım da okumayayım ama bir cemaat tutmuş bunu. Öyle bir cemaat ki hergün hem kemmiyeten hem de keyfiyeten gelişen bir cemaat. Sadece ben okumuyorum ki, bana söylemekle mesele halledilsin” falan dedim. Tebessüm etti, güldü.” (Salih Okur)
1973 MEDRESE-İ YUSUFİYESİNDE
1973 senesinde bizim evde bir derste baskın oldu. Babam, hocam dahil olmak üzere 69 kişiyi tutukladılar. O zaman Erzurum hapishanesi pisliği ve sıkılığı ile meşhur bir yer. Babam çok mahir birisi olduğundan, hapishaneye girer girmez hapishanenin içini dışını güzelce bir boyattırmış.
Evden yemek götürürdük. İçeriye büyük tencerelerle yemek götürülürdü. O günleri hayal meyal hatırlıyorum. Küçük bir çocuktum. Tahliyelerinde hocam beni kucağına aldı, arabanın ön koltuğunda kucağına oturttur, böylece evimize geldik.
KORKUT ÖZAL BEYİN SÖYLEDİKLERİ
Eskiden Kanal 6 adlı bir televizyon kanalı vardı. Orada bir program izliyordum. Merhum Korkut Özal konuktu. Ona gazeteciler bazı sorular soruyorlardı. Orada Türkiye’nin geleceği, bazı siyasi ve ilmi şahsiyetlerinin görüşlerinden bahsettiler.
Korkut Özal orada dedi ki; “Yok, aslında öyle değil. Türkiye’de bu işleri en iyi okuyan, gelecek anlamında yorumlar yapan, Erzurum’da meşhur bir Mehmed Kırkıncı Hocamız var. O zamanında bize bazı şeyler söylemişti. Dedikleri aynen çıktı. Türkiye’yi o daha iyi okudu.” gibi bir şeyler söyledi.
Korkut bey orada öyle hocamın ismini zikredince, ben de herhalde ertesi gün Kümbet’e gittim. Sohbet arasında dedim ki; “Hocam, bir televizyon programında sizden bahsetti” diyerek Korkut beyin dediklerini zikrettim.
Hocam tebessüm ederek; “Ya bana baştan aşağı bir takım elbise, palto borcu olduğunu da söyledi mi?” dedi.
“Yok hocam öyle bir şey söylemedi” dedim.
Milli Nizam Partisi kurulduğunda merhum Korkut Özal, merhum Lütfi Doğan bu partiden aday olmuşlar. Seçim zamanında sık sık hocamla gelmiş, siyasi tartışmalar yapmışlar.
O zamanlar hocam onlara diyor ki; “Madem çalışacaksınız hiç değilse siz millete deyin ki; “Biz de bu vatanın evladıyız, biz de devletimize, milletimize hizmet etmek istiyoruz. Bunun için partiyi kurduk’ deyin.”
Onlar hocama cevaben; “Bu bir siyasî parti değil, sadece adı parti. Aslı İslâmiyet’e hizmet. Biz bu partiyi İslâmiyet’e hizmet için kurduk” diyorlar.
Bunun üzerine Hocam diyor ki; “Siz Müslümanların vekili misiniz? Kim sizi vekil tâyin etti. Bu çok ağır bir iddia. Böyle konuşmayın. Hem siyasetle İslâmiyet’e hizmet etmek mümkün değildir.” Risale-i Nur’dan konuyla ilgili yerleri okuyor.
Hocam dedi ki; “Bir gün Hacı Süleyman Efendi’nin dükkânına gitmiştim. Baktım ki Korkut Bey orada oturuyor. “Gel! Gel!” dedi, “İspir’den geliyorum. Millet arkamıza dökülmüş geliyor. Sen istediğin kadar bizi kabul etme.” Ben de, “Hayırlı olsun.” dedim. Sonra şu soruyu sordum:
“Türkiye genelinde kaç mebus çıkarmayı düşünüyorsunuz?”
“En az iki yüz elli mebus çıkartacağız” dedi.
“Siz bu seçimde 50 mebus çıkartamazsanız bir kat elbise alır mısınız?” dedim.
“Hay hay!” dedi.
O seçimlerde 48 mebus çıkarttılar. Korkut Bey ve Lütfü Bey Erzurum’dan seçildiler. 48 mebus çıkardıkları için o kadar seviniyorlardı ki, artık iki yüz elli mebusu unutmuşlardı.”
1980 İHTİLALİ VE MEHMET KIRKINCI’YI SÜRGÜN PLANI
1980 ihtilalinin üzerinden bir kaç sene geçmiş, yeni partiler kurulmuş, seçim hazırlıkları başlamıştı. Ben de o sıralar 18 yaşlarındayım.
Merhum Naim Hocanın Gürcükapı’da küçük bir kuyumcu dükkanı vardı. Orada oturuyordu. Kapının önünden geçerken selam verdim. Selamımı aldı. “Ula gel Hazret-i Musa’nın oğlu” dedi. Allah rahmet etsin, Naim hoca babama öyle derdi.
“Hocam, buyur” dedim. Dedi ki; “ya bu Hocamgil ne yapıyor böyle yani” dedi. Beni büyük adam yerine koyarak bana hitap etti; “Hocamgil askerlerin aleyhinde konuşuyormuş, sıkıntı olacak. Hacı Musa’ya söyle bana uğrasın” dedi. Bu durumu babama naklettim. Babam onunla nasıl ne zaman görüştü, oralarını bilemiyorum.
Sonradan hocamdan duyduğum şu; O dönemde Kenan Evren Türkiye’de bir nüfus planlaması çalışması yaptırıyor. Doğum kontrol haplarını vs. halka ücretsiz dağıtıyorlar. Hocam da bu durumdan aşırı derece rahatsız oluyor. Ben de iyi hatırlıyorum. Hocam kalabalık bir derste oturdu, koltuktan doğrularak; “Ya arkadaşlar, yapmayın, bu nüfus planlaması bu millete bir ihanet. Buna aldanmayın. Bu çok büyük bir tehlike. Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam “evlenin, çoğalın. Ben kıyamet günü sizin çokluğunuz ile övüneceğim” buyurmuş. Bu nüfus planlaması meselesi İslam için çok büyük bir zarar. Bu memlekete karşı oynanmış bir oyun. Biz bunlara alet olmayalım” demişti. O zaman genel dersler ekseriyetle Fatih yurdunda oluyordu.
Daha sonra Erzurum’da bir vali bey bana, o zaman bu nüfus planlamasını, onunla alakalı o pahalı ilaçların vs. getirilmesini tamamen Koç ailesinin üstlendiğini, bunun arkasında Yahudi sermayesinin olduğunu anlatmıştı.
O sırada hafta içi hocamın nerede sohbeti oluyorsa, dersin peşine hocam bu meseleyi gündeme getiriyordu. Bu durum demek ki o sırada askeriyenin kulağına gidiyor. Naim hocanın da şehrin bürokratik kesimi ile arası çok iyiydi. Onun kulağına geliyor ki, ihtilalciler hocamı ailecek Çanakkale’ye sürgüne gönderecek. Naim hoca durumu benim vesilem ile babama haber veriyor. Hocam nüfus planlaması aleyhinde bulunmaktan geri durmadı ama artık büyük meclislerde aleyhte konuşmasından cemaate bir zarar geleceğini anladı. O mesele öylece kapandı. O sıralar askeriyenin tesirinin hissedildiği bir dönemdi.
Devam edecek