Mehmet Kırkıncı'nın arkadaşları: Alimler, hocalar, seydalar

Gözümüzü açtığımızdan itibaren onu hocamın yanında gördük. Ama ne zaman ve nasıl tanıştıklarını bilmiyorum

Mehmet Kırkıncı Hocaefendinin yeğeni Muhammed Kırkıncıoğlu ile yapılan röportajın 7. Bölümü
Salih Okur/cevaplar.org

MEHMET KIRKINCI HİZMET İNSANLARI İLE

YUNUS KAYA HOCAEFENDİ

Hocam senede en az bir defa Yunus Kaya hocayı ziyaret ederdi. Bir defa kesin de, iki defa gittiği de olurdu. Yunus Kaya hoca da genç yaşta ilme başlamış, Solakzâde Sadık Efendi’nin talebesi olmuş, belli bir süre sonra da Ezher’e gitmiş.

Hocamın söylediğine göre, o müthiş bir âlimdi. Çok da mantıklı birisi idi.

-Risale-i Nur’a dost bir zat.

-Tabii tabii. Zaten hocam bazen; “Aslında bu işe biz Erzurum’da bütün hocalarla birlikte başladık. Daha sonra siyaset bizi böldü” derdi.

Veli Velioğlu hocaefendi de şöyle demişti; “Biz Risale-i Nur derslerine Zeki Çiğdem, Şercil Polat, hocam vs. ile birlikte başladık. Bir zaman sonra biz nasıl olduysa devam ettiremedik.” Hocam da o konulara çok girip kurcalamazdı.

Dediğim gibi hocam Yunus Kaya hocayı çok sever, çok önemserdi. Onun Ehl-i Sünnet konusunda çok sağlam bir duruşu vardı.

Hocam ziyaretlerinde Yunus Kaya hocaya eski hocaları sorar, anlattırırdı. Müthiş bir hafızası vardı Yunus Hocanın.

O da hocamı çok sever, çok takdir ederdi. Hatta duyduk ki bir yerde hocamla birisini arasında kıyaslıyorlar. Bunu bana anlatan arkadaş eskiden sosyal demokrat bir ailenin çocuğu. Bu arkadaş bir pasajda elektronik eşyacı. Komşularından da daktilo ustası Şefik Hoca var. Bu Şefik Efendi’yi hocam sürekli örnek verirdi, derdi ki; “bir adam esnaf oldu mu Şefik hoca gibi olacak. Şefik hoca hem müthiş bir alim, hem usta. İşi varken işini yapar, işi yoksa kitap okur. Siz de işiniz bitince okuyun” derdi.


Merhum Yunus Kaya Hocaefendi

İşte o Şefik hocanın orada bir kaç tane hoca tartışıyorlar. İsmini vermeyeyim, bir zatın ilmi ile hocamın ilmi derecesini kıyaslıyorlar. Bir kısmı “Kırkıncı Hoca daha alimdir” diyor, diğerleri o zat için “daha alimdir” diyor. Bunun üzerine, Şefik hocanın nakline göre, Yunus Kaya hoca; “Onun ilmi Kırkıncı hocanın paçasını ıslatmaz” diyor. O arkadaş böyle anlatmıştı. Zaten biz başkalarından Yunus Kaya’nın aynı şekilde; “hiç kıyas bile edilmez” dediğini de duymuşuz.

ŞAHİN YILMAZ HOCAEFENDİ

Merhum Şahin Yılmaz hoca Erzurum’a geldiğinde mutlaka Kümbet’e gelirdi. Hocam ona ders sonunda Kur’an okuturdu. Hocamın olmadığı bazı ortamlarda sohbet de ederdi.

Onunla alakalı şöyle bir hatıram var; bir zaman biz Osman Demirci hocamla Türkiye turuna gittik. Akhisar’da Şahin Hoca bizi karşıladı. Hocam da oraya gelecekti. Biz daha evvel gitmiştik.

Osman Demirci hoca orada Kur’an Kursu talebeleriyle sohbet etti. Sohbetin sonunda “biliyor musunuz ben kimim?” diye sordu. Çocuklar hep bir ağızdan; “Kırkıncı Hoca, Kırkıncı hoca” dediler.

Merhum Demirci hoca gülerek; “ya biz geliyoruz, çalışıyor, çabalıyoruz, herkesKırkıncı Hocadiyor, nasıl olacak bu?” deyince, Şahin hoca gülerek; “İyi adama benzettiler hocam, hiç şey etme” dedi.

ŞEFİK GÜLLÜK HOCA

Şefik Güllük hoca vardı, merhum oldu. Zannedersem hocamdan iki yaş ufaktı. Bizim Kur’an hocamızdı. Sert bir adamdı. Hocam ona ‘Şefik Efendi” veya ‘Şefik Hafız’ derdi.

Hocamın Arapça okuttuğu çok talebesi varmış. Bir gün talebelerden bazıları kaçmışlar, sinemaya gitmişler. Hocama da birisi şikayet etmiş, “sizin talebeler sinemaya gitmiş” demiş. Hocam bunları görmüş, nerede olduklarını sormuş. Bir şey söyleyememişler. Hocam onlara bağırıp çağırırken, talebenin biri sırıtacak gibi olmuş, hocam bir tane yapıştırmış. O sırada yetişen Şefik hoca “aman hocam, vurma” diyor, hocamın ayaklarına kapanıyor. Hocam da “ula sen bunlara şefaatçi mi oldun” diyor.

Şefik hoca çok enteresan bir adamdı. Kümbete gelirdi. İçeri girdiğinde çok kısık bir sesle selam verir, hemen kapının yanına otururdu. Hocam; “oo Şefik efendi hoş geldin, hele yakın gel” derdi, Biraz yakına gelirdi. Hocam bir iki defa daha seslenerek onu biraz daha yaklaştırırdı.

Hocam onunla konuşurken, hal hatır sorarken o hocama karşı hiç cevap vermez, kısık sesle “Elhamdülillah hocam, iyiyim” derdi. Biz de çocuğuz ya; “hocam, elhamdülillah iyiymiş” derdik.

Onun da oğlu Şefik hocaya karşı öyle idi. Biz zaman zaman Şefik hocayı ziyaret ederdik. Şefik hoca bir şey dediği zaman kısık sesle “tamam hocam” der, biz de “tamam hocam, Ali halledecek” derdik.

Çok muktesit bir adamdı Şefik Hoca. Yamanın üstüne yama vurulduğunu biz onda gördük. İşi gücü talebe okutmaktı. Çok hafızı var, çok Arapça okuttuğu talebeleri var. Hocam ondan sitayişle bahseder; “bu veli bir zattır” derdi.

HACI İSHAK DEDE

Gözümüzü açtığımızdan itibaren onu hocamın yanında gördük. Ama ne zaman ve nasıl tanıştıklarını bilmiyorum. Evveliyatı fırıncı. Hal ehli bir zat. Kendisini babamdan da çok dinlemişiz.

Mesela babamdan dinlediğim bir hatırayı nakledeyim. Babam 1964-1974 arası hac turizmi işi yapmış, buradan insanları otobüslerle hacca götürmüş.


-Hacı İshak amca-

Diyor ki; “bir seferinde Hacı İshak da bizim arabadaydı. Kavisli bir yola girdik. Tabii biz sürekli o yollardan gidip geliyoruz. Hacı İshak efendi o sırada uyuyordu. Bir ara uyandı ve dedi ki; “ya ben bir rüya gördüm. (Orasını hatırlayamıyorum ya Üstad, ya da Peygamber aleyhissalatu vesselam) elini otobüsün önüne koydu, “buradan gitmeyin” dedi. Herhalde yanlış yolda gidiyoruz.” Ben de dedim ki; “Ya sen uyumana bak, rüya ile amel mi olur? Sen işine bak.”

Bir de baktık ki Harput’un tepesine çıkmışız. Arabalar eski, yollar dar. Arabaları döndüremiyoruz. Geri geri konvoyu götüreceğiz, o kadar sıkıntılar çektik ki...”

Hocamın yanına gelirdi. Zaman zaman Kümbet’te -pek fazla kimse bilmiyor- hocamdan izin alırdı, Kümbet’in anahtarını alır, orada bir kaç kişi ile sabaha kadar zikrullah ederdi. Böyle bir zikrullah yönü de vardı.

Maneviyat sahibi bir insan. Mesela hocamla İstanbul seyahatları var. Hocam derdi ki; “bazı geceler “toplantı var” der, o büyük camilere gider, artık nasıl kalır nasıl eder bilemeyiz. Sabah gittiğimizde o camide bulurduk” derdi.

Rahmetli Hulusi ağabeyin cenazesine 1986’da beraber gitmiştik. O zaman dört beş araba gitmiştik. Bizim arabada hocam, Hacı Cahit ağabey, Hacı İshak dede ve ben vardım. Arabayı Hacı Cahit ağabey kullanıyor. Hocam önde oturuyor, Hacı İshak dede ile ben de arkada oturuyoruz.

Gece vakti yola çıkmıştık. Sabah da erken kalkmıştım, uykusuzdum. Yolun bir yerine geldiğinde Hacı İshak dede bir zikrullaha başladı. Biz de uykulu halimizle gayr-i ihtiyari olarak katılıyoruz. Gözlerim uykudan açılmıyor ama.

Biraz sonra birden bire koluma dürttü; “kalk, içimizden en genç sensin. Allahu Teala gök kapılarını açtı. Ne dua edersen, Allah kabul edecek” dedi. Ben dua ediyorum ama uyku halinden ne dua ettiğimi bilemiyorum. Bir de şok yaşadım yani. Hacı İshak dede ile böyle enteresan da bir maceramız olmuştu.

Derslerde bazen uyurdu. Birden “Allah” diye bir nara atarak uyanırdı. Normalde hocam böyle şeylere izin vermezdi. Mesela bir başkası bir kaç defa aynı şekilde derste Allah diye bağırmıştı. Hocam kızdı; “yeter yahu, bu derste, dersin ahengini bozuyorsun. Kardeşim ya, kendine sahip ol” dedi. Ama Hacı İshak dedeye ömrü billah bir şey demedi.

Sürekli günlük olarak hocamla birlikte gezinir, bir misafirliğe gidecek olsa, hocam onu götürürdü. Mesela ben Selimiye’de dört, beş sene kaldım. Orada yemekleri de ben yapıyordum. Yemek yapıp hocamı davet ettiğimiz zaman, gelirken onu da yanında getirirdi. Böyle ikili hukuklarının çok iyi olduğunu, bir sevgi bağı olduğunu biliyorum.

ŞERCİL POLAT AĞABEY

Merhum Şercil Polat ağabey Erzurum’da nurları hocamla birlikte ve belki de daha evvel tanıyan bir zat. Ama nasıl tanımış bilemiyorum. Üstad vasıtasıyla hocamla tanıştığını tahmin ediyorum. Yani zannedersem Üstad ikisini mektuplar vasıtasıyla birleştiriyor.


-Şercil Polat ağabey-

Nurdan bir zattı. Burada tanınan Polat ailesinin akrabalarından. Terzi bir ağabey. Hocama da son derece değer veren birisi. Mesela şunu anlatmıştı; “Bu 1960 İhtilalinde Sivas toplama kampına gitmeden evvel de hocam Arabi ilimlerde âlim bir adamdı. Ama nur hizmeti alanında hocam bir gitti, bin geldi.”

O Sivas askeri kışlasına Erzurum’dan götürülen yedi nur talebesinden birisi de Şercil Polat ağabey imiş. Merhum Mehmed Kayalar ağabey de orada tutuklu olarak bulunuyormuş. Kendisi çok sert bir ağabey, malum asker zaten, disiplinli.

Şercil Polat ağabey derdi ki; “Hocam müthiş derecede ona hürmet etti. Onun o sertliğine karşı, hapishane ortamı, millet gergin. Buna rağmen hocam ona çok sabretti, diğer nur talebelerini de çok sabrettirdi.

Dolayısıyla, ondan sonra Kayalar ağabeyin yapmış olduğu hizmetteki bereketi Allah hocama da nasip etti. Hocam Erzurum’a döndükten sonra bir başka oldu. Risale-i Nur’un kapısını Allah orada ona açtı.”

Hocamın Şercil ağabeye özel bir muhabbeti vardı. Mesela biz Arapça okuyacağız, herkesle beraber Şercil ağabey de kalkmak istediğinde bazen hocam; “otur, sen gitme” derdi. Biraz sonra bakardık sıkıntılı bir iş için birisi gelmiş. Onun yanında konuşup, o işi hallederlerdi.

Yine hizmetle alakalı herbir meseleyi de hep Şercil ağabeyin yanında konuşurdu.

HACI KEMAL BOYNUKALIN AĞABEY

Merhum Hacı Kemal ağabey yüzde doksan öğle ve ikindi namazlarını Kümbet’te kılan bir adam. Çok fedakar birisi. Hizmete gerçekten maddi manevi çok katkısı olan bir zat. Özellikle son 10-15 senesi sürekli hizmetle ilgilenmiş, ciddi mesai vermiş, esnaflıkla hizmeti beraber sürdürmüştü. Son derece misafirperver, herkesi kapıya kadar uğurlayan, çok mütevazi bir abimiz idi.

Hocama son derece bağlıydı. Hocam da ona çok nahif davranırdı. Rabbim gani gani rahmet eylesin.

Biz 1996’dan vefat etmeden bir, bir buçuk sene öncesine kadar da vakıf heyetinde beraber çalıştık.

VAHDEDDİN HIZIROĞLU AĞABEY

Merhum Vahdeddin Hızıroğlu ağabeyi ben daha çok annem vasıtasıyla biliyorum. Raize abla isminde bir zevcesi var. Bizim iki veya üç ablamızın ebesi o.

Raize hanım hocama çok dua eden bir kimse. Onun anneme anlattığına göre, Vahdeddin ağabey ilk başlarda ehl-i dünya birisi imiş. Daha sonra hocam vasıtasıyla Risale-i Nurları tanıyor, dönüş yapıyor ve hakikaten Risale-i Nurları ezberliyor.

Mesela ben çocukluğumdan hatırlıyorum. Halamın beyi ölmüştü. Hocam cenaze evinden üç-dört gün hiç ayrılmadı. Vahdettin ağabey de hemen her gün gelir, orada ders okurdu. Kendisinin halamın beyi ile arası çok iyi idi.

Bir akşam yine cenaze evinde ders okunuyor. Vahdettin ağabey ders okuyor, hocam da izah ediyordu. Birden elektrikler kesildi. Hocam “devam et” dedi. Vahdettin ağabey de ezberinden devam etti. Gaz lambaları getiriline kadar Vahdettin ağabey ezberinden okudu. Anladık ki ezbere biliyor.

Vahdettin ağabey daha sonra hocamdan ayrılarak müstakil hizmet etmeye başladı. Bunun sebebini hocama sordum. Dedi ki; “Altmış ihtilalinin karanlık günleri geçmişti. Sıkıntılar azalmaya başlayınca, Allah razı olsun, sağda solda daha önce derslere korkudan gelemeyenler gelmeye başladılar.

Biz Kümbet’te üniversite talebelerine yönelik bir hizmet başlattık. Ama Kümbet’e toplumun her kesiminden insanlar geliyor ve bazen talebelerin yanında lambur lumbur konuşuyorlardı.

Bunun üzerine karar verdik ki; “Gez mahallesinde bir medrese kuralım.” Üniversite talebelerine ait böyle bir medrese olunca müthiş bir şey oldu, talebe rahatladı. Fakat bu talebelere kim meseleleri anlatacak, kim öğretecek? Vahdettin bey de iyi bir nur talebesi. Ona; “Vahdettin Efendi, sen git bu medresede dur, bu hizmetle sen ilgilen” dedim.

Gitti, Allah razı olsun, orada durmaya başladı. Tabii akranları yok, talebe okula gidiyor, yalnız kalıyor. “Hocam buraya kimse gelmiyor, burada canım sıkılıyor” dedi. “Gel sen Kümbet’te dur, ben oraya gideyim” dedim. O Kümbet’e geldi, ben gittim, orada durdum.”

Ben oraya gidince bazıları namaza oraya gelmeye başladılar. Bunun üzerine ufak tefek onlarla rahatsızlıkları olmaya başladı. Sıkıntılar artınca ona; “sen artık ayrı olarak hizmet et” dedim. O sırada dört medresemiz vardı, dört medresenin ikisi onda kaldı, biz de iki medrese ile yolumuza devam ettik.”

Daha sonra biz aklımız erdiğinde Vahdeddin ağabey Elazığ’a Hulusi ağabeyin yanına gidip gelen birisi olarak hatırlıyoruz.

Hocam onunla irtibatını hiç koparmadı. Ben hatırlarım, son zamanlarında hocam onu ziyarete giderdi. Bir iki defa ben götürdüm, bir kaç kez ağabeyim götürdü. Halamın oğlu götürdü, Selami Didin ağabey götürdü. Hatta Vahdettin ağabey; “hocam bizi eziyorsun, biz sana karşı mahcup oluyoruz” deyince hocam “aman estağfurullah, sen ne, ben ne” dedi. Sonra; “maşallah, maşallah nur gibi oldun, gitgide nur gibi oluyorsun” filan diyerek iltifat etti. Allah her ikisine de rahmet etsin.

HACI MUSA GÜNGÖR AĞABEY

O da Kümbet’in eski müdavimlerindendi. Esnaf bir ağabeyimizdi. İkindileri mutlaka Kümbet’te kılardı.


-Hacı Musa ağabey-

Kırk yaşına kadar evlenmemiş, hep ticaretiyle hizmeti beraber yürütmüş, bir anlamda vakıf bir abimizdi. Bir keresinde hocama; hocam, ben şakadan da olsa hiç yalan söylemedim demiş.

Vefat etmeden az bir vakit önce hastanede yattı. Birisi bana anlattı; “Çıktığında eve gitmeden “beni Kümbet’e götürün” demiş. Geldi, selam verdi. Hocam da “ve aleyküm selam” diyerek ayağa fırladı, bir müsafaha ettiler, bir sarıldılar. Birden bire ikisi de bir ağlamaya başladı. Bir ağladılar, bir ağladılar, bir ağladılar. Hacı Musa oturmadan döndü, gitti. Bir hafta geçmedi ki, vefat etti.

Bu Hacı Musa ağabeyin Mesnevi-i Nuriye’yi ezbere bildiğini herkes bilir. Bir gün Mesnevi-i Nuriye’den bir ders yapmasını istemişlerdi. “Bir gözlük var mı” dedi. “Yok” dedik. “Aaa açtım, çıktı” dedi. Ben de yanındayım, öyle bir okuyor ki. Dikkat ettim, gözlüğü olmadığı için farkında değil, kitabı ters tutmuş. Yani ezberden okuyor.

Not: Merhum Hocamız, Hacı Musa ağabey ile 1964’de Hacca gidişindeki bir hatırasını bir derste şöyle anlatıyor; “1964'de Hacı Musa ile hacca gittik. Ürdün'de bir araba ustasının yanında mola verdik. Orada iki tane hurma ağacı var. Alttan bakınca telefon direği gibi. Altında yeşillik bir şey yok, kuru. Üstte bakınca yemyeşil, pıtır pıtır su. O adam dedi ki; "iki senedir buraya yağmur yağmadı." Peki, bu hararette bu ağaçların böyle canlı kalması nasıl izah edilebilir? Hani üstad diyor ya "şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. (Sözler, s: 7) Hani onlar diyorlar ya "güneşin tabiatı yakmaktır." Ama işte güneş o ağacı yakmıyor, kurutmuyor. İşte onlara bir tokat o.” (Salih Okur)

ÇÖĞENDERLİ HACI SALİH EFENDİ

Yaşlı zamanında Erzurumdan gittiği için pek görüşme imkanım olmadı. 1991 yılında vefat etti. Esat paşa camisi önündeki mezara, bakanlar kurulu kararıyla defnedildi. Cenazesi çok kalabalıktı..


-Çöğenderli Salih Efendi-

Ben çocukluğumda merhum Hacı Salih Efendi’yi hayal meyal hatırlıyorum. Kümbete gelir, hocamın karşısındaki koltuğa oturur, hocam da gelir, onun önünde diz çöker, otururdu.

Hocam ondan sitayişle bahseder; “evliya olduğunda hiç şüphemiz yoktur” derdi.

Yine “yahu çok nadirattan bir zat” derdi merhum Salih Efendi için.

BABADERELİ AHMED EFENDİ

Hocam anlatırdı: Babadereli Ahmed Efendi vardı. Alim, müderris. Seyyid onlar zaten. Bu Abdulgafur Efendi’nin babası. Ben onun sohbetlerinde çok bulundum. Benim medresemin karşısında Karaşeyhli Ziya efendi vardı. Babadereli Ahmed Efendi gelir, ona misafir olurdu. Sabahtan kalkar, Kümbete gelirdi, sohbet ederdik.


-Babadereli Ahmed Efendi-

Babadereliye demişler ki; “yahu senin dünyada hiçbir şeyin yok, bir söğüdün yok. Sana biraz tarla, çayır tapu edelim. Senin nüfusun da kalabalık.” O da demiş ki; “Ben bir Efeme (Alvarlı Efe hazretlerine) danışayım da sonra gelir, size cevap veriririm. Sonra Efe’nin huzuruna gidiyor. Sohbet sırasında o daha sormadan Efe diyor ki; “Ahmed Efendi kardaşım, bilirmisen, ha şimdi bana bütün Pasinler ovasını tapu etseler, emin ol ben onun için tapu dairesine gitmem.” Ahmed Efendi geri geliyor diyor ki “ben istemem. Ne arazinizi, ne tarlanızı..”

Babadereli Ahmed Efendi de nadir insanlardan biriydi. Çok sohbetlerini dinledik. Sonra bir adam hiç yoktan yere Karaşeyhli Ziya efendi’yi vurdu, öldürdü. Onun evi Ayazpaşa camiinin karşısındaydı. Sonradan Ahmed efendi Murat Paşa Camii imamı Mihrali Efendi’nin evinde misafir olmaya başladı.

Kendisi bizim birader merhum Hacı Musa’yı çok severdi. Hacı Musa onu hacca da götürmüştü.

Bir gün Hacı Musa dedi ki; “Ağabey, Babadereli Ahmed Efendi, Mihrali Efendi’ye misafir gelmiş, gidip ziyaret edelim.” Gittik, ziyaret ettik. Elini öptük, sohbetine oturduk. Hacı Musa’ya dedi ki; “Allah sana çok mal versin.” Bana döndü “sana yok, sana yok.” İçimden “iyi, iyi” dedim, “iyi dua aldık.”

ABDULGAFUR HAS EFENDİ’NİN RÜYASI

Burada Abdulgafur Has Efendi vardı. Babadereli Ahmed Efendi’nin oğlu hem de talebesi. Evlad-ı Rasul yani seyyid bir zat. Uzun yıllar ciddi bir cemaate vaaz u nasihatler etmiş, çok sevilen bir hocamız.


-Abdulgafur Has Efendi-

Hatırladığıma göre 1985-86 yılları. Abdulgafur Efendi bir gün hocama; “hocam, Üstadı rüyada gördüm” demiş. Hocam da; “ehh Üstadı rüyanda gördünse, sana bir davet vermem lazım” demiş.

Anneme söylediler. Annem yemekleri hazırladı. Biz de hizmet ediyoruz. Hocam Abdulgafur Efendi’yi sofraya oturttu. “Şimdi anlat” dedi. Biz de yemekleri getirdik. Babam da sofrada bulunuyordu.

Anlatmaya başladı; “Mahşeri bir kalabalık. Gökyüzü de öyle siyah bulutlarla dolu ki. Herkes gökyüzüne bakıyor. Biraz sonra baktık ki Üstad bir kır at üzerinde bulutları yara yara gök tarafından geliyor ve müthiş bir güneş doğuyor.”

Hocam rüyayı dinledikten sonra; “maşallah, bu davete değdi” dedi. Sonra; “bir daha anlat” dedi. Çay faslında bir daha anlattırdı.

Hocam bu tip rüyaları duyar sevinirdi ama pek anlattırdığını da işitmedik.

MOLLA BURHAN EFENDİ’NİN MEDRESESİNDE

Bizim küçük birader Tillo’ya gitmişti. Diyor ki; “hocamın yeğeni olmamız vesilesiyle bize çok iltifat ettiler. İlgilendiler. Bizden daha önce hocam da Tillo’ya gitmişti. Oradaki arkadaşların bize anlattığına göre, Molla Burhaneddin Efendi hocamı zorla kendi yerine oturtmuş, hatta gençler “Seydamız buraya şimdiye kadar kimseyi oturtturmamıştı” demişler. Hocama orada çok izzet, ikram etmişler.


-Seyda Molla Burhan Efendi-

Hocamın da Tillo’dan dönüşte oraları çok güzel anlattığını iyi hatırlıyorum.

MAHMUD EFENDİ HAKKINDA

Hocamla Mahmud Efendi hazretlerinin görüşüp görüşmediğini bilmiyorum. Hocam Mahmud Efendi’yi de çok sitayişle bahsederdi. Hocam derdi ki; “adam ayağını kırıp tezgahında oturdu mu, ürün çıkar.”


-Mahmud Efendi-

Yani hocaların çok gezmesinin, medreseden ayrılmasının doğru olmadığını anlatırdı. Yani demek isterdi ki, bir hocaefendi tezgahında oturacak, ayrılmayacak. Bunu anlatırken de Mahmud Efendi’yi misal verir; “Mahmud Efendi de tezgahında oturdu, sebat etti. Çok güzel insanlar yetiştirdi” derdi.

Devam edecek

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Nur Talebeleri Haberleri