Bediüzzaman Said Nursi’nin Birinci Dünya Savaşında gösterdiği fedakârlık, iki buçuk senelik Rusya’daki esaret dönemi ve İstanbul’a esaret sonrası dönüşünden sonra işgal kuvvetlerine karşı durarak, onların iç yüzlerini ortaya koyan eser neşretmesi Ankara hükümeti tarafından bilinmekteydi. Bu nedenle 1922 yılının sonlarına doğru ısrarlı taleplerle Ankara’ya davet edilir. Daveti kabul eden Bediüzzaman mecliste görüştüğü Mustafa Kamâl’in dine bakış açısını olumsuz görünce kendisine yapılan bütün cazip siyasi ve maddi teklifleri kabul etmeyerek gördüğü tehlikeyi şöyle ifade eder:
“1338[1922]’de Ankara’ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i îmânın kuvvetli efkârı içinde, gāyet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek içün dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvâh,’ dedim. ‘Bu ejderha îmânın erkânına ilişecek!’ O vakit, şu âyet-i kerîme bedâhet derecesinde vücûd ve vahdâniyeti ifhâm ettiği cihetle, ondan istimdâd edib, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir bürhânı, Nûr’un Arabî risâlesinde[Zeylü'z-Zeyl] yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab‘ ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nâdir olmakla berâber, gāyet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te’sîrini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişâf etti, hem kuvvet buldu.” (1)
İleride din eğitimini tamamen ortadan kaldıracak teşebbüsleri gözlemleyen ve karşı neşriyat çalışmasını başlatan Bediüzzaman Said Nursi kaderin sevkiyle Ankara’dan ayrılıp Van’da inzivaya girerek ömrünün son demine kadar yaşayacağı zorlu bir mücadele için hazırlık aşamasına girer.
Din eğitiminin tamamen ortadan kaldırılması birden gündeme gelmedi. Aşama aşama gerçekleştirildi. Çünkü ilk meclis kurtuluş savaşına katılan ve aralarında din alimi bulunan üyelerden teşekkül etmişti. O yüzden çok daha önceden hazırlanan planlar gereği din eğitiminin kaldırılması için gizliden gizliye çalışmalara başlanmıştı.
Daha kurtuluş savaşı henüz sonuçlanmamışken Sakarya meydan muharebesinden sonra 1921 yılında Ankara’da Maarif kongresi toplanmıştır. Bu kongre daha sonra oluşturulan Heyet-i İlmiyenin temelini oluşturmuştur. 1923 yılında ilk toplantısını gerçekleştiren Heyet-i İlmiye 1923,1924 ve 1925 yıllarında üç defa toplanmıştır.
1923 yılında bu heyetin aldığı kararlara göre din eğitim güçlenecek ve Ahmet Hamdi Akseki’nin hazırladığı din eğitimi raporu değerlendirilecekti.
1926 yılında toplanan Üçüncü Heyet-i İlmiye Kararları sonucunda ise din eğitimi ile ilgili hiçbir madde yer almamıştır. Telif ve Tercüme Heyeti, yerini Millî Talim ve Terbiye Dairesine bırakmıştır. Bu daire Milli Eğitim şuraları toplanana kadar Heyet-i İlmiyenin görevlerini yerine getirmiştir.
Daha sonra 1939 yılında toplanan ikinci eğitim şurasında da dini eğitim gündeme alınmamıştır. Böylece Din eğitimi 1940‘lı yılların sonuna kadar Eğitim şuralarının gündeminde olmamıştır.
Din eğitiminin yasaklanması için ilk adım 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan anlaşması ile atıldı ve hemen akabinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası), Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilerek ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâleti’ne (Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na) bağlanması sağlandı. Son icraat olarak da Harf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun“un kabul edilmesi ile yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine girildi. Böylece dini ima edebilecek geçmişle ilgili hiçbir bağ bıraktırmayacak tedbirler alındı.
Bu arada dini neşriyatta tamamen yasaklanarak, din aleyhinde bulunan yayınlar teşvik edildi. Komünist neşriyatın öncülerinden Zekeriya sertel ve eşi de devletin dine bakış açısının değişmesini fırsat bilerek Resimli Ay neşriyatı ile 1927 yılında Ahiret inancını ve dinin varlığını sorgulamaya başlarlar. Böylece rejim ile komünistler din karşıtlığında beraber hareket ederler.
İşte bu mecmuanın Nisan 1927 sayısının kapak konusu zamanın şöhretli isimlerine “Ahirete inanıyor musunuz?” şeklindeki tek soruluk anket üzerindedir. Aslından fikir ısmarlama ve yukarılarda bir yerlerden sipariştir.
Uygulama, cumhuriyetin ilk dönemlerinde sözde düşünce hürriyetinin zemininde sivil yayın faaliyeti görünümündedir. Daha sonra bu anket sorularının bir de “Ahiret var mıdır?” şeklindedir. Bu anket ve cevaplarından oluşan ve dergi fasiküllerinde “Din serisi” adında dinsizlik fikirlerinin işlendiği güya dini külliyat olarak yayınlanmıştır.
Tam bu dönemde Bediüzzaman’ın Barla’da Şamlı Hafız Tevfike “Yaz Şamlıı!!!“ diye karşı dağlarda yankı yapan haykırışı ile yazdırdığı Onuncu Söz’ün telifi aynı dönemdir. (2)
Ahiret Var mıdır? 1927 Din niçin ölüyor? 1927
Bediüzzaman Said Nursi bu planlar ve tedbirler alınırken Van’daki inzivagahından alınarak 1926 yılında Burdur’a sürgün edilir. Yapılan planların farkında olduğundan burada hemen Nur’un ilk kapısı isimli eserini neşreder. Akabinde 1 Mart 1927 tarihinde bu defa Barla’ya sürülür.
Kendisi Barla’da iken Risale-i Nurların neşir hizmetleri başlar ve ilk eser olan Onuncu Söz diğer adı ile Haşir Risalesini 1928 yılında İstanbul’da bastırır. Kuş uçmaz kervan geçmez bir belde de devletin dini eğitimi kaldırma teşebbüslerine bütün imkânsızlıklara rağmen karşılık verir. Eğitim komisyonlarında alınan ahiret inancını kaldırma kararlarına karşı Haşir risalesini mecliste dağıttırır.
Onuncu Söz Haşir Risalesi 1928
Latin harflerinin kabulünün ardından Millet mektepleri kurularak halkın mecburiyetle dört aylık eğitim sürecinden geçirilmesi planlanmıştır. Aynı tarihlerde Risale-i Nur telifi devam ederken Nur mektepleri ile hem kur’an harfleri korunmuş, hem de din eğitiminin yasaklanmasından dolayı iman hizmeti yurdun her tarafına yayılmıştır. Binlerce el yazması risale Nur postacıları tarafından yayan olarak köyden köye ilden ile elden ulaştırılmıştır. Devletin bütün engellemelerine rağmen yirmi üç senede telifi tamamlanan iman merkezli bu eserler milyonlara ulaştırılmıştır.
KAYNAKLAR
1.Lem’alar, 1999, s.239
2.Risale Haber. Dursun Sivri, 15.1.2012 tarihli makalesi