Uçak yolculuğu bitmiş, otobüsle kente girmiştik, otele bir adımlık yol kalmıştı...
İlk şaşkınlığım, bir göbekten dönerken, Uhud Savaşı’nın biraz ötedeki tepemsi toprak yığınının orada yapıldığını duymam oldu...
Burası, Uhud Dağları’nın önündeki Okçular Tepesi’ydi...
Suudi Arabistan’ın ikinci büyük kenti Medine’deydik.
***
İslam’ın doğduğu, Hz. Peygamber’in yaşadığı “kutsal toprakları” oldum bittim merak eder dururdum.
Suudi Arabistan, Müslüman olmayanları Medine’ye sokmadığı gibi Haç ve Umre dışında da ziyaretçi kabul etmiyor.
***
Benimki hem 15 asır geriye dönen, hem de bugünü içeren kültürel bir Umre gezisi oldu...
Aslında bu geziye sadece “kültürel bir Umre gezisi” demek haksızlık olur; Hazreti Peygamber’in nakledilen yaşamı, İslam dininin doğup gelişmesi, kutsal sayılan tüm mekânlar, Mekke ve Medine kentleri, şeriat yasalarıyla yönetilen Suudi Arabistan, Vahabi’liğin uygulamaları, Umre ziyaretine gelenler ve ziyaretin vecibeleri, buralardaki çok çarpıcı Osmanlı mirası, kısacası adeta bir kitaplık birikimle geri döndüm.
Buralara yapılacak gezilerin sadece dini vecibeler kapsamında kalmayıp geniş çerçeveli kültürel bir boyuta da taşınması, çok farklı yaklaşım ve yorumlardan oluşacak yeni bir zenginliği de doğurur.
Bu zenginlik, mutlak bir şekilde Osmanlı kültürünü, bölgede Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılanları, örneğin ikinci Abdülhamit zamanında yapılan Medine Demiryolu’nu, sapasağlam ama işlevsiz kılınan Medine Garı ve son seferden sonra çürümeye terk edilen vagonları da kapsar.
***
Mescid-i Nebevi’den Mescid-i Kıbleteyn’e kadar bir geniş açıda dolaşmakla kalmayıp; kentte ölen herkesi hiç bir özel işaret koymadan gömdükleri, Medine’nin düzletilmiş geniş bir arazi izlenimini veren tek mezarlığı Cennet-ül Baki’ye de uğradım...
Vahabiler putperestlikten rövanş alırken, belli ki fazlasıyla sert davranmış, mezar taşından Peygamber’in kabrine dönük dua etmeye kadar her şeyi yasaklamıştı.
***
Mekke’de, hem de Miraç Kandili’nde Mescid-el Haram’ı ziyaret ettim, günümüz dünyasının, marka olmuş otellerle bu kutsal mekânı çok yakın mesafeden çevirip, dünyevi işlerden kopmadıklarını da yaşayarak gördüm...
Ama inançlı insanların büyük ve samimi bir heyecanla, huşu içinde Mescid-el Haram’da dua ederek sabahladıklarına da şahitlik ettim.
Bir sabah hızlıca Arafat Dağı’nı da, ilk ayetin indiği Hazreti Muhammed’in evine bir kilometre uzaklıktaki Nur Dağı’nı da, şeytan taşlamanın yapıldığı mekânları görmeyi de ihmal etmedim.
***
Suudi Arabistan gezisi, hayata sadece petrol zenginliği üzerinden bakan, üretimin bireyin ve toplumun yücelmesine yardımcı sihirli enerjisinden mahrum, özellikle de kadınlara karşı nobranlık eden baskıcı ve totaliter rejimlerin teker teker tarih sahnesini terk ettiği bir döneme rastladı.
Üretim çeşitliliği olmasa da hurmanın binbir çeşidinden haberdar oldum...
Bir öğle sonrasını da çok keyifli bir şekilde bir hurma bahçesinde ziyafette geçirdim.
***
Mekke-Medine hattındaki kültürel Umre gezisinden anlatacak, sorgulayacak, tartışacak çok fazla şeyle döndüm...
Ama bence bu Pazar’lık bu kadar yeter.
İyi Pazarlar...
Star