Mekke ve Fetih

Yavuz BAHADIROĞLU

 
Dün yeni bir yılın başıydı, ama aynı zamanda Mekke fethinin de yıldönümüydü. Mübarek olsun…
Biliyorsunuz, Resul-i Âlişan Aleyhisselat-u Vesselâm Efendimiz, türlü işkence, zulüm ve ambargolardan sonra, nihayet doğup büyüdüğü Mekke’den de çıkarılmış, Medine’ye göçmek (Hicret) zorunda bırakılmıştı…

Düşünün ki, O, Son Peygamber’di…
Gerçekti, doğruydu, haklıydı. Ama kalabalıklar Ebucehil’in, yani hatanın, günahın, yanlışın yanında yer almıştı (Kalabalık olmak, her zaman haklı olmak anlamına gelmiyor).
Takipçilerinden kurtulmak için bir mağaraya saklandılar. Efendimiz’i yakalayacak olana Ebucehil’in vaat ettiği maddi menfaatle gözleri kararmış takipçiler mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi. Konuşmaları içeriden duyuluyordu.

Hz. Ebubekir endişelenmişti. Efendimiz sevgili yoldaşını bir âyet meali ile teselli etti:
“Korkma, endişelenme ey Ebubekir, Allah bizimledir.”
Müşrikler Mekke’de bayram ediyor, Müslümanlar için her şeyin bittiğini, bir daha asla Mekke’ye dönemeyeceklerini sanıyorlardı.
Öyle olmadı. Resul-i Âlişan gidişinden sadece sekiz sene sonra geri döndü. Mekke’yi fethetti.
¥
Resul-i Âlişan Aleyhisselat-u Vesselâm Efendimiz, öncelikle çok mütevazı bir insan. Onun bu hali tüm siyer kitaplarında örnekleriyle uzun uzun anlatılır. Bu öyle bir tevazudur ki; bir zamanlar kovulduğu Mekke’ye “fatih” olarak dönerken bile kalbinden en küçük bir “ben” izinin gölgelenmesini engellemiştir...

Siyer kitaplarının tasvirinden anladığımız kadarıyla, Resul-i Ekrem Efendimiz, mübarek sakalı, “bindiği hayvanın yelesine değecek kadar” başını eğmiş, muzaffer bir komutan azametiyle değil, âdeta mazhar olduğu şereften mahçup bir vaziyette Mekke’ye girmiştir.

O beden dilinde, tüm insanlığa, gururdan arınma mesajı vardır: “Yaptırılmazsa yapamam” idraki, bu mesajın özünü teşkil eder.
Bugün “ben ben” diye göğsünü yumruklayan “dindar”ların kulakları çınlasın!
Muhtemelen bu örnekten hareketle, Bediüzzaman, “Muvaffakıyet sa’yın (çalışmanın) neticesi değildir, bir ikram-ı İlâhidir” demektedir.

Resul-i Alişan Efendimiz, “beriki”ne (kendisi gibi inanlara ve yaşayanlara) sevgi-şefkat dolu, “öteki”ne (farklı yaşantıya) ise toleranslı ve alabildiğine müsamahakâr bir şahsiyet...
Hoşgörü bahsinde tam bir zirve.

Ve son derece iyilik sever, bağışlayıcı bir Peygamber...
Mekke fethi tamamlandığı zaman, vaktiyle kendisini Mekke’den kovan insanları bir yere topladı ve sordu: “Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?”

Normalde düşmanlarından intikam alması gerekiyordu. Çünkü O'na her türlü zulüm ve baskıyı yapmışlardı… Namaz kılarken başına çürük işkembe atmış, geçeceği yollara çukurlar açıp öldürmeye çalışmış, taşlamışlar, ambargo koymuşlar, nihayet doğduğu ve çok sevdiği Mekke’den kovmuşlardı.
Ama artık o devir tarihe karışmıştı…

Yeni devir Müslümanların devriydi. Efendimiz’in eline intikam için fırsat geçmişti. Geçmişte kendisine ve arkadaşlarına zulmeden düşmanlarına dilediğini yapabilecek durumdaydı. İsterse öldürür, isterse süründürürdü!

Ama O'nun böyle bir şey yapmayacağına emindiler. Dediler ki:
“Sen bağışlayan iyilik eden bir kardeşsin. Bu kadar Sana zulmettik, ama Sen bize zulmedemezsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşin oğlusun. Bize sadece iyilik yapacağına inanıyoruz.”
Efendimiz buyurdu ki: “Öyleyse gidin, hür ve serbestsiniz. Size bugün kınama yoktur.”
Buradan yola çıkan Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan, kendisini yok etmeye gelen Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i (Romanos Diogenes) yenip esir aldıktan sonra karşısına oturtup sordu:
“Size şimdi ne yapacağımızı düşünüyorsunuz?”

Diyojen, cezalandırılacağı yolunda görüş açıklayınca, Sultan Alpaslan, tıpkı Peygamberi gibi konuştu: “Sizi serbest bırakıyorum.”

Kendisini yok etmeye gelen düşmanının yanına muhafız verdi, cebine harçlık koydu ve ülkesine uğurladı. (Ama kendi vatandaşları tarafından öldürüldü, çünkü Batı kültüründe kaybedenin hayat hakkı yoktur: Altta kalanın canı çıkar.)

Tarihimizin içinde başka pek çok örnek var, ama yerimiz yok...
Özetle diyeceğimiz şu ki, atalarımızın yüreği, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in yüreğiyle bir bütündü: Aynı yürek ritminde buluşmuşlar, aynı vicdan kıblesine yönelmişlerdi...
Selçuklularla Osmanlıları büyüten, dönemlerinin zirvesi yapan sır budur. Bu sırdan kopunca, kendi varlığımızdan da koptuk. Tabiatıyla kapaklandık.
Şimdi toparlanmak istiyorsak, yürek pusulamızın kıblesini yeniden ayarlamamız lâzım.
Bayramın ikinci günüyle birlikte, yürek fethiniz mübarek olsun!

Vakit

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.