Hatvelerin Hissettirdikleri-1

Meleknur ÖZDORUK

Bir varmışım, bir yokmuşum. 26. Söz’ün Zeyl’inde kendimi arıyormuşum. Hani “herkese menfaatli” o kısacık zeylin önünde beklerken âdeta buraya kadarki hakikatlerin faaliyet sahasını bulmuşum. “Tezkiye” zekât’tan gelmiş hani; malı zekât temizlediği gibi burada da insanı berraklaştıran hatvelermiş.

Öyleyse şimdi avam da olsam, havas da olsam; Nur’lara aşina da olsam, dışarıdan dâhil de olsam… O Zeyl’in bâb-ı selametinde durup beklemeliymişim. Nasibime düşen manaları gül bahçesinden devşirmek için izin istemeliymişim. Ta ki Bismillah’ın be’sinden itibaren Kader mevzuuna kadar âlemimde kalanlar zeyl olsun, tamamlansın inşaallah.

Acz, fakr, şefkat, tefekkür hakikatleriyle nakşedilmiş en selametli yol. Bu tezgâhta, Selam ismi ileymiş ifrat tefritlerden tecridim. Demek bir kemerbeste-i ubudiyet hâlindeymiş en ziyade selametim. Sahi, kıyamdan rükûya ve secdeye doğru eğilmekmiş acz vesikasıyla kanatlanmak miraca. Hem bu yolun bir virdiymiş tadil-i erkan ile huzura varışım. “Allahümme entesselâmü ve minkes-selâmü tebârekte yâ zel-celâli vel-ikrâm” nidasını şimdi bir başka işitecekmişim. Haddimden aştığım, hududumdan taştığım nice fırtınalarımın sükûna ermesi ve yeniden hadd-i vasatın sahiline erişim...

Meğer fıtratımdaki nüveler acz ve fakr ile örülmüş. Onları bulandırmaz ve işlettirirsem nokta-i istinada, nokta-i istimdada doğru beni götürürmüş. Hâlimi halka izhar etsem hakikat incinirmiş. Şayet bu nüveler âtıl kalsa, yerlerine vehimler örtülürmüş. Güç, kuvvet, iktidar ve malikiyet vehimleri ile hakikatin şaşaası nazarımda söndürülürmüş. Kalbim hırpalanırken bütün güç yetiremediklerimin peşinde, kıvranmak ne elimmiş kendimi bilememenin cehliyle.

Meğer ruhumun en saklı yaralarına merhem olacakmış bu yolun devaları. Mesela mükemmeliyetçiliğimden gizli ifratlarıma… Endişelerimden bedbinliklerime, tembelliklerime… Hatta hoşgörüsüzlüklerimden örselenmiş öz şefkatime… Bütün modern zaman dayatmalarının zincirlerini birdenbire kıracakmış acz u fakrımın benliğimi kuşatan ilanı. Zira ne kuvvetten zerre varmış avuçlarımda ne de mülkten eser… Hükmüm ne mikro âleme geçermiş, ne de makro âleme… Ne Levh-i Mahfuz’daki ihtiyaçlarıma elim uzanabilirmiş, ne ebediyete namzet hissiyatıma. Ne seradayım, ne süreyyada... Meğer fıtrat nüvelerimi merdiven yapıp muhatap olmalıymışım Rahman’ın dergâhına.

Demek o tezkiyelerde işlene işlene zir ü zeber olacakmış ince ince bütün kibir perdeleri. İşte fıtri tevazunun ta kendisi! O vakit, hani sağ yola giden o kardeş gibi güzel huylu olacakmışım ve dahi muti bir nefer.

Sırf bir derde giriftar olduğumda değil, daim mahviyetim okunacakmış gayet parlak zamanlarımda da. Sonra şükür kapıları açılacakmış önümde ardına kadar ve ubudiyetin “estağfirullah” siması ile yeniden tanışacakmışım.

Bir varmışım, bir yokmuşum. Varlık rengine büründükçe yokluğa sürülmüşüm. Varlığımdan vazgeçtikçe mevcudiyet makamına yürürmüşüm. Kalbimin âyine-yi Samed olması için hatve hatve bir ömür seyr ü seferdeymişim.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (11)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.