27 Mayıs 1960 Türk siyasi tarihine bir kara leke olarak yazılmıştı. Ülkeyi Türkçe ezandan kurtaran, Müslüman halka dinini tekrar özgürce yaşam fırsatı tanıyan Adnan Menderes hükümeti türlü bahanelerle derdest edildi. Ve cuntacı kafaların bugün bile alçak tehditlerinde hedef göstermekten çekinmediği idam sehpaları, demokrasi tarihine utanç vesikası olarak geçti.
O günleri bizzat yaşayan isimlerden, Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Mehmet Nuri Güleç ise döneme dair hatıralarını anlattı. Fırıncı Abi olarak tanınan Güleç, Adnan Menderes’ten bahsederken sürekli dualar ederken, Menderes ile karşılaştığı son anı hatırladığında duygulandığını söyledi. İşte Fırıncı Abi’nin sözlerinden 27 Mayıs günleri.
ÇOK ACI BİR SAHNE
Biz hem Risale-i Nur neşriyatı ile meşgul olan bir dini cemaat mensubu olarak bir taraftan da Adnan Bey gibi çok kahraman ve hakikaten hürriyet aşığı aynı zamanda İslam fedaisi bir zatı böyle darbeyle makamında uzaklaştırmak ve sonunda da malum akıbete düçar etmek tabii bizi çok rahatsız etti. Muhtelif cihetlerden bizim için acı bir sahne oldu.
MAALESEF 15 TEMMUZDAKİ GİBİ OLMADI
1935’lerde camide ezan Türkçe okunuyor “Tanrı uludur” diye. Ağabeylerim evde “Allahuekber Allahuekber” diye okuyorlar. “Ya niye orada öyle burada böyle” diye merak ediyordum. Sonra öğrendik ki ezan aslından değiştirilmiş ve bunu 16 Haziran 1950’de tekrar eski haline getirmişti Adnan Bey. Seçimler 14 Mayıs’ta yapıldı, çok kısa zamanda da –Allah rahmet etsin hepsine- Adnan Bey ve o zamanki parlamenterlerin (Hepsi dünyadan gitti, ahiretteler İnşallah görüşeceğiz) gayreti ve himmeti ile ezan Arapça okunmaya başlandı yeniden. Ve tabii bu millet Adnan Bey’e bütün manevi duygularıyla sahip olmakla beraber bilemedi o esnada ne yapılacağını, maalesef 15 Temmuz’daki gibi olmadı.
Tabi nihayet o işi, darbeyi yapanların da hepsi gitti ahirete. Hepimiz oraya gideceğiz. Orada bir hesap vereceğiz. O esnada ilk günde buhranlı bir şekilde hissettik yaşananları. Sonsuz kudret sahibi olan Allah’a tevekkül etmekle kendimizi teselli ettik. Hatta bizim Hizmet Rehberi diye bir kitabımız vardır. Onun sonunda bir mektup yazmıştık. “Kader her şeyden üstündür. Biz bu badireyi gene atlatacağız” diye.
LAİKLİĞİ KOMÜNİST RUSYA’DAN ALDILAR
Hakikaten ondan sonra neler oldu, kaç türlü manalar, kaç türlü olaylar. Ve şimdi buraya geldik. Laikliği yanlış anladılar. Laiklik o dönem dünyada iki şekilde uygulanıyordu. Birisi; komünist Rusya’da dini kökünden kaldırmak, diğeri; Batı’da olduğu gibi din hürriyeti şeklinde… Biz ise Batı ile beraber oluyoruz ama tamamen Rus tipi bir laikliği tercih edildi. Ve Adnan Bey bunu kırdı. İslami bir hürriyet getirdi. Laikliği İslam hürriyeti manasında telakki etti. Dolayısıyla dini bakımdan bir ferahlık meydana geldi.
“RAMAZAN’DAN CAN HAVLİYLE ÇIKTIK!”
Onun için hiç unutmam 1950’den sonraki gelen ilk Ramazan’ın bitiminde Falih Rıfkı Atay bayram sonrası yazdığı ilk makalesinde “Ramazan’dan can havliyle çıktık” ifadesini kullandı.
Allah rahmet etsin, Adnan Bey’i en son 1957’de Fatih Camii’nde görmüştüm. Seçimler öncesinde Fatih Camii’ne gelecekti. Caminin Karadeniz tarafına bakan arka kapısından gireceğini öğrendik. Kendisiyle en son orada bir musafaha ettik, kucaklaştık. Şimdi hatırlayınca duygulandım.
AHİRETTE GÖRÜŞMEK ÜZERE
Allah razı olsun, Risale-i Nur’un neşirleri için 1957’den sonra emir verdi. Kağıt darlığı vardı, paranız olsa bile kağıt bulup alamıyordunuz. Sanayi Bakanı ısrarlara rağmen veremiyor. Başbakan Menderes, o zamanki kağıt fabrikalarının genel müdürüne bizzat kendisi emir veriyor. O kağıtlar sırtında taşıyan adamlardan birisiyim.
İnşallah “Ahirette görüşmek üzere” demekten başka tesellimiz yok. Zaten hakiki teselli de bu…
Kaynak: Haber7 - Tarık Dağlı