Bir şeyin ortasına merkez denir. Siyasetin de bir merkezi vardır. O da ortadadır. Ne sağdadır, ne soldadır. 80 öncesinin sağlı sollu politikaları çok gerilerde kaldı. Sağ çok hırpalandı, bölündü, parçalandı ve yok edilmeye çalışıldı. Bir derece başarılı da olundu. Bu gün sağ ve merkez sağ yok. Ama toplumun ihtiyacı olan ve demokratik değerler sahipsiz olarak ortada yerde durmaktadır.
Bundan sonra siyasi yapılanma demokratik değerlere sahip çıkma ve hayata geçirme üzerine kurulacaktır. Siyaseti sağa ve sola değil, merkeze oturtmak gerekmektedir. Merkeze şahısları oturtma çabaları maalesef sonuç vermedi. Şahıslar üzerinden siyaset yapmak siyasi yelpazeyi dağıtmaktan ve siyasi değerleri şahıslarla beraber yozlaştırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Bu zaman cemaat zamanıdır. Baki hakikatler fani şahıslara bina edilmez, edilse hakikate zulümdür” buyurmaktadır. Çürütülebilir şahıslar üzerine bina edilecek hakikatler o şahısların hatalarını ortaya koyarak çürütülmesi ile dava da ayaklar altına alınmış olmaktadır. Bunun için ehl-i dalalet ve garazkâr siyasiler şahısların hataları üzerinden siyaset yaparak toplumun saygı duyduğu değerleri yıpratmak ve çürütmek istiyorlar. Millet olarak şahıs odaklı olduğumuz için maalesef her defasında bu oyuna gelmekteyiz.
Siyasi ve demokratik değerlerimiz “adalet, meşveret, kanun hâkimiyeti, müsavat/eşitlik, hürriyet ve eşit-hür seçim” gibi değerler şahıslara endekslenerek şahıslar üzerinden yıpratılmakta ve antidemokratik ihtilallar şirin gösterilmekte ve istibdat kendisini ibka etmeye çalışmaktadır.
Zamanın cemaat zamanı olması, kurumları ve kurumsal yapıları öne çıkarmıştır. Bunun siyasetteki iz düşümü parti ve ilke odaklı olmaktır. Oylar şahıslara değil partiye verilecektir. Demokratik değerleri benimsemiş bir partide kendilerini hiç sevmediğimiz şahıslar olabilir. Veya antidemokratik değerlere sahip çıkan bir partide çok sevdiğimiz liderler ve adayalar bulunabilir. Cemaat/kurum ve ilke odaklı oy verme işleminde tercih şahıslara değil, demokratik değerleredir. Dolayısıyla sevmediğimiz şahsa oy vererek değerleri korumamız gerekmektedir. Bediüzzaman’ın, 1957 seçimlerinde talebesi olan Tahsin Tola’yı listenin sonuna seçilmeyecek yere, kendisine zulmeden ve davasına zarar vermeye çalışan Tevfik Tığlıyı birinci sıraya koyan DP’ye oy vermesinin sebebi ilkeli, demokratik değerlere bağlı bir tercihtir. Burada şahıs odaklı bir siyasi tercih yoktur, ilkeli bir duruş vardır. Bediüzzaman’ın bu tavrı bize ilkeli, değerlere odaklı bir siyaset için örnek olmalıdır.
Bütün bunlarla beraber şartların ve olayların gereği değerleri korumak adına “ehven-i şer” kuralını işletmemiz gerektiği hususunu da siyasette göz ardı edemeyiz. İhtilal şartları ve ülkenin kaosa sürüklendiği, terör ve olağanüstü hallerin yaşandığı dönemlerde devlet gücünün siyasi güce galebe ettiği dönemler vardır. Devletin tam bir demokratik devlet olmadığı ülkelerde bu dönem çok sancılı geçer. Ülkedeki karışıklık siyaseti de parlamentoyu da insanların kafasını da karıştırır. Her kafadan bir ses çıkar. Sakin bir denizde gemiye herkes kaptanlık yapar. Kaptan odur ki fırtınalı bir denizde gemiyi batırmadan yolcuları en az zararla kurtarıp sahil-i selamete çıkarmasını bilsin.
Olağanüstü şartlarda ve fırtınalı bir denizde elbette deniz fenerlerine ihtiyaç vardır. Böyle durumlarda kimin ne yaptığı pek belli olmaz. Gemiyi terk edenler olduğu gibi, yağmalayanlar da bulunabilir. Ama demiz fenerini kollayarak gemiyi sahile çıkaracak olan kaptanın dümeni bırakmaması ve gemideki telaşa pek aldırmaması ustalığının gereğidir.
Bütün bunları yazmamın sebebi siyasette merkezi bulmak demokratik değerlerden taviz vermeden ilkeli bir siyasi duruş sergileyen kurumların ve partilerin merkez olacağını ifade etmektir. Merkez ne sağdadır ne soldadır. Merkez merkezdedir ve denge noktasındadır. Kim demokratik değerlere gerçekten sahip çıkıyor, olağanüstü şartlara ve şahıslara önem vermiyorsa siyasetin merkezini koruyor demektir. Şartlar normale dönünce ve fırtına dinince kimin ne yaptığı belli olacak ve herkes merkezde toparlanacaktır.