Meşihat-Şeyhülislamlık

Abdulkadir MENEK

Osmanlı İmparatorluğunda, sadrazamlıktan sonra gelen ikinci büyük kurumdur. Osmanlı İmparatorluğunun ilk Şeyhülislamı Molla Şemseddin Fenari (1424-1431), son Şeyhülislam’ı ise Medeni Mehmet Nuri Efendi’dir. Şeyhülislamlar, Padişah tarafından tayin edilirdi.  Şeyhülislamlık Makamı, Fatih Sultan Mehmet tarafından, bir kurum hüviyetine kavuşturulmuştur. (1)

Şeyhülislamlar, XIX yüzyıl başlarına kadar resmi görevlerini hususi konaklarından yürütürlerdi. Bu hizmetlerin yürütülmesi için bu tarihe kadar resmi bir bina yapılmamıştır. Farklı Şeyhülislamlar döneminde bu makama bağlı evrak, bu nedenden dolayı çok farklı yerlerde muhafaza edilmek zorunda kalınmış. Bu durum, arşiv malzemesinin düzenli olarak saklanmasına ve haleflere bırakılmasına imkan vermemiştir. 

Bu karışıklığın önüne geçmek için, 1826 yılında Süleymaniye semtinde bulunan Ağakapısı, Şeyhülislamlara; 1836 yılında da kazaskerler ve İstanbul Müftülerine sabit bir mekan olarak tahsis edildi. Bu tarihten itibaren farklı medreselerde, mahzen ve camilerde muhafaza edilen Şeyhülislamlık malzemeleri ve evrakları Bab-ı Meşihat olarak tahsis edilen bu binaya getirilerek yok olmaktan kurtarılmıştır.(2) Şeyhülislamlık lağvedilene kadarki bütün malzemeler Bab-ı Meşihat binasında muhafaza edilmiştir.

Cumhuriyet döneminde ise, bu arşivler İstanbul Müftülüğüne devredilmiştir. 1991 yılında başlatılan çalışmalar sonunda burada bulunan 5 binden fazla defterin tasnifi tamamlanarak ‘’Bab-ı Meşihat Şeyhülislamlık Arşivi Defter Katalogu’’ adıyla araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. 

Şeyhülislamların görevi, yapılan ve yapılacak işleri dini yönden inceleyerek, bu kararlara dini meşruiyet sağlamak, medreselerde verilen dini eğitimin uygunluğunu sağlamak ve denetlemektir. Şeyhülislamlık ile, Osmanlı uleması tam anlamıyla kurumlaşmış bir sınıf haline gelmiş ve Şeyhülislam da bu kurumlaşmanın en tepedeki temsilcisi olmuştur. (3) Şeyhülislamlar, birçok idari ve siyasi işlerde de aktif rol oynamışlar, ancak İttihat ve Terakkinin yönetime el koymasından sonra yapılan düzenlemelerde,  siyasi ve idari konularda yaptıkları çalışmalara son verilerek, sadece din hizmetlerini yürütmekle görevli bir kurum haline getirilmiştir.

Bediüzzaman, Rusya sürgününden kurtulup 1918 yılında İstanbul’a geldikten sonra Enver Paşa’nın teklifi ve ısrarı ile ordunun adayı olarak Meşihat-Şeyhülislamlığa bağlı bir kurum olarak görev yapan Dar-ül Hikmet-il İslamiyeye üye olarak atanmış ve dört yıla yakın bir süre ile burada görev yapmıştır. 1926 yılının bahar aylarında sürgün edilmek üzere Van’dan alınıp İstanbul’a getirilen Bediüzzaman, Nisan-Mayıs aylarında İstanbul’da 20 gün kadar kalmıştır.
 
Bu dönemde İstanbul’da Bediüzzaman’ın defalarca ifadesi alınmış ve Şeyh Said hadisesi ile ilgili olarak sorgulanmıştır. Bu sorgulanmalar neticesinde, hadise ile bir ilgisi olmadığı anlaşılan Bediüzzaman Burdur’a sürgün edilmiştir.

İstanbul’da kaldığı bu süre içerisinde ifadeye götürülürken daha önce görev yaptığı Meşihat binasının önünden geçirilen Bediüzzaman, bu binanın kız okulu haline getirilmesine bir hayli üzülmüş ve bunu Risale-i Nur’da birkaç yerde dile getirmiştir.
Bunlardan bir tanesi Denizli Mahkemesi müdafaasında ifade edilmiştir.

‘’Bir fikir kalbime gelmiş, şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım etmesi milletin maslahatına ve vatanın menfaatine çok lüzumlu iken beni sıkması îma eder ki, benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise ya bilmiyor, ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camiini puthaneye ve Meşîhat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olmasına imkân var mıdır?"(4)

Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de konu ile ilgili olarak  duygularını şu şekilde ifade ettiği görülmektedir.

‘’Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, "Meşihat dairesi ne haldedir?" diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: "Yüzer sene envar-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır." İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok; kemal-i me’yusiyetle ah vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatların hararetli ahları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes "Vâ esefâ" dedi; ben ve benim gibi yananlar, "Elhamdü lillâh" dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon zarar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mânâ var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazan sudan ziyade temizlik yapar. ‘’(5)

Osmanlı devletine ve bütün İslam alemine çok büyük hizmetlerde bulunan Meşihat dairesi, böylesine bir muamele ile kapatıldıktan sonra, yerine ikame edilmeye çalışılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Rıfat Börekçi ile birlikte buraya atanan başkanlar, aradan bunca yıl geçtikten sonra, bu manaya ne kadar hizmet edebildi?  Buraya atanan Diyanet İşleri Başkanları, kendi vazifelerinin gerektirdiği cesaret ve dirayeti ne kadar gösterebildiler? Kararlarında, İslami kaygılar dışında, ne gibi saiklerle hareket ettiler? Bu konunun çok ciddi bir tahlile tabi tutulması gerekir.

DİPNOTLAR:
1-Meydan Larousse, 18. Cilt, Sayfa: 519
2-Bab-ı Meşihat/Şeyhülislamlık arşivi Defter Katalogu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2006.
3-Şeyhülislamlık- Yenileşme Döneminde Devlet ve Din,  Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005
4-Şualar, Sayfa:376
5-Sikke-i Tasdik-i Gaybi,  Sayfa: 143

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.