Şeriat; hukuk ilkeleri, temel prensipler ve genel kuralları içerir. Başlı başına bir yönetim sistemi değildir ve açıkçası İslamiyet’in temel esas ve kurallar haricinde önerdiği ve getirmiş olduğu bir yönetim sistemi de yoktur. Bu ise insanlığın gelişimi boyunca ona eşlik edecek olan ve kıyamete kadar hükmü devam edecek bir kurallar bütününün tam da olması gerekli şeklidir.
Artık birilerinin bir yönetim sistemi olan demokrasi ile dinle, ilahî kanunla aynı manaya gelen şeriat kavramının ancak yüzde birini ifade eden ve siyasete temas eden "uygulama esasları ve temel kaideler topluluğu" mahiyetindeki şeriat hükümlerini kıyaslamaktan vazgeçmesi gerekir. Bir yönetim sistemi ile uygulama esasları birbiriyle kıyaslanmaz ve birbirinin alternatifi de rakibi de olamaz zaten. Yönetim sisteminde uygulanan tatbikatta ve mevzuatta bulunan aksaklıklar, yanlışlıklar ve eksiklikler ve dahi şeriatın temel ilkelerine aykırılıklar varsa, yönetim sistemi kötülenmez ve o kusurlar o sistemden bilinmez. Mevcut eksikliklerin düzeltilmesi yoluna gidilir. Şeriat adına demokrasiyi kötülemek ve ondan vazgeçmek ve inkâr etmek, televizyonda uygunsuz programlar çıkıyor diye televizyonu kaldırıp çöpe atmaktan farksızdır.
Evet, önceki yazımızda yer alan detaylı izahlara rağmen konunun anlaşılmasında zorluk çekilebiliyor. Daha açık olalım ve bir önceki yazımızı da aşağıdan okuyabileceğinizi ifade edelim:
https://www.risalehaber.com/demokrasi-ruhu-seriattandir-hayati-da-ondandir-20184yy.htm
Demokratik sistem içinde şeriatın temel kaide ve kurallarına aykırı olan uygulamaları veya yasa hükümlerini biz de kabul etmiyoruz ve fikren doğru bulmuyoruz. Fakat biz diyoruz ki: "bunda demokrasinin suçu ne?" Siz talep ve teklif edersiniz, kabul görürse bu yanlışlıkları ve eksiklikleri doğrularıyla değiştirirsiniz. Sistem ayrı bir şey, o sistem içinde insanların kendi elleriyle getirip kabul ettikleri şeriat kaidelerine aykırı uygulama ve kaideler ayrı bir şey.
Şimdi birileri belki diyecek ki, "Hiç olur mu öyle şey? İlahî hükümler oylanır mı?"
Deriz ki: "Din bir tekliftir. Herkesin kabul etmek mecburiyeti yoktur. Zorla kabul ettirmeye kalkarsanız da kâfirden münafığa çevirirsiniz. Bu daha zararlıdır. Ayrıca çoğunluğun İslam kaidelerine tam inanıp yaşamadığı bir yerde, bu hükümlerin devlet eliyle ve zorla yürürlükte olmasının da bir anlamı ve faydası yoktur. Bilakis zararlıdır. Çünkü münafık üretir. O halde yine bu hükümlerin çoğunluğun kabulüyle hayata geçmesi, İslam’ın menfaatinedir. Nasıl ki ilahî bir emir olan iman etmek, namaz kılmak kişinin kendi iradesiyle karar vereceği bir iş ise ve imtihan sırrı ve dinin teklifi bu serbestiyet ve hürriyeti gerektirirse; aynen öyle de büyük bir insan olan toplumun da, şeriat hükümlerinin tatbikini en azından çoğunluğun kabulüyle kabul etmesi gayet uygundur."
Zaten geçen yazımızda şer’i hükümlerin bir ülkede tatbik edilmemesinin, o ülkenin idaresini küfür idaresi ve idarecilerini ve o idareye oy verenleri de kâfir yapmayacağını “tatbik etmemek, uygulamamak inkâr etmek değildir” kaidesiyle ortaya koymuştuk. Buna ilaveten şunu da diyebiliriz: Nasıl ki bir memlekette yaşayan insanlar, yaşadıkları yönetim biçimini ve kendilerini idare edeceklerini seçme hakkına sahiptirler. Aynen öyle de, demokrasinin temel kabulleri gereği, şeriat hükümlerinin de kamu düzeninde belirleyici bir yerinin olmasını tercih eden ve çoğunluğu teşkil eden bir insan topluluğunu da bu haklarından mahrum bırakmanın uygun düşmeyeceğini söyleyebiliriz.
Şimdi sorumuzu soruyoruz:
Meşrutiyet mi, Yoksa “Meşru Demokrasi” mi Şeriata Daha Uygundur?
Aslında ciddi bir problem şu ki: Bizde bir aşağılık kompleksi var, başkaları kavramlarla istedikleri gibi oynar, değiştirir, günceller, kendilerine göre uyarlar, üretir ve kullanır. Bizde böyle bir şey yapmaya gelince "Aaa.. Hiç olur mu? Biz üretemeyiz. Ancak bize sunulanı kullanırız, taklid ederiz." Hâlbuki cevap çok basit: "Yaparsan pekâlâ olur." Sanki 1900’lerin başında Üstad Bediüzzaman’ın yaptığı bundan farksız mıydı? İyi de aradan 100 küsur sene geçmiş gitmiş. Meşrutiyet de, padişah da kalmamış. Hala meşrutiyet üzerinden kavram üretecek değiliz değil mi? "Meşru" kaydımızı koyarız, kavramlarımızı bunun üzerinden üretiriz. Açıkçası bunda bir sorun göremiyoruz. Fakat buna rağmen birileri kabulde zorlanıyorlar. Her ne ise…
Biz burada kavramları karıştırmıyoruz, yeniden tanımlıyoruz. Biz kendimize ve İslam’a uygun kavramlar geliştirip, dönüştürerek bu yöndeki “meşru demokrasi” yorumumuzdan ve bir sistemi sadece alet olarak kullanmaktan bahsediyoruz. Zaten demokrasi ve meşrutiyet kavramları teorik olduklarından su gibi, içlerine girdikleri kabın şeklini alırlar. İşte o kap da, sizin benimsediğiniz temel kaideleriniz ve nasıl tatbikatınızdır. Burada şöyle bir mesele var. Bu anlaşılmıyor. Üstadın zamanında da meşrutiyetin uygulama ve mevzuatında şeriata uygun olmayan birçok noktalar vardı ki, üstadımız “meşru meşrutiyet” kavramını geliştirdi. Burada anlaşalım önce.
Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: ‘Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.’ (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a.)
“Hiyerarşinin en üst noktasına beşer iradesini koyan bir rejim ne kadar İslâmî olabilir?” denilerek demokrasi eleştiriliyor. Fakat yine şunu tespit etmemiz gerekli. Şimdi demokrasi ilahî kökenli bir yönetim sistemi değil. Beşerî bir sistem. Pekala soruyoruz:
Allah size insaf versin. Meşrutiyet ilahî kökenli bir yönetim sistemi mi? Şeriat kaynaklı mı? Üstad meşrutiyete ilahî kaynaklı olduğu için mi şeriat namına sahip çıktı ve alkışladı? Ne çabuk unutuldu ki, Avrupa’dan devşirme ve şeriat ve padişahlık ile kaynaştırarak ve yeniden yorumlanıp dönüştürülen bir sistem meşrutiyet ve kökeni de yine beşerî.
Acaba içinde ve uygulamalarında şeriata aykırı şeyler bulunan, kökeni de demokrasi gibi beşerî olan, hem içinde İslamın insan eşitliği ilkesine aykırı olan saltanat unsuru bulunan ve sadece şer’i hükümlerin de kabul ve itibar gördüğü bu sistem mi bizim tarif ettiğimiz demokrasiden daha fazla şeriata uygun?
Yoksa saltanat unsurunun ortadan kaldırıldığı ve herkesin eşit olduğu bir halk idaresi olan demokrasinin bizim tarif, tatbik, tasavvur ve yorumladığımız şekliyle, şeriat dairesinde hayat bulacak ve şeriat kaideleri ve temel ilkelerinin aynen kabul gördüğü bir “Meşru Demokrasi” mi şeriata daha uygundur? Akıl ve basiretinize havale ediyoruz. (mevcut ve yürürlükteki demokrasiden bahsetmiyoruz.)
Not: Bazıları diyor ki laiklik ilkesi demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Biz ise diyoruz: Hayır efendim. Öyle değil. Bizim demokrasi yorumumuzda ve kendimize uyarlayıp geliştireceğimiz demokrasi tanımında öyle olmayacak!