Konu ile ilgili Bediüzzaman Said Nursi’nin yaptığı açıklamaların bir kısmını aşağıda arz ediyorum. Meraklıları, kaynağından, daha detaylı bir şekilde inceleyebilirler. Önceki bölümlerde yaptığımız iddiaların dayanağını teşkil eden bu ifadeler; Bediüzzaman’ın, konu hakkındaki beyanlarıdır. Aslında Bediüzzaman, bu konuda onlarca makalenin yanında, müstakil bir eser yazmıştır ki, adı Münazarat’tır. Eserin en başına da, önemine binaen, “Azametli Bahtsız Bir Kıt’anın; Şanlı, Tâli’siz Bir Devletin, Değerli Sahipsiz Bir Kavmin Reçetesi... Veyahud Bediüzzaman’ın Münazaratı..” serlevhasını yerleştirmiştir. Sadece şu ifadeler bile, konuya verdiği önemi göstermesi bakımından şayan-ı dikkattir. Üstelik meşrutiyet gibi devlet idaresi ile ilgili bir sistemi; bu eserinde şarktaki, köylü, çoban, göçebe ve avam tabakasına, onların anlayacağı örneklerle anlatmıştır. İşte bazı pasajlar:
“Sual: Meşrutiyet nedir?
Cevap; meşrûtiyet (Ve işlerde onlarla istişare et: Ali İmran, 159), (Onların aralarındaki işleri, istişare iledir. Şura suresi, 38) âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer'iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.
Evet, meşrûtiyet; (İdare ve yönetim hususunda) hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyetin bahtını, Asya'nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekâsıyla ibkâ edecek; siz daha me'yus olmayınız. Bir ince tel gibi her tarafa hevâ ve hevesin tehyîci ile çevrilmeye müstaid olan rey-i vâhid-i istibdâdı(Tek kişi tarafında yönetimi) lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâyetefellel bir elmas kılınç gibi olan efkâr-ı âmmeye(Meclis sistemi) tebdil eder; siz de, sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz. Herkesi bir padişah hükmüne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olmaya gayret ediniz. Esâs-ı insâniyet olan cüz'-ü ihtiyârı temin eder, âzâd eder; siz de câmid olmaya râzı olmayınız. Üç yüz milyondan ziyâde ehl-i İslâmı bir aşîret gibi birbirıne rapteder; siz de o râbıtayı muhâfaza ediniz. Zîrâ meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet içinde İslâmiyet ışıklandı, ihtizâza geldi. Zîrâ, milliyetimizin rûhu İslâmiyettir; hakîki ve nisbî ve izâfiden mürekkeptir. Başka millete benzemiyoruz.” (Münazarat, 23-24)
Bu kadar özellik ve güzellikleri olan bir sistem, şeriata aykırı olabilir mi?
“Suâl: Şimdi çok hilâf-ı şeriat şeyler yapılıyor?
Cevap: Bence, muhâlif-i hakîkat-i şeriat olan şeyler meşrûtiyete dahi muhâliftir, ya günahlarıdır veya ilcâ-i zarûrettir. Farz ediniz, şu siyâset (meşrutiyet) muhâlif olsun, yine telâşa mahâl yoktur.Zîrâ, Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyâsete taallûk eder. O kısmın ihmâliyle, şeriat ihmâl olunmaz.
Evet, imtisâl etmemek, inkâr etmek demek değildir. Hem de, Devlet-i Osmâniye’ye tâbî olan İslâmların on beş misli İslâmlar, sırf siyâset-i ecânib altındadırlar. Onların dinlerine zarar gelmez.” (Münazarat:53)
Suâl: "Şimdiki meşrûtiyet, istibdat nerede? Onların (Asr-ı Saadet dönemi) harekâtı nerede? Hilâfet, saltanat nerede? Nasıl tatbik ediyorsun? Yekdiğerine musâfaha ve temas ettiriyorsun, aralarında karnlar ve asırlar var?"
Cevap: Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdâdın esâsı, kuvvet şahısta olur, kânunu kendi keyfine tâbî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor.” (Münazarat:38)
“Avrupa, bizdeki cehâlet ve taassup müsaâdesiyle, Şeriatı hâşâ ve kellâ-istibdata (monarşi)müsait zannettiklerinden, nihâyet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, Meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat nâmına alkışladım. Zira, hakaik-ı Meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâva ettim.” (Divan-ı Harb-i Örfi:25)
“Şeriatta icma-i ümmet hüccet-i kat’i olduğundan, efkar-ı ammenin kıymet ve mevkiini gösterir. (Asar-ı Bediiyye:513)
“İçtimaat, münazara ve müdavele-i efkardan feveran eden bir nevi efkar-ı umumiyeyi üstad-ı manevi ittihaz etmektir. (Asar-ı Bediiyye:513)
“Meşrutiyet şeriatın abd-i memluküdür. (Asar-ı Bediiyye:512)
“Meşrutiyet hükümete düştüğü vakit, fikr-i hürriyet meşrutiyeti her vecihle uyandırır. Her nevide, her taifede... Hatta ulemada, medariste, talebede bir nevi meşrutiyeti intac eder.” (Münazarat:31)
“Herbiriniz aleminizde hükumet-i meşruta-i meşruanın tekalif-i adilanesine itaat ve hukuk-u gayre, men’i tecavüz şartyla birer padişah gibisiniz.” ( Asar-ı Bediiyye:472)
“Devlet-i ilmiyede meşrutiyet-i ilmiyeyi tesis etmektir.” (Asar-ı Bediiyye:513)
“Eskide varidat zayi olur giderdi,şimdi millet rakibdir.’’ (Münazarat:42)
“Manay-ı meşrutiyete ibtila ve muhabbetimin sebebi budur ki; Asya ve alem-i İslam’ın istikbalde firdevs-i terakkisinin birinci kapısı, meşrutiyet ve hürriyettir.’’ (Asar-ı Bediiyye:437)
“Ve talih ve taht ve baht-ı İslam’ın anahtarı da meşrutiyetteki şuradır.’’ Asar-ı Bediiyye:322)
“Meşrutiyet denilen sebeb-i saadet-i akvam. (Asar-ı Bediiyye:333)
“Demek şimdiye kadar mezarda idik. Çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-i madere geçtik. Neşv-ü nema bulacağız. (Asar-ı Bediiyye: 349)
“Burak-ı meşveret-i şer’yyeye fikren bineceğiz.” Asar-ı Bediiyye: 349
“Hürriyeti, meşveret-i şeriyyenin terbiyesine vermek.” Asar-ı Bediiyye:351
“Hükümet-i meşruta; hakiki hükümet-i meşruadır.” Asar-ı Bediiyye :359
“Şimdi meşrutiyettir. Hakim şahs-ı mütehakkim değil...” Asar-ı Bediiyye :806
“Bu iki inkılabın bahasına (hürriyet ve meşrutiyet)binler şehit verse idik ucuz sayacaktık.” Asar-ı Bediiyye:396
“Meşrutiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi şeriat ve milliyetimiz olan İslamiyet olduğundan…” Asar-ı Bediiyye :831
“Ben hamiyetli ve dindar adamlarla daima beraberim. Ben Selanik’te, meydan-ı hürriyette okuduğum nutuk ile beyan ettiğim mesleğimi, şimdi de onu takip ediyorum ki; ila-yı şevket-i islamiyye ve ila-yı kelimetullahın vasıtası olan meşruta-i meşruayı, şeriat dairesinde idamesine çalışıyorum.” Asar-ı Bediiyye, 854
“Her ne ki inşa ettim ise üstadımız olan meşrutiyetten öğrendim.” Asar-ı Bediiyye :402
“Dünyevi saadetimiz, meşrutiyettedir.” Asar-ı Bediiyye :722
“Asıl şeraitin meslek-i hakikisi (mülk-ü hakikisi) hakikat-i meşrutiyettir. Meşrutiyeti delail-i şeriyye ile isbat ettim, hilaf-ı şeriat telakki etmedim.” Asar-ı Bediiyye:723
“Ulema ve şeriatı Avrupa’nın zünun-u fasidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştım.” Asar-ı Bediiyye :723
“Hakaik-i meşrutiyet; sarahaten ve zımnen ve iznen mezahib-i erbaadan istihracı mümkün olduğunu dava ettim.” Asar-ı Bediiyye :725
“Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı âmmenizin misâl-i mücessemi olan mebusân hâkimdir; hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır.’’ Münazarat:42
“Bu iki inkılâbın (Hürriyet ve meşrutiyet) bahasına binler şehit verse idik, ucuz sayacaktık.” Asar-ı Bediiyye:544
“Bu inkılab (meşrutiyet ve hürriyet ilanı) fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça (edip) ve istidad-ı terakkiye karşı sedleri zir-ü zeber ederek...” Asar-ı Bediiyye:456
“Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!” Münazarat:21
“Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-i madere geçtik. Neşv-ü nema bulacağız.” (Asar-ı Bediiyye:457)
“Her biriniz âleminizde hükümet-i meşruta-i meşruanın tekâlif-i adilanesine itaat ve hukuk-u gayre men’i tecavüz (başkasının hukukuna tecavüz etmemek) şartıyla birer padişah gibisiniz.” Asar-ı Bediiyye:472
“Asya ve Âlem-i İslamiyet’in istikbalde firdevs-i terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet ve hürriyettir.” Asar-ı Bediiyye:437
“Meşrutiyet, İslam’ın abd-i memluküdür Ondan gasp edilemez.” Asar-ı Bediiyye:512
“Sadr-ı evvelin, yani Sahabe-i Kiram’ın o zamanda, âlemde vahşet ve cebr-i istibdat hüküm ferma olduğu halde hürriyet ve adalet ve müsavatları bu müddeaya bir bürhan-ı bahirdir.” Asar-ı Bediiyye:457
“Dünyevi saadetimiz, meşrutiyettedir.” Asar-ı Bediiyye:419
“Ne kadar iyilik var –sa-, meşrutiyetin ziyasındandır; ne kadar fenalık var -sa- ya; eski istibdadın zulmetinden yahut meşrutiyet namıyla (meşrutiyet adı altında) yeni bir istibdadın zulmündendir.” Münazarat.31
“Meşrutiyetin fecr-i sadıkına kadar inşa ve kitabette tamamen hem ümmi, hem acemi idim. Her ne ki inşa ettimse, üstadımız olan “meşrutiyetten” öğrendim.” Münazarat:16
“(Meşrutiyetin)ancak on kısmından bir kısmı size gelebilmiş. Zira sizin şu vahşet engiz (iptidai) cehalet perver, husumet efza sarp dağ ve derelerinizdeki vahşet ayılarından, cehalet ejderhasından, husumet kurtlarından biçare meşrutiyet korkar, kolaylıkla gelmeğe cesaret edemez. Eğer siz tembel kalıp da onun yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz… Zira sizinle ehl-i meşrutiyet arasındaki mesafe bin aydan fazladır. O nazik meşrutiyet, İstanbul havalisindeki yılanlardan kurtulsa (bile) şu uzun mesafeden geçmekle, cehalet gibi müthiş bataklığı, fakr gibi mütevahhiş kıraçları, husumet gibi keyşer dağları katetmekle beraber, eşkıyaya rast gelecektir… (Şayet) ona çabuk gelmek istiyorsanız, işte marifet ve faziletten demiryolunu yapınız; ta ki, meşrutiyet, medeniyet denilen şimendifer-i kemalata (terakki tirenine) binip ve terakkıyat tohumlarını bindirerek, kısa zamanda manilerden kurtulup geçerek size selam etsin. Siz ne kadar yolu acele ile yapsanız, o da o derece acele ile gelecektir.’’ Münazarat:29-30
Ayrıca medeniyet ve teknolojik gelişmelere Üstadın nasıl baktığına dair aşağıdaki ifadelere de bir göz atalım:
“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir: Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi' san'atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa'ya hitab etmiyorum.” Lem'alar ( 115 )
“Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati olan iyilikleridir. Yoksa, medeniyetin günahları ve seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip, malımızı harap ettiler.” (Hutbe-i Şamiye:41)
Şimdi, güzel olan gelişmelere bu kadar açık olan; Müslüman olmayan ülkelerden alınan ve alınmasında bir mahzur olmadığını beyan eden Bediüzzaman’ı; “Şeriata aykırı hareket etmiştir’’mi diyeceksiniz? Bu anlayışın yeri Risalerde var mıdır? Bu anlayışta olanların fen ilimlerine “Gavur ilimleri’’ diyenlerden farkı nedir?
“Bediüzzaman demokrasiyi savunmamıştır’’ diyenlere soruyoruz: Sizce bu ifadeler hangi konudan bahsediyor ve ne anlatıyor? Bu konu senin fikrin benim fikrim meselesi değil; hele hele enaniyet yarışması hiç değil. Mesele Bediüzzaman’ı ve mefhumları doğru anlama meselesidir. Ayrıca bu vecizelerin herbiri bir araştırma konusudur. İlmi bir heyet huzurunda bu konular müzakere edildiğinde, Bediüzzaman’ın bu ifadelerle neyi anlattığı tavazzuh edecektir. Sıkıntı; meşrutiyet kelimesini, demokrasi kelimesinin Osmanlıcadaki karşılığı olarak görmemekten kaynaklanıyor. Üstad ”Kurun-u vusta, skolastik’’ kelimelerini kullanmış ama ortaçağ kelimesini kullanmamış. Şimdi “Kurun-u vusta’’mefhumunun anlamı “orta çağ’’dır demek yanlış mı oluyor? Tıpkı bunun gibi, “meşrutiyet’’ kelimesi “demokrasi kelimesinin karşılığıdır. Mefhumların ifade ettiği manalara iyi bakmak gerekir.
“Efendim Risalelerde bu kelime geçmiyormuş!’’ “Üstad bu ibareyi hiç kullanmamışmış.’’ Bu mantığa göre, Risalelerde geçmeyen, Üstadın kullanmadığı, her mefhum İslam’a aykırıdır, öyle mi? Kaldı ki Meşrutiyetin, cumhuriyet ve demokrasi anlamında kullanıldığı düşünüldüğünde, Risalelerde kullanıldığı açıkça görülmektedir. Ayrıca demokrasi kelimesi, Risalelerde, mektup ve müdafaalarda talebe ve avukatlar tarafından kullanıldığı halde, Üstad tarafından sansürlenmemiş. Şayet bu kelimenin kullanılması, bir mahzur teşkil etmiş olsa idi, Üstad müdahele edip bu kelimeleri çıkarmaz mıydı?
Ayrıca Üstadın, demokrasiyi savunduğu ve methettiği için şeriata aykırı hareket ettiğini iddia edenler, Bediüzzaman’ı kendi kafalarına göre ayarlamaya çalışan kimselerdir. Gerek Münazarat, gerekse o dönemde yayınladığı makalelere bakıldığında şunu açıkça görüyoruz ve diyoruz ki: Bediüzzaman; demokrasi kelimesinin Osmanlıcadaki karşılığı olan ve aynı manaya gelen meşrutiyeti savunmuş, alkışlamış ve tasvib etmiştir. Ancak manasız isim ve resim olarak değil, gerçek anlamdaki meşrutiyeti (demokrasi) savunmuştur. Aksini iddia etmek, çok tekellüflü ve zorlamalı çıkmaz sokaklara girmektir. Tabiri caizse, Bediüzzaman, meşrutiyeti ”meşrutiyet-i meşrua’’ kaydıyla şeriata uygun hale getirmek suretiyle ifade etmiştir. O zaman da bu konuyu kavrayamayan, yanlış anlayan ve şeriata aykırı olduğunu iddia edenlere de gereken cevabı vermiştir.
“Bence, muhâlif-i hakîkat-i şeriat olan şeyler, meşrûtiyete dahi muhaliftir.’’
“Meşrutiyet şeriatın abd-i memluküdür.’’
“S- Bazı adam, (Meşrutiyet) “Şeriata muhaliftir” diyor?
“C- Ruh-u meşrutiyet, Şeriattandır. Hayatı da ondandır
‘Meşrutiyeti herkesten ziyade Şeriat nâmına alkışladım. Zira, hakaik-ı Meşrutiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dâva ettim.”
“Hakaik-i meşrutiyet; sarahaten ve zımnen ve iznen mezahib-i erbaadan istihracı mümkün olduğunu dava ettim.’’
“Meşrutiyeti delail-i şeriyye ile isbat ettim, hilaf-ı şeriat telakki etmedim.’’
“Bu iki inkılabın bahasına (hürriyet ve meşrutiyet) binler şehit verse idik ucuz sayacaktık.’’
“Faraza, şu devletin yarı milleti, pahasında verilse idi gene erzân ve zulmetle beraber yansa idi gene ucuz!’’
“Ne kadar iyilik var –sa-,meşrutiyetin ziyasındandır; ne kadar fenalık var -sa- ya; eski istibdadın zulmetinden yahut meşrutiyet namıyla (meşrutiyet adı altında) yeni bir istibdadın zulmündendir” şeklindeki açıklamalar; verilen cevapların ve yapılan izahların bir kısmını teşkil etmektedir.
Şimdi, bu kadar bedihi açıklamalara rağmen, Risaleleri yanlış yorumlayan bazı Molla Kasımlar akıllarınca Bediüzzaman’ı savunma adı altında, bu gerçeklerin aksini iddia ediyorlar. Aşağıdaki şu ifadeleri nasıl ve ne şekilde anlamamız gerektiğini, lütfen birisi çıksın izah etsin:
“Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer meselesidir.”
“Hiçbir mehasin-i medeniyet yoktur ki İslamiyet; sarahaten veya zımnen veya iznen onu veya daha ahsenini mütekeffil olmasın.”
“Medeniyette vardır mehasin-i kesire… Lakin onlar değildir ne Nasraniyet malı ne Avrupa icadı.’’
“Ecnebiyyede terakkiyat-ı medeniyyeye yardım edecek (fünun ve sanayi gibi) noktaları maal-memnuniye alacağız.’’
Hiç kimse Bediüzzaman’a ait bu ifadeleri keyfi olarak ve işine geldiği gibi yorumlamasın. Aslında ifadeler yoruma ve başka türlü anlamaya müsait olmayacak kadar açık ve net.