Risale–i Nur, metin tahlil edildiği gibi okunmalı. Anlaşılmayan metin kişiye yansımadığı gibi, topluma da yansımaz. Samed ismi ile ilgili yazdığım bir iki yazıda yıllardan beri virdi olan bu ismi az da olsa farklı anladığını söylüyor bir okuyucu. Ben de okuduğumuz bu metinlerin layıkıyla anlaşılmadığı ve anlatılmadığını görüyorum yıllardan beri.
Fakültede rahmetli hocam Prof. Dr. Kaya Bilgegil, metin tahlilini bana sevdirmişti. Tam bir Osmanlı beyefendisiydi. Fakültede elinde bastonu ve özel giyimi ile bir devlet adamı edasıyla kapıdan içeri girdiğinde bütün kattaki hocalar kapıda önlerini iliklemiş büyük bir sevgi ile, münkadane dururlardı. Herkes sabah kahvesini kendisiyle içmekten büyük haz ve şeref duyacaklarını söyleyerek hocayı tazimle davet ederlerdi. Bir odaya girer, herkes edeple odada dizilir onu dinler ve kahvesini yudumlamasını kemal-i hürmetle beklerlerdi. Sonra yine aynı şekilde bir büyük muhteşem hava ile hoca odasına çekilirdi. Adeta maveradan konuşurdu, iklimi ve rüzgarı olan bir insandı, girdiği yerin bütün debdebesi onda toplanırdı. Özel insanlardı, seçilmiş oldukları belli idi. Dünyaya gelmiş olanlar ve gönderilmiş olanlar, bütün büyük zatlar böyle gönderilen insanlardı, misyonları vardı. Sınıfın kapısına gelir sigarasını söndürür, “evladım benim itikadımda sınıf mukaddestir, ona saygı gerekir“ der hürmet ve tazimle içeri girer, metni tahlil ederdi. Ederken adeta metnin ikliminde dolaşırdı. Vatan Makalesi ve Namık Kemal onun özel ilgi gösterdiği metni müntehab idiler. Onu anlatırken ötelere gider gelir gibi konuşurdu. İşte o Vatan Makalesi:
“İnsan vatanını sever çünkü mevahib-i kudretin en azizi olan hayat hava-yı vatanı teneffüsle başlar.
Şirharlar (bebekler) beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler maişetgahını, ihtiyarlar kuşe-i ferağatını (dinlendiği yeri) evlat anasını, baba ailesini ne türlü duygularla severse insan da vatanını o duygularla sever. İnsan vatanını sever çünkü ataya-yı tabiatın (Allah’ın verdiği) en revnaklısı (parlağı) olan nazar lemha-i iftitahında (gözünü hayata ilk açtığında) hak-i vatana (vatan toprağına) taalluk eder. İnsan vatanını sever, çünkü madde-i vücudu vatanın bir cüzüdür. İnsan vatanını sever çünkü etrafına baktıkça her kuşesinde ömr-i güzeştesinin (geçen ömrünün) bir yad-ı hazinini (hazin hatırasını) tahaccür (taşlaşmış) etmiş gibi görür. İnsan vatanını sever çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatan sayesinde kaimdir. İnsan vatanını sever çünkü sebeb-i vücudu olan ecdadının makbere-i sükunu (sükunetteki kabri) ve netice-i hayatı olacak evladının cilvegah-ı zuhuru (Ortaya çıktığı yer) vatandır. İnsan vatanını sever çünkü ebna-yı vatan (vatanın çocukları) arasındaki iştirak-ı lisan (dil birliği) ve menfaat birliği ve kesret-i muvanese (birçok yakınlık nedenleri) cihetiyle bir karabet-i kalb (kalp yakınlığı) ve uhuvvet-i efkar (fikir kardeşliği) hasıl olmuştur. O sayede bir adama dünyaya nisbet vatan, oturduğu şehre nisbet kendi hanesi hükmünde görünür.
İnsan vatanını sever çünkü vatanında mevcud olan hakimiyetin bir cüzüne tasarruf-ı hakiki (gerçek tasarruf) ile mutasarrıftır. İnsan vatanını sever vatan öyle bir galibin şemşiri (kılıcı) veya bir katibin kalemi ile çizilen mevhum (farazi) hatlardan ibaret değil, millet, hürriyet, menfaat, uhuvvet, tasarruf, hakimiyet, ecdada hürmet, aileye muhabbet, yad-ı şebabet (gençliği hatırlamak) gibi birçok hissiyat-ı ulviyenin (yüce hislerin) içtimaından hasıl olmuş bir fikr-i mukaddestir. Bundan dolayıdır ki tarih-i insaniyetin hangi sahifesine atf-ı nigah (bakılsa) olunsa her zamanda her millette zuhur eden efkar-ı aliye ve ahlak-ı fazıla (faziletler) eshabının (sahiplerinin) cümlesi vatan muhabbetini umur-ı dünyeviyenin kaffesine (dünya işlerinin tamamına) müreccah (tercih etmiş) tutmuş ve pek çoğu vatan yolunda feda-yı can (canını feda etmiş) etmiş görülür. Bundan dolayıdır ki her dinde, her millette, her terbiyede, her medeniyette hubb-ı vatan (vatan sevgisi) en büyük faziletlerden ve en mukaddes vazifelerdendir.
“Çünkü zamanımızca hamiyetin en büyük muharriklerinden olan vatan fikrini gönüllerden kaldırmak hıfz-ı hukukun en müessir eshabından olan ateşli silahı ellerinden almaya benzer. Bir millet vatan muhabbetinden tecrid-i nefs (nefsini kaçırırsa) ederse çok zaman geçmez elbette vatanını o muhabbetle meluf (alışanların) olanların rayet-i istilası (istila bayrağı) altında görür. Biz oturduğumuz yerin her taşı için bir cevher-i can verdik. Her avuç toprak nazarımızda o yola feda olmuş bir kahramanın yadigar-ı vücududur. Ona göre vatanı Çin ile Sibirya ile hem kıymet (eşit değerde) tutmak ihtimalin haricinde görülür. Vatan bize kılıcımızım ekmeğidir, daima kendimize mahsus biliriz. Daima nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz.
Vatan fikrini kabul etmeyenler içinde pek çok adamlar gösterilebilir ki kendi vatanını muhatarada görünce rahatını, meşguliyetini terkederek silaha sarılmış ve gönüllüler arasında vatan yolunda her türlü eziyeti çekmekten ve her türlü fedakarlığı ihtiyar etmekten geri durmamıştır.”
Orhan Beyefendi Hocam, çok özel bir insandı, sevgi ve muhabbetle konuşur, metinlerin arasında bizi dolaştırır, bir sevgi ve aşk rüzgarı ile konulara dalar, bizi oralara götürür getirirdi. Dünyaya öğretmek için gelmişti. Ahiret bu büyük insanlarla ne kadar zengindir, başını, gözünü kırmadan gidebilsek.
Erzurum’da görevli iken üniversitede bir yandan da imam hatipte çocuklara Arapça öğretir. Şimdi politize edilmiş bir edebiyat muhitinde sevgi ve saygı, hürmet yok, okul ve sınıf bir hapishane gibi, girmek bir dert çıkmak bir dert. Türk çocuklarını bu hale getirdikten sonra bu ülkeye nasıl edebiyat, edep öğreteceğiz? Bu kadar politizasyondan kimse umduğunu bulamaz. Diyarbakır’da Kürtler Isparta’da ne olduğu belli olmayan kesimler, Türk’ün ve Müslümanın bütün değerlerinden insilah ederek bu ülkeye ne menfaat veribilirler ki? Hakperest yok, hakem yok, bilim aşkı ile olaylara bakan hiç yok. Kimsenin kabirde hesap vermek gibi bir ulvi hissi de yok.
Metin tahlilinde Mehmet Kırkıncı Hoca da çok özel bir kabiliyet idi. Metinleri hem cümle hem de mana olarak çözümler, hayal ve fiction oyunları ile sizi metnin içinden başka ülkelere, semaya, yere taşırdı.
Bütün bunlar birikip bizim Bediüzzaman’ın metinlerine daha dikkatli bakmamızı sağladı. Hiçbir filozof, Kant Dekart, hatta Spinoza, Schelling gibi nisbeten Allah’a inanan muhafazakar filozofların metinleri Bediüzzaman’la yarışamaz. Kant’ın ve estetik tarihinin büyük filozoflarının estetik kategoriler konusundaki fikirleri karşılaştırılsın, kategoriler ne kadar sayısız boyutlar kazanır şaşarsınız. Kur’an’ın derinliğine anlaşılmadığı bir muhitte, Kur’an’ın yüzyılların birikmiş menfi fikirler ile yıpratılmasına çalışıldığı bir ortamda dini camialarımız böyle çalışmalar yapmadılar. Maddenin hareketi, evrenin anlamı, Kur’an’daki tabiat anlatımları ve düşünceye çağıran metin ahirleri günlük hayatımızda yok.
Şu ayete bak, ”Gökten su indiren ‘Odur, sonra Biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız, o bitkiden bir filiz, ondan da büyüyüp birbirinin üstüne binmiş taneler, başaklar çıkarırız. Hurma tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm, zeytin ve nar bahçeleri yetiştiririz. Bunlardan kimi birbirine benzer, kimi benzemez. Her birinin meyvesine, bir ilk meyve verdiğinde bir de tam olgunlaştıkları zaman bakın. Elbette bütün bunlarda iman edecekler için alınacak birçok dersler vardır.“ (Enam 99)
Allah kendi yaptığı işi anlatıyor sonra bize bakmayı öğretiyor, sonra sonuçta sorumluluk çıkarıyor. Bu millet bunları bilmiyor. Sayın Diyanet İşleri Başkanı yeni bir bakış ve izah tarzı, toplumun dikkatini üzerine çekeceği yeni bir konsept lazım. Siz bilirsiniz. Öğretmen yoksa bütün öğrenciler, kabiliyeti varken sınıfta kalır. Din var sanki fetret dönemleri gibi. Var gibi yok.
Risale-i Nur çok özel eğitim almış insanlarla topluma açılabilir. Bediüzzaman’a istinad etmekten ziyade metinlere istinad ederek varlık ve ontolojik problemler çözülebilir ve insanlara anlatılabilir. Bu yüzden “Gazete gibi okumayın” ikazı çok yerinde bir eleştiri.
Türk edebiyatında metin tahlili dersi, Divan edebiyatında şiir tahlilleri var. Bunun yanında Kur’an ayetleri ve onun asrımızın hastalıklarına göre kaleme alınmış Bediüzzaman’ın dini metinleri anlaşılmalı yoksa bir kar tozağı gibi eser gider.