Her seçim, kendisine göre bir anlam ve önem taşır. Son 30 Mart Mahalli Seçimlerinde de bu gerçeği yakından gördük. Bir mahalli seçim yapılmasına rağmen, seçmen tercihini belirleyen siyasi parametreler, belediyecilikten beklenenlerin çok ötesinde oluştu.
Bu seçim, partiler arası demokratik bir rekabet olarak cereyan etmedi. Onun da ötesinde demokrasi talepleri ile vesayet dayatması arasında kıyasıya bir yarış yaşandı.
Toplum, bu yarışta kökleri derin sinsi bir tuzağın varlığını yaşayarak gördü. Bir süredir yaşanan toplumsal olaylar bu endişeyi daha da görünür hale getirdi. Nitekim, Haziran’da yaşanan Gezi olayları ile sokakta başlatılan isyan çabaları, ülkeye kurulan tuzağın ilk denemesi idi ve sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine yargı ve emniyet ayağında başlatılan masa başı operasyonlar, toplumun büyük kesiminde yeni bir vesayetin tehdidi olarak algılandı. Onun için seçimler, mahalli seçim olmanın ötesinde bir genel seçim algısına dönüştü. Bu psikoloji ile girdiğimiz seçimde toplum, meşru iradesiyle yönetime el koydu. Toplumsal irade, demokrasinin yegane koruyucu ve kollayıcısı olduğunu herkese gösterdi. Seçmen, kimsenin vesayetine muhtaç olmadığını sandığa yansıyan iradesiyle ihtar etti.
Seçim sonuçlarını analiz ederken herkesin, kendisine yontan değerlendirmelerden özellikle kaçınması ve gerçekçi olması gerekiyor. Herkes kendisine düşen sorumluluk ve beklentileri görme çabası içinde olmalıdır.
Seçime yüzde 90’a yakın katılım oldu. Katılanların yarısına yakını iktidar partisine oy verdi. Seçim sürecinin iktidar partisi için kolay geçtiği elbette söylenemez. Fakat, ülkeyi uluslar arası alanda köşeye sıkıştırma amaçlı ve muhalefet kaynaklı pespaye operasyonların milletin gözüne baka baka icra edilmesinin kitlelerde uyandırdığı tepki, hükümet partisine önemli ölçüde oy olarak döndü. Ayrıca hükümetin ürettiği hizmetlere duyulan minnet ve memnuniyetin, bu destekte hatırı sayılır rolü, şüphesiz vardır.
Görüldüğü kadarıyla hükümet partisi hakkındaki suçlayıcı iddialar, seçmenin yarısı tarafından ciddiye alınmadı. Fakat bu durum, seçmen nazarında bu iddiaların görmezden gelindiği anlamı taşımıyor. Muhalefetin, görünen ve görünmeyen odaklarla işbirliği yaparcasına ülkenin sırlarını ortaya dökmesindeki pervasız tutum, iktidara yöneltilen tenkitlerin yanında çok daha büyük vahamet arz etmiştir. Kitleler, ülke güvenliğinin yabancı emellerine peşkeş çekilmekte olduğunu görmenin asabiyetiyle hükümet partisi yanında yer almak ihtiyacını duymuştur. Onun için iktidarın, hakkındaki iddiaları göz ardı etmeyeceği, kamuoyunu tatmin edici izahlar getireceği, her şeye rağmen beklenmelidir. Sayın Başbakan’ın seçim öncesi bazı programlarda, seçim sonrasında şeffaflaşmaya önem vereceklerine ilişkin açıklamaları, spekülasyonların giderilmesi konusunda, kamuoyunda haklı bir beklenti uyandırmıştır. Bunun gereği yapılmalıdır.
Bu seçimden etkili ders çıkarması gerekenlerden birisi de muhalefet blokudur. Seçim sonuçlarından özellikle bazı muhalefet partilerinin çıkaracağı ders, sadece bu seçimle ilgili ve sınırlı değildir. Bundan sonraki seçimlerde de yol gösterici olacak ilkesel sonuçlar çıkarmak, bütün muhalefet partilerini bekleyen ahlaki ve hatta hukuki bir görev haline gelmiştir. Hakaret suçu, hukuki ifadesiyle bir “madde-i mahsusa”dır. Yani mutlaka cezalandırılması gereken açık bir suç isnadıdır. Hukukun cevaz verdiği zannıyla böyle hakaretleri uluorta yapanlar, bu konudaki şikayetleri, cezalandırması gerekirken, “ağır eleştiri” diye geçiştiren ve yargı tarafsızlığını açıkça çiğneyen hakimleri her zaman bulamazlar. İşin şakası yok, hakaret eden kim olursa olsun, hukukta cezayı yer. Meydan nutuklarında muhalefet liderleri tarafından sarf edilen ısrarlı ve tahrik edici küfür ve hakaret ifadeleri, hiç bu dönemdeki kadar ucuzlatılmamıştı. Seçim kampanyasında, “yolsuzluk suçlaması” bahanesiyle ağzına gelenin söylendiği provakatif bir üslup düzeysizliği bu seçimin öne çıkan negatif bir özelliği oldu. Toplumu geren sebeplerin başında bu sert üslubun rolü büyüktür.
Diğer taraftan barış sürecinin, toplumsal bütünleşme ve dayanışmaya pozitif katkı sunabileceği bu seçimde test edilmiştir. Önemli ölçüde olumlu sonuç alınmıştır. Toplumsal barış ve bütünlüğü daha da güçlendirmek için artık muhalefetin de barış sürecini istismardan kaçınması ve samimi bir şekilde sahiplenmesi gerekiyor. Aksi takdirde, “kandan besleniyorlar” ithamı ciddi bir karşılık bulacaktır. Seçim sonuçlarını olumlu okumak görevi, muhalefeti de bekliyor. Özellikle ana muhalefet partisi, tek parti dönemlerini kutsayarak, “Biz Mustafa Kemalin partisiyiz” demesinin artık toplumda bir karşılığı olmadığını görmelidir. Takiyye yaparak öğretilmiş ve yönlendirilmiş konjontürel dindar oy avcılığının da yaraya merhem olmadığı ortadadır. Zira, Ana Muhalefet partisi, otuzbeş ilde yüzde 10’nun altında kalarak marjinal bir parti konumuna düşmüştür.
Terör tehdidinin gündemden kalktığı ölçüde güvenli bir seçim yapılabileceği görülmüştür. Seçmen iradesinin terör tehdidinden uzak oluşu nispetinde, bir hak olarak seçime katılmak ve seçimin keyfini çıkarmak mümkün hale gelmiştir. Silah susturan bu kazanç sahiplenilmelidir.
Netice olarak söylemek gerekirse, genel oya ve seçime dayalı siyasi yapı herkesin ortak paydası olmalı, “mevcudiyet-i milleti göstermek” görevinin ihmal ve ihanet kaldırmadığı kabul edilmelidir.