Dedesinin lâkabı da Celâleddin olduğu için Mevlânâ Celâleddin denilmeye başlandı. Dönemin en büyük âlimlerinden olan Bahaeddin (Sultan) Veled’in oğlu olan Mevlânâ ve ailesi, Belh şehrinde siyasî istikrarın ortadan kalkması ve Moğol istilâsı tehlikesi üzerine göç ederek, dönemin ilim ve san'at merkezi konumunda olan Bağdat’a geldi. Oradan Kutsal Topraklar’a geçip hac görevini yerine getiren aile, daha sonra Şam, Malatya ve Erzincan üzerinden eski adı Larende olan Karaman’a ulaştı. Baba Bahaeddin Veled, 1225 yılında, 17 yaşında olan oğlu Muhammed Celâleddin’i (Mevlânâ), kafilenin üyelerinden Semerkantlı Lala Şerafeddin’in kızı Gevher Hatun ile evlendirdi.
Bahaeddin Veled, o dönemde Selçuklu devletinin başşehri olan ve ilim irfan sahiplerine kucak açmasıyla bilinen Konya’ya, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından dâvet edildi. 7 yıl Karaman’da kalan aile, 5 Mayıs 1228’de Konya’ya gelerek ovanın ortasındaki bu başşehre kalıcı olarak yerleşti. Doğumu Allah’ın huzurundan ayrılma, ölümünü ise düğün gecesi (Şeb-i Arus) olarak gören ünlü düşünür ve mutasavvıf Mevlânâ, 7 asırdan bu yana insanlığın önünü aydınlatmaya devam ediyor. İnsanların, bir alfabenin harfleri gibi farklı farklı olduğunu ancak bir kelime yazabilmek için bütün harflere ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Mevlânâ, bütün insanları ‘aynı ağacın dalları, aynı geminin yolcuları’ olarak kabul ediyor. Mevlânâ’nın düşünceleri ve eserleri, bugün sadece Türkiye’de değil ABD başta olmak üzere dünyanın her yerinde büyük ilgi görüyor.
Yeni Asya