Rıfat Okyay'ın yazısı
Künyesi Ebü’l-Beha Ziyaüddin Halid bin Ahmed bin Hüseyin’dir. Kadiriye tarikatına bağlı bir sufi olan babası Pir Mikail tarafından soyu Hz. Osman’a (ra), annesi tarafından Hz. Ali’ye (ra) dayanır. 1193 tarihinde Bağdat’ın kuzeyinde bulunan Zur bölgesinde dünyaya gelmiştir. Karadağ’da Şeyh Abdürrahim Berzenc ve kardeşi Şeyh Abdülkerim Berzenc gibi, büyük bir çok âlimden dersler alarak tahsilini maddî manevî mertebelere çıkacak kadar ileri seviyelere getirmiştir. Mantık ve kelâm konularında ihtisas sahibi olan Halid b. Ahmet, yirmi bir yaşında çevresindeki ilim merkezlerini araştıran ve ulaşan ‘’Mevlânâ’’ ünvanıyla anılan bir ilim adamı, bir mertebe sahibi sufi olarak tanınmış ve anılmaya başlanmıştır... 1213 yılında Şeyh Abdülkerim Berzenci’nin vefatından sonra Irak’ta Süleymaniye şehrinde onun yerine medresesinin müderrisi olmuştur. Burada yedi yıl müderrislik yapmıştır. Zamanın aklî ve mantıkî ilimlerinden tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, akaid konularında mütehassıs birisi olarak derin ilminin yanında, büyük bir zühd ve takva içerisinde Müslümanlara hizmet vermeye, binlerce talebe yetiştirmeye muvaffak olmuştur...
Hac yolunda, milâdî 1805 yılında, Medine’de kınadığı yanlışlıklar konusunda, Yemenli bir zatın bu işi terk etmesi konusunda tavsiyesine muhatap olmuştur... Mekke’de sırtını Kâbe’ye dönerek oturan bir zatı kınayınca, o zat kendisine dönerek: ‘’Allah indinde mü'min bir kulun değerinin Kâbe’nin değerinden daha yüksek olduğunu biliyor musun?’’ demesi üzerine, hayretini, alâkasını gizlemeyen Mevlânâ Halid, o zata mürid olmak istemiş, fakat o kendisine ‘’Sizin mürşidiniz Hindistan’da bekliyor’’ diyerek isteğini kabul etmemiştir...
Süleymaniye’de bulunduğu zaman içinde Hindistan’lı derviş Mirza Rahimullah Azimabadi tarafından Delhi’de bulunan Şeyh Abdullah Dehlevi’den el almasını tavsiye etmesi üzerine altı ay sürecek olan, İran ve Afganistan üzerinden Şiîiler noktasından ve onlarla yapılan fikri münakaşalar sebebiyle çok müşkilatlı ve zahmetli geçen bir yolculuktan sonra Delhi’ye ulaşmıştır. Burada Abdullah Dehlevi ile görüşerek ona intisap etmiştir. Nakşibendiye’nin seyr-i süluk mertebelerini beş ay gibi kısa bir sürede katetmiş ve şeyhinden icazet almıştır. Maddî ve manevî ilimlerle mücehhez bir halife olarak, şeyhi tarafından Süleymaniye’ye irşad için geri gönderilirken kendisine Nakşibendiye’nin yanında Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Cişti tarikatlarında da irşad ve aydınlatma konusunda izin ve icazet verilmiştir.
Süleymaniye’deki muazzam ilim ve irşadını, aydınlatmasını Bağdat’a çeviren ve oraya giden Mevlânâ Halidi Bağdadî (ks) burada yetiştirdiği dört bin talebesine ilim ve tasavvufta icazet vermiştir. Adeta vazife gibi, bütün talebeleriyle birlikte neşrettiği doğru İslâmiyetin, iman ve Kur’ân hakikatlarının özellikle Şiîler’den aldığı ve alacağı yaraları tamir etmeye çalışarak, bu yolda Süleymaniye, Bağdat, Şam, Doğu ve Güney Anadolu, Kafkaslar, İran ve Irak’ı içerisine alan çok geniş bir dairede irşad hizmetinde bulunmuştur.
Kendisine intisab eden Şam Müftüsü Hüseyin Efendi Muradî, büyük ısrarlarla şeyhi Mevlânâ Halid-i Bağdadî’yi, Bağdat’tan Şam’a gelmeye ikna etmiştir. Talebeleriyle Şam’a gelen Mevlânâ Halid (ks) bulunduğu asrın müceddidi olarak burada da irşadlarına devem etmiştir. Şam’da çıkan veba salgınından etkilenerek 9 Haziran 1827 tarihinde vefat etmiştir. Şam yakınlarındaki (şimdi Şam’ın dahilinde) Kasiyyun Dağının eteklerinde bir tepeye defnedilmiştir. Buraya inşa edilen türbe zamanla harap olmuştur. Zamanımızda Türkiye’de bulunan müntesiplerinin delâletiyle türbe ve çevre düzenlemesi yeniden yapılmıştır. Kendisine ait olan cübbesi müceddidliğin bir alâmeti farikası olarak, akrabalarından Asiye isimli bir hanım tarafından kendisinden sonra gelen müceddid Bediüzzaman Said Nursî’ye ulaştırılmıştır.
Bilinen on adet eseri mevcuddur. İman ve Kur’ân dâvâsındaki vazifesini hakkıyla yerine getirmeye çalışan Mevlânâ Halidi Bağdadî’nin (ks) şefaatine Cenâb-ı Hak hepimizi mazhar eylesin. Allah (cc) ondan ebediyen razı olsun İnşaallah.
Yeni Asya