Mevlana Halid (KS) selam yurdu olan Bağdat’ın Şehrezur kasabasının ahalisinden Ahmet b. Hüseyin’in oğludur. O da şeşengost altı Parmaklı lakabıyla meşhur kamil veli Pir Mikail’in (KS) neslindendir. Altı parmaklı yaratıldığı için bu lakapla meşhur olmuştur. Pir Mikail de Zinnureyn lakabıyla meşhur ihsan, fazilet ve haya kaynağı üçüncü Halife Osman Bin Affan el Kureyşi’nin zürriyetindendir. Annesi ise Hz Ali’nin neslinden olup nesebi kamil veli Pir Hızır Fatimi hazretlerine ulaşır.
Mevlana Halid Hazretleri fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf, akaid, sarf, nahiv, meani, beyan, bedi, vaz, münakaşa adabı, aruz, kafiye, muhadarat (unutulmayan yeri zamanı geldikçe tekrarlanan edebi, tarihi hikayeler, latifeler veya ilimle, fenle ilgili bilgiler) usül, mantık, hikmet, hendese, hesap, heyet, akıl ve nakli ilimler tahsil ederek yetişmiştir. Bütün ilimleri tahsil etmiş onlardaki her şeyi kavramıştır. Şeyhlerine mutabakat için Firuzabadi’nin Kamus adlı eserini ezberlemiştir. Bağdat’ta bulunan asrının alim ve şeyhlerini Irak alimlerinin tamamını, hatta dünyanın dört bir tarafındaki bütün alimleri geçmiştir. İlimlerin sırlarını tahkik hususunda Allah’ın ayetlerinden bir delil idi. Çocukluğundan beri zühdü ve takvasıyla beraber bütün alimler ve şeyhleri onun üstünlüğünü ve faziletini ikrar etmişlerdir.
Zühd, takva ve iffet sahibi olarak yetişmiş doğrulukta parmakla gösterilen biri olmuştur. ilimlerde en yüksek mertebeye ulaşmıştır. Arapça, Farsça, düzyazı ve şiirde çok kabiliyetli olup belagatta en büyük alimlerden olmuştur. Medreselerden hangisinde bulunursa bulunsun en bilgili, en takvalı, en faziletli ve en zeki olan Mevlana Halid olurdu. Tahkik ve tedkik sahasında diğerlerini geride bıraktı.
Beyzavi Tefsiri, İbn-i Hacer el Mekki’nin Tuhfet ül Muhtac, Şemsettin Mahmut el İsfahati’nin Şerhül Tecrid, Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerh ül mevakıf, Sadetin Taftezani’nin Şerh ül Makasıd, Kutbuddin Muhammed er Razi el Tahtani’nin Şerh u Metalil Envar, Seyyid üs Sened ünvanıyla meşhur Seyyid Şerif Cürcani’nin Haşine Ala şerhi Metaliil Envar, Muhakkik Siyalkuti’nin Haşine ala Şerh il Akaid’in nesefiye li Sadet Teftezani, Seyyid Şerif Cürcani’nin Haşiye ala Şerh Muhtasar il Münteha, büyük alim Ahmet b Haydar el Hayderi’nin Muhakemat’ı, İbn-i Sina’nın el işaret vet tenbihat adlı eserine yapılan şerhler, Nasiriddün Tusi’nin et Tezkire fil ilmil Heye adlı kitabı ve şerhleri… Sorulan sorulara tahkik ve tedkik ehlini hayrete düşürecek şekilde hiç düşünmeden cevap verirdi. Ledünni ilmi her tarafa yayıldı. Bütün medreselerde hoca durumundaydı. Süleymaniye Mutasarrıfı Abdurrahman Paşa Mevlana Halid’e medreselerden birinde önemli vazifeler vermek istemiş fakat o dünyalık ve geçici şeylerden uzak durduğu için “ben bu makamın ehli değilim” diyerek teklifi kabul etmemiştir.
Hocası Şeyh Seyyid Abdülkerim Berzenci’nin vefat etmesi üzerine onun medresesinde müderrisliği üstlenmiş akli ve nakli ilimlerin çeşitli dallarında ders vermiştir. Her taraftan büyük alimler istifade etmek için ona yönelmişler, bununla beraber o ibadetlerle Allah’a yönelerek dünya ve dünya ehlinden yüz çevirmiştir. İhtiyacını Allah’tan başkasına arzetmez, dünya ehlinden ve yöneticilerinden birine gidip gelmezdi. Havas ve avam arasında sözü geçerliydi. Taati, sabrı, kanaatıyla büyük alimler tarafından gıpta edilmiş ve insanların sevgilisi olmuştu. Ayrıca ruhani bir cezbe sahibiydi.
Mevlana Halid 1805’de Hacc’a gitmek için yola çıkmış daha sonra Şam’a varmıştır. Bu tarihlerden yüz yıl sonra da Bediüzzaman Şam’a gitmiştir. Hayatları arasında yüz yıllık farklı simetriler vardır. Şam uleması tarafından kabul edilmiş, takdir edilmiş, aynı durum Bediüzzaman için de geçerlidir, orada Hutbe-i Şamiye isimli eserini hutbe olarak irade etmiş ehli ilmi ve ahaliyi gelecek yüz yıl için organize etmiş ve sosyolojik ve dini çözülmenin kaynaklarını ve tedavi çarelerini göstermiştir.
Hac vazifesini ifa ederken Peygamber ikliminde gördüğü iki kerametvari vaka onu başka bir manevi iklime yöneltmiştir. Kabe-i Muazzama’ya dönük Delail ül Hayrat okurken, bir zatın ikazı ile karşılaşır, aynı ikaza gönderme yaparak Mekke’de bir başka zat kendinden öncekinin ikazına uygun hareket etmesini söyler ve ona “Senin fütuhatın bu diyarda olmayacak” diyerek Hint diyarına işaret etti ve “sana oradan bir işaret gelecek, fütuhatın oradan gerçekleşecek“ dedi. Bu şekilde Harameyn’den uzaklaşıp Şam’a döner.
Bediüzzaman da Türkiye’nin geçirdiği geleneği inkar fırtınalarına rağmen bulunduğu coğrafyayı terk etmez ve “Mekke’de de olsam buraya gelecektim” diyerek, benzer bir tutum sergiler. Allah onu da Bediüzzaman’ı da buhranlı ve huzursuz coğrafyalara göndermiştir. Bu evliyalarda böyle olduğu gibi bütün peygamberler de öyledir?
Mevlana Halid, Irak’a dönmüş kendisine gösterilecek işareti beklemiştir, bu haldeyken Abdullah Dihlevi hazretlerinin müritlerinden Hintli bir zat Süleymaniye’ye gelir, onu, Mevlana’ya gönderen Abdullah Dihlevi hazretleri idi. Hintli zat ile Mevlana Halid günlerce halvete girmiş ve gizli konuşmuşlardır. Bediüzzaman da değişim anlarında halvete girmiştir, o şahıslarlardan ziyade kitaplarla halvete girmiştir, Fütuh ül Gayb ve Mektubat ile Sarıyer’deki halvethanede buluşması gibi.
Bu halvetlerin neticesinde kitapları, medreseyi ve her şeyi terk edip Hinli zatla Hindistan’a gitmeye niyet eder. Hindistan’a giderken güzergahı üzerinde Tahran’a uğrar şia alimlerini münazarada susturur, oradan yolu üzerinde bulunan büyük evliyaların, alimlerin mekanlarını ziyaret eder. Bu arada o coğrafyalardaki alimleri de münazaralarda hayran eder, faziletini ve ilimlerdeki üstünlüğünü kabul ederler. Bediüzzaman da bütün dolaştığı coğrafyalarda alimleri kendine hayret ettirecek derecede büyük başarı göstermiştir. Bu durumlar her iki zatın da tarafı ilahiden kabulu ve efkarı ammeyi tescili demektir. Lahor’da Abdullah Dihlevi onu dişleriyle yanağından tutup kendine çeker, ertesi gün Şeyh Senaullah ona “kardeşimiz Dihlevi’ye hizmet etmek bereketine nail oldun, buna sevin” demiştir. Bediüzzaman ise kendisine bizzat Peygamberimiz (asm) tarafından ilim verileceği söylenmiş ve öyle de olmuştur.
Şeyhinin bulunduğu bölgeye giderken hem şeyhi hem de kendisi birbirlerinden haberdardırlar ve işaretler alırlar. Onun yanına varınca onun hizmeti ile meşgul olmuştur. Mücahade ile beraber kendisine telkin edilen zikri yerine getirerek zaviyenin hizmetinde bulunmuştur. Beş ay içinde huzur ve müşahede makamlarına ulaşmıştır. Şeyhi ona keşfi müjdeler vermiştir, nefsin isteklerini kıran ve küçük düşüren meşakkatli riyazetlere tahammül etmesiyle kalp gözü açılmıştır. Bir yıl olmadan beka, fena ve dirayet makamlarında kökleşmiştir. Emin bir şekilde velayeti Kübra makamına vasıl olmuştur. Abdullah Dihlevi, Nakşibendi sadatlarından gelen ruhani bir işaretle Nakşibendiye, Kadiriye, Sühraverdiye ve Kübreviyye ve Çiştiyle olmak üzere beş tarikatta kendisine mutlak ve tam bir hilafet verip irşadla görevlendirmiştir. “Hakkı talep etmede yüce himmet sahibi“ şeklinde vasıflandırımıştır.
Halidi hazretleri bir halvet anında Dıhlevi Hazretlerinin ruhaniyetinin üzerinde evliyanın Sultanı Ali el Murtaza Ebu Talib’i görür, bundan sonra şöhreti dört bir tarafa yayılmış, bütün beldelerde irşadı artmış, bütün bölgelere nuru ve ledünni ilimleri açığa çıkmış güneşin gün ortasındaki netliği gibi bu feyzin meyveleri görülmüştür. Dihlevi Hazretleri onu ülkesine gönderir. Haydariye ve Berzenciye sadatlarının bulunduğu bölgede nasıl irşat yapacağı konusunda tereddütte iken şeyhi ona “Sen git onlar sana hizmetkar olacaklar ve oranın emirleri senin ayağına gelecektir” der. Şeyhinin daha ne istersin” demesine karşılık ”Dini ve dinin kuvvet bulması için dünyayı da isterim” der. Şeyhi “sen git istediklerinin hepsine kavuşacaksın“ der. Bediüzzaman da Hazreti Ali’nin manevi veledi ve manevi varisidir. Ünlü Celcelutiye isimli eserinde eserlerine işaret etmiştir.
Mevlana Halid, Bağdat’ta İhsaiyye denilen bir medresede, ki o medrese Abdülkadir Geylani’nin bir müddet inziva ve riyazette bulunup sonra Babüllecz Zaviyesine geçtiği söylenmiştir. Burayı Vezir Said Paşa tarafından onarılmış ve Mevlana Halid buraya yerleşmesini istemiştir. Mevlana hazretleri buraya yerleşmiş burası günümüze gelene kadar kendisinin ve halifelerinin irşad zaviyesi olmuştur. Bediüzzaman da Şeyh-i Geylani ile alakadardır, onu hocalarından biri olarak kabul ettiği gibi Yeni Said’e geçerken onun Fütuh ül Gayb isimli eserini okumuştur. Mevlana Halid vezir Said Paşa’ya dua etmiş hayatının güzel bir sonra neticelenmesini istemiş ve demiştir. “Yarın kıyamet gününde herkes kendi nefsinden sorumlu olacaktır. Sen ise kendinden ve yönetimin altındakilerden sorumlu olacaksın. Öyleyse Allah’tan kork. Çünkü öyle bir gün gelecek ki o günde süt emziren anneler çocuklarını görmez, hamile kadınlar o gün çocuklarını düşürür. O gün insanları sarhoş gibi görürsün fakat onlar gerçekte sarhoş değildirler. Ancak Allah’ın azabı çok çetindir.“ (Hac 22)
Vezir Said Paşa bu sözleri işitince bir ileri bir geri gitmeye başlamış ve yüksek sesle ağlamıştır. Mevlana Halid vezirin imanının sahih olduğunu söylemiş ve elini vezirin boynuna koymuştur. Hz Mevlana Halid, Bağdat’daki bir neticesiz iftira olayından sonra memleketi olan Süleymaniye’ye dönmüş orada bir tekke inşa ettirmiş, irşada başlamıştır. Şeyh İsmail Şirvani, Şeyh Hafız Urfalı, Şeyh Ahmet Eğribozi, Şeyh Feyzullah Erzurumi gibi büyük alimler ondan inabe almaya gelmişlerdir. Bunlar onun cazibe halkasına takılanlardan bazılarıdır. Onun halifeleri bütün ülkeye yayılmıştır. Bölgedeki Arap, Kürt ve Fars, Türk bütün milletler, bölgeler ve beldeler onun peşinden gitmişlerdir. Bütün alimlerin ona boyun eğmeleri ondan başkasına müyesser olmamıştır. Gelenlere tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf dersleri okutmuştur. Tekrar üçüncü defa olarak Bağdat’a gitmiş, uzun müddet orada ikamet etmiş, Şam’a yolculuk yapmış ve orada 1827 senesinde taundan dar ı uhraya göçmüştür. Orada İbni Abidin kendisinden kelam ve diğer ilimleri okumuş müridlerinden olmuştur.
Eserlerinden, İrade-i Cüziye Risalesi, Maturidi ve Eşari anlayışına göre yazılmış yirmi sayfalık bir bahistir. Muhakkik Siyalkuti’nin kelam ilminden bahseden Siyalkuti Haşiyesine yazılan talikatı, Kelam ilmine dair bir eserdir. Makamat-ı Hariri üzerine yazdığı bir şerh.
Mevlana Halid Hazretleri son derce cömert bir insandır, birçok dul, yetim ve miskine infak ederdi. Nazarı da meşhurdur, bir defasında bir Hıristiyan vatandaşa nazar eder, o şahıs zaviyeye kadar gelir, Müslüman olur huzur ve sukün ehli bir hale gelir.Kendisini öldürmek için bir araya gelen silahlı 200 kişiye celal nazarı ile bakar, onlar kaçıp dağılırlar, kimisi düşüp bayılır. Bediüzzaman’ın da hayatında da geçerli bir vaka şöyle. Şeyh Yahya el Mervezi, onu mat etmek için sorular hazırlar ve dergahına gelir. Yanına oturan Şeyhe hitaben Mevlana Halid, “ilimlerde birçok müşkül mesele vardır, bunlardan bazıları şu, bazıları da şudur. Cevabı da şunlardır.” Sormayı planladığı soruların tamamının cevaplandığını gören Mervezi Mevlana Halidi’nin ayaklarına kapanarak ondan affını istemiş ve ondan inabe almıştır. Onu tahrik edenler de tövbe etmişlerdir. Mevlana Halid ve Bediüzzaman özel bir insan, özel itina ile Allah’ın yedi kudreti ile techiz edilmiş ve dinin izzetini ve İslamın izzetini müdafaa etmiş bu fani dünyadan öteye büyük aziz olarak göçmüşlerdir.
İnsan bu insanların hayatını okuyunca Allah’ın huzuruna mahcub ve ömrünün hakkını vermeden gitmenin utancını yaşıyor. Eşyalarla, makamlarla bir kaşık suda kendini mutlu saymanın mutluluk olup olmadığı kısa sürede anlaşılır.
Mevlana Halid, Abdülvehab el Susi’yi Asitane, İstanbul’da halife olarak bırakmıştı. Fakat bu zat ileri gelen devlet adamlarıyla olan ilişkileri ve mal sevdası sebebiyle gurura kapılmış, bunun neticesinde Mevlana Halid tarafından tarikattan kovulmuştu. Bu zat birini araya koyarak Mevlana Halid’den af diler. Mevlana Halid “Bu iş benim elimde olsaydı onu affederdim. Fakat Nakşibendi silsilesindeki bütün sadatların ruhaniyeti onu bu yüce tarikat makamından kovmuşlardır” der.
Mevlevi tarikatının meşhur müntesiplerinden Halet Efendi Sultan Mahmut Han’ın huzurunda Mevlana Halid hakkında kötü sözler sarfetmiş, Mevlana Hazretleri bunu şöyle buyurdu. “Halet Efendi’nin işini piri olan Mevlana Celalettin-i Rumiye havale ettim. Onu kendi tarafına çeker ve hak ettiği muameleyi yapar.” Daha sonra Sultan Mahmud Han Halet Efendi’ye kızarak onu Mevlana Celalettin-i Rumi makamının bulunduğu Konya’ya sürmüş ve orada boğdurtarak öldürmüştür. Böylece bu sözün sırrı da açığa çıkmıştır.
Seyyid Übeydullah el Hayderi, kafilesini basacak Arapları görünce sıkıntıya düşer, Mevlana Halid’e başvurur, Mevlana Halid tek başına atına binerek bir arslan gibi kafilenin önüne geçmiş yerden bir avuç toprak alıp ona okumuş ve onların yüzüne doğru atmıştı. Bundan sonra onlar göz önünden kaybolmuş hiç kimseyi göremez olmuştu. Bir müddet sonra kafileyi basanlar gelip Mevlana Halid’in ayaklarına kapandılar.
Ümmeti Muhammedin eserlerinden faydalandığı Haşiye tül Dürrü Muhtar, Tenkih-i Hamidiye, usül ilmine dair Haşiye tül Şerhh’il menar gibi eserlerin sahibi Seyyid ibn-i Abidin Mevlana Halid’in en has müridlerinden biri olup Mevlana Halid’in yanında kelam ilmini okuyordu. Bu dersler devam ederken bir gün rüyasında üçüncü Halife Osman Bin Affan’ın (RA) vefat ettiğini kendisinin de Emevi Camiinde onun cenaze namazını kıldırdığını gördü. Sabah derse gittiğinde rüyasını Mevlana Halid’e anlattı. Mevlana tebessüm ederek “senin rüyanın yorumu şöyledir: Ben yakında öleceğim, sen de Emevi camiinde benim cenaze namazımı kıldıracaksın. Çünkü ben Hazreti Osman’ın (ra) neslindenim” buyurdular. Günler sonra Mevlana hazretleri taundan vefat ederek şehid oldu. Cenaze namazını da bildirdiği gibi İbn-i Abidin kıldırdı. Kendisi bütün dilleri o dilin ehli gibi çok güzel konuşurdu.
Mevlana Halid son derece heybetli olup hiç kimse yüzüne dikkatlice bakamazdı. Yeme içme, giyme, uyuma, fiillerinde, konuşmalarında oturup kalkışında bütün hal ve hareketlerinde sünnete son derece riayet ederdi. Hizmetinde bulunanlardan hiçbiri bir tek sünneti hatta müstehapları bile terk ettiğine şahid olmamıştı. Bediüzzaman‘ın da yüzüne hiç kimse bakamaz, bakanlardan da rahatsız olurdu.