Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. (Münazarat)
Kış; soğuk, ürkütücü, yalnız, çetin, kaygan zemin, ölüm… Ve bahar; sıcağa başlangıç, munis, yenilenen, sıcak toprak, çiçeklenme zamanı, doğuş… İlle de kar yağmalı mı kış için? Buz tutmuş donuk düşünceler ve hareketlerle zemini kara bulamakta üstümüze yoktur, kara ne hacet (!) Ancak donuk düşüncelerin bile, hiç düşünmeyen, okumayan bir baharda kıymetlendiğini söylemek gerekiyor. Kışta gelseydi bu bahar taifesi nice olurdu halimiz.
Düşünmemeye ve okumamaya devam ederse bu taife halini özetleyecek tek kelime şu olacak: Vehamet! Kışın o sert zeminine düşünce tohumları ekenler akla gelmeli hemen. Kimi yürekleri yeterince şahlandırmaya, kimilerinin yüreğinde ise en azından bir kıpırtıya sebep olan düşünce tohumlarının müsebbîpleri…
Kışta ve baharda gelenleri karşılaştırmak suretiyle baharda gelenlerin kışta, kışta gelenlerin ise baharda gelse idi nasıl olacağını tahayyül edelim: Kışta gelen baharda gelseydi fark eden bir şey olmazdı gibi geliyor. Sert, kaygan zeminde bile düşünce tohumları ekebilmeyi başarmışlar, her şeyin insanların emrine amade olduğu, imkanların bollaştığı bir zamanda elbette daha iyisini yapacaklardı. Tohumu ekmekle kalmayacak, çiçeklendiğini göreceklerdi. Bununla da yetinmeyecek meyvelerini de alacaklardı.
Peki ya durum bunun tersi olsa idi: Tohum ekebilecek miydik aya? Çok zor görünüyor öyle değil mi? Bunca nimete karşı gösterdiğimiz tek şey tembellikken, zorluklara karşı ne yapardık tahmin etmek çok güç değil. O’nu anlamak, O’na ulaşmak kıştan kalma tohumlarla böylesi basitleştirilmişken hala tembellik ediyoruz. Okumanın yazmanın bedeli hapislere mahkum edilmek değil artık. Az da olsa düşünceye saygı gösteriliyor. Yüz çevirirsek, nankörlük edersek bu nimetler azaltılmayacak mı?
Bahar sözlerinden devrin çok rahat olduğu, günah işlemeye meyil verecek şeylerin olmadığı anlaşılmamalı. Her devrin kendisine göre farklı fitneleri var elbette. Bahar kışa göre biraz daha rahat o kadar. Kış mevsimini yaşayıp tohum ekenlerin sayılı olduğu bunun açıklaması olacaktır. Özetle insan her mevsimde insan. Baharda da kışta da… Yine düşünmeye, okumaya, anlamaya muhtaç.
Sürçmeler, düşmeler güzel; çünkü yerde kalmayıp yeniden doğrulmalar olduğu sürece sonuç bunlardan güzel. Hidayete erdirecek birilerinin varlığını hissetmek ve buna ihtiyaç duymak hepsinden daha güzel. Kışta ekilmiş tohumların en olgun meyvesi bu olsa gerek: Biri var!
Hz. İbrahim yanına gelen ve Allah inancı olmayan iki dilenciye bana secde ederseniz size yemek verir sizi doyururum diye vaatte bulunmuştur. Seccadenin üzerine gelen iki dilenci namaza başlarken Hz. İbrahim şu şekilde yalvarmıştır O’nu yaratana: Allah’ım buraya kadar getirmek benim işimdi. Bundan sonrası senin tasarrufunda. Ve iki dilenci oradan iman etmiş bir şekilde ayrılmıştır. Hülasa, hidayeti verecek olan O’dur. Yeter ki yönümüzü iyi belirleyelim. Ekilen tohumlar çiçeklenmeye zaten hazır.
Kendimize kışı yaşatan biziz. Sürekli bir tatminsizlik. Nedeni çok açık değil mi? Bizi asıl tatmin edeceğe uzağız. Çok hem de… Ulaşmak sandığımız kadar basit değil ki bahara erişemedik bir türlü. Ne istediğimizi mi bilemedik yoksa niye istediğimizi mi? Çaba göstermek ve böylece çiçeklendirmek dalları bu kadar mı zordu, yapamadık!
Her şeye rağmen ümitle dolmalı yeniden! Boşluk duygusu, arayışından kaynaklanmıyor mu insanın? Bulamasa da, arama emareleri korkudan uzaklaştırmalı, ümide yaklaştırmalı. Biz kaybettiklerimiz için gözyaşı dökmeyi öğrendik kışta; baharda hiç bulamadıklarımız için ağlamayı öğrenmeliyiz zamanı geldi, geçiyor. Ve baharda çiçeklenen dalların meyve mevsimi gelmeli; bulamadığımıza ağladığımız gibi, bulduğumuza da ağlayabilmeliyiz. “Bunca mevsim Onsuz nasıl geçmiş”in gözyaşlarını akıtabilmeliyiz zamanı geldi, geçiyor. Ardından ebedi gülme mevsimidir, hayrola!