Risale Haber-Haber Merkezi
Hürriyet gazetesi yazarı Kanat Atkaya, Risale-i Nur etrafında dönen sadeleştirilme tartışmalarını okuyucularına duyurdu. Memleketteki biricik polemiğin "Paul Auster" olmadığını belirten Atkaya, "Mevzu Said-i Nursi’dir, Nur Risaleleri’dir. Mevzu risalelerin günümüz Türkçesiyle basılmasına karşı çıkmak veya taraf durmak
mevzuudur" dedi.
Atkaya'nın yazısı şöyle:
Siz memleketteki biricik polemiğin şöyle geliştiğini mi düşünüyorsunuz?
Paul Auster gelsin.
Paul Auster gelmesin.
Paul Auster gelse ne olur, gelmese ne olur?”
O zaman fena halde yanılıyorsunuz.
Bir tartışma daha var.
Zaman’dan Ahmet Turan Alkan’ın tabiriyle “Lâkin mevzû ateşteki kestanedir...”;
yani bir yerde dokunanı yakabilir.
Mevzu Said-i Nursi’dir, Nur Risaleleri’dir.
Mevzu risalelerin günümüz Türkçesiyle basılmasına karşı çıkmak veya taraf durmak
mevzuudur.
En azından “İslamcı cenah” açısından...
* * *
Hâkim olmadığım bir mevzu olduğundan çoğunlukla tartışmanın nedenini, tarafların
görüşlerini aktarmakla yetineceğim.
Said-i Nursi’nin görüşleriyle ilgili bilgim 1908-1909 arasında yayınlanan Volkan
gazetesindeki yazılarından ibarettir.
Malum, Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan, 31 Mart Olayı’nda anahtar rolde
kabul edilir.
Hareket Ordusu’nun müdahalesinin ardından Said-i Nursi (Volkan’daki imzasıyla
hatırlarsak Bediüzzaman Molla Said-i Kürdi ibni Mirza) de yargılanmış, beraat
etmiştir.
İkinci Meşrutiyet dönemine duyduğum merak nedeniyle okuduğum Latin alfabesine
çevrilmiş (transkripsiyon) Volkan’daki (İz Yayıncılık, 1992) yazılarında, Said-i
Nursi’nin birkaç yerde diliyle ilgili uyarıları dikkatimi çekmişti.
“...Kader bana Türkçeyi az vermiş, hatta hiç vermemiş, dikkatinizle bana yardım
edin...” (Nüsha: 84)
“Lisanım fikrime iyice tercümanlık edemiyor. Muhakemenizle bu perişan sözlere
bir intizam veriniz...” (Nüsha: 97)
İmzasıyla yayınlanan yazılarda yaptığı başka uyarılardan da anlıyoruz ki;
makaleler çeviri usulüyle aktarılıyor.
* * *
Şimdi gelelim bugünkü tartışmaya.
Said-i Nursi’nin takipçileri tarafından yazılan, çoğaltılan tefsirler bugüne
kadar yazdırıldıkları dilde yayınlandı.
Arap harfleriyle yapılan ilk tefsirlerin daha sonra Latin harflerine aktarılması
sırasında dilde yenileme yapılmadı.
Günümüz Türkçesiyle anlamanın imkânı pek değil, hiç yoktur.
Said-i Nursi’nin risaleleri bir “fıkıh kitabından çok kelam kitabı” olarak kabul
edilir.
Diline dokunmak, takipçileri açısından büyük bir tabudur.
Hal böyleyken, Ufuk Yayınları “Lem’alar” adıyla ocak ayının son günlerinde
sadeleştirilmiş edisyonu yayınlayınca...
* * *
Ahmet Turan Alkan’ın ve Yusuf Kaplan’ın (Yeni Şafak) bu gelişme üzerine
yazdıkları makalelerden anlaşılıyor ki ortalık karışmış.
Ahmet Turan Alkan “Aman yanlış anlaşılmayayım, orijinal metinlerin korunmasından
yanayım. Ama ne olmuş işte, eskisi ortadan kalkmıyor ya; güzelce günümüz diline
kazandırılmış, anlamayanlar da anlar artık...” cephesinde “ateşteki kestaneyi”
hatırından çıkartmadan duruyor.
Yusuf Kaplan ise çok net ve çok sert!
Eski bir yazısını (Anahtar, “Bediüzzaman/da/dır”) ekleme yaparak yayınlamış.
“Cinayettir!” diyor özetle.
“Cinayettir” diyen sadece Yusuf Kaplan değil.
Said-i Nursi’nin yaşayan 8 öğrencisi de ortak bir açıklamayla “Tahrifattır,
cinayettir” dediler.
Yayınevi, “Amacımız kötü değildi, biraz müsamaha” noktasında savunma yapıyor.
Tartışmayla ilgili çıkan haberlerde “İngilizce bilenler, risaleleri İngilizce
kitaplardan daha iyi anladıklarını söylüyorlar” gibi cümlelerden anlıyoruz ki;
özellikle yeni kuşaklarda müsamaha biraz daha fazla ancak konu tabu olduğu için
kimse tedbiri elden bırakmıyor/bırakamıyor.
* * *
Paul Auster’a kilitlenmişken böyle büyük bir tartışmadan haberiniz olsun
istedim, bu yazıyı ondan yazdım.