Risale Haber-Haber Merkezi
Zaman yazarı Abdullah Aymaz, Avustralya’da yaşanan ilginç bir olayı aktardı. Daha çok Türklerin yaşadığı bölgede Türk gençlerinin uyuşturucu ve kumar belasına bulaştığını ifade eden Aymaz, bir kişinin Meyve Risalesi ile söz konusu belanın önüne geçme çabalarını anlatıyor:
Köylü Hayri Bey
Tam Ankara İlâhiyat Fakültesi’ne gireceği sırada bir yol açıldı.
Avustralya’ya gitti. Sevdikleri saydıkları ona “İyi olur, hizmet olur, git!.. ” dediler. Orada sosyoloji tahsili yapmaya başladı… Bir de baktı yaşadığı şehrin bulunduğu mahalle göçmenlerle dolu, bunların yüzde kırkı da Türkiye’den gelmiş. Ama suç oranı en çok bizimkilerde yoğunlaşıyor. Gençlerimiz perişan, büyüklerimiz kahve köşelerinde, kumarhanelerde ve diğer batakhanelerde…
Önce kahvehanelere gitti ve onlara Bediüzzaman Hazretleri’nin Denizli hapishanesinde yazdığı Meyve Risalesi’nden bilhassa Dördüncü Mesele’den bahsetti. “İnsanda daireler vardır… Kalb dairesi, mide dairesi, vücut dairesi, hane dairesi, mahalle, şehir, ülke ve dünya daireleri… İnsanın bütün bu dairelerle alakası ve vazifeleri vardır. En küçük daire kalb dairesidir ama en büyük vazife o daire ile ilgilidir. En büyük daire dünya dairesidir ama en az iş ve ara sıra vazife o daire ile ilgilidir. Her nedense insanlar kendileriyle alakaları olmayan işlerle en çok meşgul olur vakitlerini öldürürler. Kalb dairesi eğer iman, iz’an ile süslenmemiş ise, bütün dünya sizin olsa ne faydası var? İmansız, ibadetsiz giden bir insan ebedî hayatını mahveder… Gençlerimiz nerelerde, bunlar ne olacak? Bunlara sahip çıkmamız gerekmiyor mu? Bunların midelerini düşünüyoruz ama kalblerini düşünmüyoruz… Bu iş nereye varacak? En çok suç işleyen bizim gençler… Bir çare düşünelim…” meâlinde ve benzeri sözler söylüyor, mesuliyetlerini hatırlatıyor… Hep böyle kahve kahve dolaşıyor…
O bölgede bir de Adanalı Hayri var. Oraların en büyük ve en usta kumarcısı… Onlar gece ikiden sonra en rafine, en büyük kumarhanelerde en büyük paralarla kumar oynuyorlar. Kumarhane sahipleri onun gelmesi için kırmızı halılar döşüyorlar. Çünkü geleceği yere, para babaları geliyor… Onu gündüzleri pek gören yok…
Zira gündüzleri uyuyup geceleri kumara çıkıyor. Bir gün, mühim bir kumarbaz ile sözleşmek için bir kahveye gidip beklemeye koyuluyor. Tam o sırada bizimki gelip yine dertli dertli anlatmaya başlıyor… O da beklerken dinliyor. Konuşma bitiyor, bu kasketli köylü Hayri Bey onun yanına yaklaşıyor “Evladım senin derdin ne? Sen ne yapmak istiyorsun?” diyor. O da “Dedim ya amca, gençler!.. Yarın bunlar birer canavar olacak evlerin içinde; şimdi bunların ellerinden tutmak lazım.” diyor. Hayri Bey gözleri dolarak “Benim bir oğlum da uyuşturucu müptelası oldu, ne yaptıksa kurtaramıyoruz. Senin yanında ben de varım.” diyor. Hep yanında oluyor. Bir gece “Kuyruk kesmeye gidelim” diyor ve esas o büyük kumarbazların yanına götürüyor. “Konuş!.. ” diyor. Bir müddet sonra bazılarının gözleri yaşarıyor. “Biz bittik… Seneler var Allah adı duymadık. Kendimizi buralarda avutuyoruz. Biz de varız.” diyorlar. Gençlerin ellerinden tutuyorlar. Spor, moral dersi derken 150 genç bir araya geliyor. Avustralya polisi bir bakıyor, o mahallede suç oranları düşmeye başlamış. Arkasında da bu faaliyetler var. Bunlara ödül veriyorlar. Belediye salonları, arabalar tahsis ediyorlar...
Bir gün gençliğin problemleriyle ilgilenen bir görevli geliyor. “Sen asker misin? Bu gençler ele avuca sığmazken, böyle sizin bir dediğinizi iki etmiyorlar?” diyor. O da “Hayır… Siz bizim dünyamızı tanımıyorsunuz? Yanlış müdahale ediyorsunuz, onun için muvaffak olamıyorsunuz. Biz insanımızı, onun iç dünyasını biliyoruz oralardan yaklaşıyoruz. Bizimki gönül pazarı… Hiç zorlama yapıyor muyuz? Niye? Çünkü bunlara zorla bir şey yaptıramazsınız ama gönüllerine girerseniz en uysal, en güzel insanlar olurlar.” diyor. Bu sefer “Peki siz gelin, bizimkilere seminerler verin, ne yapmamız gerektiğini öğretin.” diyor… Öyle de oluyor…
1990 yazında Avustralya’ya gittiğimde bu gençlerle bir spor sahasında görüşmüştüm… O zamandan 23-24 sene sonra Niyagara Şelâlesi’ne doğru giderken Orhan Bey’le bu hatıraları beraber arabanın içinde yâd ediyorduk…